Avrupa, zaferlerinin ardından yolunu şaşırmaya devam ediyor. Avrupai cetvelleriyle, devletlerin boyunun ölçüsünü almaya çalışmaları ise bulundukları yoldaki tek çelişki değil. Batı’ya üstünlük tacını veren kapitalizmin zaferi, korkudan kurtulamayan toplumlar yarattı. Korku, dengesi sağlanabilecek bir adaptasyon aleti olmadığından bazı devletler bunu kullanmayı gaye edindiler ve baskıcı anti-demokratik Sovyet sisteminden sonra demokrasiyi de oyunlarına alet ettiler.
Bölünmelerin temel olarak kimliğe ilişkin olduğunu ve tartışmaya pek yer olmayan bir dünyaya geçtiğimizi söylemek isterim. Herkes başkaları karşısında kendi aidiyetlerini, değerlerini ve savunucularını tutmakta. Bu durum kelimelere döküldüğünde cani durmasa bile, ayrımcılığa kapı aralıyor ve bölünücü dünyaya ön ayak oluyor. Hükümetler, yandaşlarını seferber ediyor ve düşmanlarını radikal şeytanlara dönüştürüyor. Gelişmiş ülkelerin aldıkları kararların yanlış olmasına bu yüzden şaşmamak gerekiyor. İyiliklerinin ise ortak değerler üzerinde hükümlerinin olmaması ise durumun çaresizliğini ortaya koyuyor.
Yaşam standartlarının en yüksek olduğu kıta olan Avrupa’da ütopyalarından vazgeçen binlerce insan, güvence için iktidarın çatısına sığındı. Siyasal ve manevi çöküş yaşayan Sovyetler Birliği’nin külleri, Belarus için hâlâ bir umut ışığı olabilir mi?
Geçtiğimiz günlerde, Avrupa’nın son diktatörü olarak dikkat çeken Lukaşenko’nun görevini bırakacağını söylemesi, medyada büyük yankı uyandırdı. Lukaşenko’nun hazırladığı yeni anayasanın tamamlanmasıyla sona erecek. Peki Lukaşenko sözünü tutacak mı?
Liderler, manevi bilinçten uzak oldukları için kişisel kudretlerinin kendileri tarafından son bulması ilginç olurdu, kendi topluklarına sıkmadıkları sürece, aynı zamanda insanlık serüveninde iktidar ve muhalefet arasında güçlü bir inancın rehberlik ettiği, liderlerin manevi bilinç eksiklerinin tamamladığı bir egemenlik çağdaş dünyaya geçişte sahici bir adım olurdu.
Devlet Başkanlığı seçimli ile başlayan protestolar dolayısıyla başkent Misk’te tutuklamalar hali hazırda devam etmekte. Lukaşenko’nun 26 yıl süren politik devamlılığını neye borçlu olduğu akılları karıştırmakta ama daha da önemlisi bu politik devamlılığın sonuçları. Ana partinin gözünden durumu “mixed blessing” olarak özetleyebiliriz çünkü Lukaşenko’nun kabinesi Belarus için hem lütuf hem de lanet. Devamlılığını bu kabineye borçlu olduğu gerçek olsa da ellerinin kanlı olması durumu hafifletmemekte.
Ülkenin yüzleşmekte olduğu yolsuzluk, yoksulluk, fırsat eksikliği ve düşük ücret sorunları muhalefetlerinin artmasına ve 26 senelik otoritesini sorgulatmaya başladı. 26 sene sonunda oluşan bu otorite sorgulaması sosyalist bürokrasinin uyanışıyla dolayısıyla ekonomik çöküntüyle ilişkilendirilebilir. Belarus’un Batı okulunda edindiği bilgiler bu doğrultuda olmasa da ortaya koyuş biçimi Batı’ya yaraşıyor.
Benim bahsettiğim Batı; evrensel, yaygın, örtük, bütün dünya uluslarının ruhunu kuşatan Batı’dır, Kuzey Amerika Batısı değil. Bunun nedeni başkalarının onların uygarlığını bırakması değil, Batı’yı benimsemesi ve böylelikle şimdiye kadar Batı’nın üstünlüğünü ve özgünlüğünü oluşturan şeylerden Belarus gibi ülkelerin mazur bırakılmasıdır.
Uzun soluklu yönetimlerin handikabı olan ekonomik ve sosyal temelli sorunlar devlet ile muhalefet arasındaki sürtüşmelerin başlangıcı oldu ve her totaliter devletin yaptığı gibi Belarus da çareyi muhalifleri uzaklaştırmakta buldu. Lukaşenko’nun bu tutumu Sovyet Rusya’yı canlandırmak, dünüyle bugünü arasına çizgi çizmemek için olabilir.
Her iktidarın, ötekileri kendi taşkınlıklarından korumak için, aynı zamanda onu kendinden de korumak için bir karşı iktidara ihtiyaç duyar. Siyasetin esas kurallarından biridir bu. Dolayısıyla Tihkanovskaya’lara olan bu sert tutum Belarus nezdinde anlamlandırılabilir. Totaliter rejimler halkın duygularıyla ters düşmek zorunda kalsa bile teorik şiddet bir çözüm önerisi olamaz. Bu anlayışı köktenci biçimde değiştirmek gerekir.
Meşruiyetin olmayışı, her insan toplumu için bütün davranışların çığırından çıkmasına sebep olan bir tür yerçekimsizlik halidir. Hiçbir yetke, hiçbir kurum, hiç kimse gerçek manevi inandırıcılığa sahip olmadığında, insanlar da bunun sonucunda ülkesinde en güçlü olanın borusunun öttüğü ve her şeyin mübah sayıldığı bir cengel olduğunu düşünmeye başladığında yalnızca şiddet, cinayet ve kargaşa bas gösterir.