GazeteBilkent: Kübracım ilk önce biraz kendinden bahset bize. Kübra Kegan kimdir?
Kübra Kegan: Spora yüzmeyle başladıktan sonra, voleybola 9 yaşında Yeni Batı’da başladım. İlk antrenörüm Hakan Sever. Yeni Batı’nın kapanmasıyla Tarım Spor’a geçtim. Orada Hüseyin Doğanyüz’le iki aylık bir çalışmam oldu. Sonrasında TVF Güzel Sanatlar ve Spor Lisesi’nin pasörü sakatlanmıştı. Beni oraya uygun gördüler. Birinci devrenin yarısından itibaren ben TVF Spor Lisesi’nde okumaya başladım. O sıralar 2011’de Avrupa şampiyonası vardı. Milli takım kamplarımız oldu. Ben ilk milli takım tecrübemi o zaman yaşadım. 2011’de Avrupa Şampiyonu olduk. Geçtiğimiz yaz genç kızlar olarak yine bir Avrupa Şampiyonluğu yaşadık.
GB: TVF Spor Lisesi olarak da Dünya 3.sü oldunuz;
KK: Ortaokul bittikten sonra TVF Spor Lisesi’nde başladım. İlk etapta Hatay’da Türkiye şampiyonu olduk. 30 Haziranda Fransa’ya gittik Dünya liseler arası şampiyonada 3. Olduk. Ben de o takımdaydım.
GB: Nasıl bir duygu lisenle dünya derecesi almak?
KK: Benim için açıkçası bu okul turnuvasında gelen üçüncülük Avrupa şampiyonluklarından çok daha önemliydi çünkü takım arkadaşlarımla bunu çok istiyorduk. Pek fazla da inanılmıyordu bize açıkçası çünkü çok iyi bir kadromuz yoktu ama iyi bir takımdık. Çok iyi bir takımdık. Önce Türkiye Şampiyonluğu benim için çok önemli ve sonrasında Dünya Şampiyonası’nda gelen derece yine öyle… Hepimizin ilk defa içinde bulunduğu çok farklı bir ortamdı. Birçok erkek ve kız takımları vardı. Ülkemizden uzakta, kaldığımız yer, yediğimiz yemekler… Çok farklı bir tecrübeydi benim için ve bu dünya üçüncülüğünün çok farklı bir yeri var bende.
GB: Enerjini gün boyu nasıl korursun? Okulun getirdiği bir yük var, antrenmanlar çok yorucu olmalı, üstüne bir de YGS’ye hazırlanıyorsun.
KK: Aslında tüm gün boyunca enerjik kaldığım söylenemez. Okula bazen gelemiyorum çünkü YGS’ye hazırlanıyorum aynı anda. Sınava çalışmam gerekiyor. Haftada iki gün okul antrenmanlarımız devam ediyor. Okul antrenmanlarının olduğu günler ekstra yorucu geçiyor benim için. Çünkü sabah okulda, akşam kulüpte antrenmana giriyorum. Arada birkaç saat dinlenmeye çalışıyorum ama pek mümkün olmuyor. Antrenmandan sonra akşam eve geldiğimde ise ders çalışmaya vakit olmuyor çünkü çok yorgun oluyorum, genelde hemen uyuyorum ve sabah yine aynı koşuşturmaca.
GB: Peki, bu koşuşturmacanın içinde nasıl motive edersin kendini?
KK: Müzik her sporcunun yaşamında çok önemlidir. Özellikle maçlardan önce motive olabilmek için canlı müzikler dinlerim. Antrenmandan sonra da kafamı boşaltacak ve beni dinlendirecek slow parçalar tercih ederim. Gece yatarken de özellikle.
GB: Okuduğun lise TVF Güzel Sanatlar ve Spor Lisesi farklı bir okul. Biraz lisenden bahseder misin bize.
KK: Adından da anlaşılacağı gibi spora ağırlık veren bir okul. 9. Sınıfta normal dersler görüyorsunuz. Sınıflarınız yükseldikçe sözel ve sayısal derslerinizin sayısı düşerken spor dersleriniz artıyor. 9. Sınıfta 7 saat matematik görürken son sınıfta haftada 2 saate düşüyor. Okul takımı var biliyorsunuz. Her sınıfta antrenman olanağı sağlanıyor.
GB: “Tvf Spor Liseli olmak ayrıcalıktır.” diyebilir miyiz?
KK: Evet kesinlikle. “TVF’li olmak ayrıcalıktır.” bizim sloganımızdır hatta. Özellikle spor alanında çok fazla olanak sunuluyor ki bu büyük bir ayrıcalık.
GB: Kübra sen üniversiteye de hazırlanıyorsun aynı zamanda. Üniversite hayallerin var mı? Mesela şu şehirde ya da yurt dışında şu üniversitede okuyayım diyebiliyor musun?
KK: Benim plan kurma gibi bir şansım yok açıkçası. Bu yıl mesela Karayolları ile anlaştım, Ankara’dayım. Seneye hangi takımla anlaşacağım, hangi kulübe ya da hangi şehre gideceğim belli değil. Şu anki hedefim sadece güzelce sınava hazırlanıp alabileceğim en iyi puanı almak ve sonrasında gelen tekliflerle beraber okulumu ona göre ayarlamak.
