“Amerikan Merkez Bankası beş aile tarafından yönetiliyormuş.”
“Dünyayı aslında on aile ele geçirmiş.”
“Tüm savaşları Yahudiler çıkarıyormuş.”
“Gerçek Mustafa Kemal Trablusgarp’ta ölmüş, yerine Yossi Kohen geçmiş.”
“Olmadığımız masa yokmuş.”
Bu yazımızda, artık halk arasında dahi şaka haline gelmiş komplo teorilerinin halen neden bazı kesimlerce ciddiye alındığı üstüne tartışacağız.
Geçtiğimiz günlerde yeni atanmış Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin, Ahmet Hakan ile yaptığı bir televizyon programında “Yalnız şu da var, Amerika Birleşik Devletleri’nin Merkez Bankası kamunun değil ki beş tane ailenin.” sözleri sosyal medyada büyük yankı uyandırdı. Yıllardır süregelen “Rothschild’ler dünyayı ele geçirmiş.”, “Rockefeller’lar Yeni Dünya Düzeni’ni kurmak istiyormuş.” şakaları yapılmaya başlandı. Şakalar bir yana, haklı olarak Türkiye ekonomisinin belki de iki numaralı isminin -yeni “Başkanlık” sisteminde yürütme Cumhurbaşkanı’nın tekelinde olduğundan bir numara pek tabii ki Cumhurbaşkanı’dır- ciddi ciddi bu komplo teorisini dillendirmesi yoğun olarak eleştirildi.
İnsan bilmediği şeyden korkar. Bildiğimiz bir konu hakkında zaten gerekli veriler elimizdedir, riskleri hesaplayabiliriz, sonucu tahmine edebiliriz. Bilmediğimiz konular ise tamamen sır perdesinin arkasındadır. Adeta, oyunlardaki henüz açılmamış haritalar gibidirler: Ne çıkacağı belli değildir, risk sınırsızdır. Dolayısıyla, insan beyni bilmediği şeyden korkar ve bu korkuyla başa çıkabilmek için bazı tahminler üretir. Bunlar belli somut verilere dayanırsa, yerinde ve düzgün tahminler olurlar. Fakat eğer tahminlerin rasyonel herhangi bir temeli yoksa, bunlar komplo teorilerine yol açar.
Komplo teorilerinin en önemli özelliği, çoğunlukla yanlışlanamaz olmalarıdır. Çünkü komplo teorileri genellikle somut verilerin absürt bir şekilde yorumlanmasıyla ortaya çıkar. Örneğin, dünyanın aslında on aile tarafından yönetilmediği apaçık barizdir. Siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler, iktisat gibi bilimler dünyadaki politik ve ekonomik sistemlerin neden şu an olduğu gibi işlediğini anlamlandırmada makul ve geçerli önermeler ortaya koymuştur. Yani aslında biz iktisat bilimi sayesinde faizi düşürünce neden dolar kurunun yükseldiğini anlamlandırabiliyoruz. Fakat, bilimsel bilgiye dayanmayıp “Dış güçler bize oyun oynuyor.” demek, karşımıza yanlış olduğunu ispat edemeyeceğimiz bir komplo teorisi çıkarıyor. “Hayır dış güçler yüzünden değil, kötü politikalarımız sebebiyle kur artıyor.” argümanını ispatlamak komplo teorisine inananları tatmin edecek bir çürütme olamıyor. Bu durum aslında “Şu an dünya görünmez, bilimsel araçlarla tespit edilemez bir öküzün boynuzunun üstünde duruyor.” demekle benzer bir durum. Çünkü bilimsel araçlarla tespit edilemez bir öküzü takdir edersiniz ki tespit edemezsiniz. Dolayısıyla, bu önermeye yapılabilecek tek çürütme “Hayır öyle bir öküz yok.” oluyor. Dolayısıyla, somut olarak ispatlanamayacak bir şeyin aksini de somut olarak ispatlayamıyorsunuz. Yani, yanlışlayamıyorsunuz.
Komplo teorilerinin bir diğer özelliği ise -demin de aslında biraz bahsettiğimiz bir durum- sorumluluktan kaçınmak için harika bir yol olmalarıdır. Örneğin, “Dünyayı beş aile yönetiyor” dediğiniz zaman “Yani biz ne yaparsak yapalım, oyun çok büyük.” alt mesajını da vermiş oluyorsunuz. Halbuki bilimsel düşünceye dayanıp, doğru bir politika oluştursaydınız bunlar başınıza gelmeyecekti. Dolayısıyla, sorumluluğu var olmayan kimselere bırakmak için komplo teorilerine başvurmak çok etkili bir yol.
Türkiye Cumhuriyeti ekonomisini emanet alan kişilerden biri, Hazine ve Maliye Bakanı’nın, komplo teorilerini gerçekmiş gibi kamuoyuna duyurması, bu teorilerin halk gözünde gerçekliğini arttırıyor. Bu konuda bilgisi olmayan bir vatandaş “Yahu koskoca Bakan söyledi, yalan söyleyecek hali yok ya!” deyip, gerçekten FED’i beş ailenin yönettiğine inanabilir. İşte bu gibi sorunları önlemek içinse yol -tıpkı her sorunun çözümünde olduğu gibi- belli: eğitim, eğitim, eğitim…