KK: Oradaki arkadaşlarımın çoğu ile TVF Spor Lisesi’nden bir geçmişimiz vardı zaten. Diğer kızlarla da arkadaşlığımız üst seviyede. Birçok milli takım kampı oluyor. Böylece Avrupa Şampiyonluğu öncesinde onlarla da beraber olmuştuk birçok kez. Turnuvaya gelecek olursak; bizim için en büyük amaçlardan birisi 2011 Avrupa Şampiyonluğu’nun bir tesadüf olmadığını kanıtlamaktı. Tüm takım arkadaşlarım da röportajlarında hep bundan bahsederler. Aklıma ilk gelen Rusya maçı. 2-1 gerideyken 23-20’den gelip maçı almak, Rusya gibi bir devi devirmek harikaydı. Bizim motivasyonumuzun bir sonucu.
GB: Hatırlıyorum maçlar burada (Başkent Spor Salonu’nda) oynanmıştı. O ortamı ve heyecanı hatırladıkça bile tüylerim diken diken oluyor;
KK: Siz tribünden sadece sahayı görebiliyorsunuz. Biz küçücük sahadan tüm tribünü görebiliyoruz. Saha içindeki duygu ve heyecan bambaşka. Rusya’dan sonra zaten finalde Sırbistan’ı 3-0’lık kolay bir galibiyetle yendik. Seyirci faktörü bu maç için hiç azımsanamaz. Yüzde elli biz oynadıysak, bir o kadar da seyirci oynadı.
GB: Birçok turnuva geçirdin bugüne kadar ve bu yıl Karayolları’nda güzel bir sezon geçiriyorsun. Hiç unutamadığın bir anın veya seni çok heyecanlandıran bir maç var mı?
KK: Mesela bu dönem Çankaya ile oynadığımız maçta, tie-break setinde 12-8 gerideyken 17-15 aldık. Ben hayatımda o kadar çekişmeli, o kadar hırslı bir maçı oynadığımı hatırlamıyorum. Bir diğer anı da; Rusya maçında servise girdiğim an, skor 22-21’ken girmiştim. Seyirciyi siz hissetmiyorsunuz, biz hissediyoruz dediğim nokta buydu. Topu sektirirken tüm uğultuları duyabiliyordum. Çok büyük bir heyecan ve tecrübeydi benim için.
GB: Peki, o an şu korkuyu yaşıyor musun? Herkes beni izliyor, çok önemli bir sayı, ya servisi kaçırırsam …
KK: Antrenör bana “Kübra servise gireceksin hazırlan.” dediği anda ben hissediyorum zaten atıp atamayacağımı. O gün de tabi ki üzerimde çok büyük baskı vardı. Topu sektirirken içimden “Sadece topu karşıya at.” diye tekrarlıyordum. Topu sektirirken totemlerim vardır. Topu mesela üç kere sektiririm, döndürürüm ve çizgide yakalarım gibi. Totemlerimi harfiyen uyguladım o maçta. Arka arkaya 3 servis attım.
GB: Başka totemlerin var mı peki?
KK: Kolyelerim. Önceden tokalarımın totemine inanırdım. Taktığım toka sayısı aynıydı, saçımı hangi yükseklikte topladığım belliydi, topuz mu yoksa atkuyruğu mu bağladığım hep belliydi. Artık toka totemimi bıraktım. Arkadaşımın hediye ettiği bir şans kolyesi var. O kolyenin şans getirdiğine inanıyorum çünkü Sırbistan maçında kolyeyi öpüp servis attığımda top fileden sekip sayı oldu.
GB: Senin bu kadar iyi sporcu olmanı sağlayan faktörler nelerdir Kübra, biraz bahseder misin?
KK: Dediğim gibi yüzme ile başladım spora ama bir gün okuldaki hocamın gel bir voleybolu dene demesiyle voleybolu sevdiğimi fark ettim. Çok başarılı bir voleybolcu olmak gibi bir amaçla başlamadım ve çok köklü kulüplerde de yer almadım. Benim için en büyük şans TVF Spor Lisesi’ne geçmekti. Lisem sayesinde milli takımla tanıştım. Mehmet Bedendestlioğlu ile TVF Spor Lisesi’nde çalışma fırsatı buldum. Hayatımdaki en önemli faktörlerden birisi Mehmet Abi’dir. Benim pasör olmamı sağlayan kişi odur. Mehmet Abi gittikten sonra Marco Aurelio Motta geldi. Marco gibi Türkiye’yi olimpiyatlara taşımış bir antrenörle iki yıl çalışmak benim için büyük bir şanstı. Voleyboldaki şansım hep çok iyi antrenörlerle çalışmak oldu.
GB: Örnek aldığın pasörler var mı?
KK: Lo Bianco’nun Türkiye’de oynaması sadece benim için değil, tüm pasörlerimiz için büyük bir şans. Bence Dünya’nın en iyi pasörü o. Lo Bianco gelmeden önce Naz Aydemir’i örnek alıyordum. Pası nasıl atıyor, tekniği nasıl… Hala takip ederim onu ama bence hepimizin örnek alması gereken pasör Lo Bianco.
GB: Peki Kübra, GazeteBilkent ekibi olarak bu güzel sohbet için çok teşekkür ediyoruz sana. Başarılarının devamını diliyoruz.