Fenerbahçe yıllardır kendisine ait bir basketbol salonunun özlemini çekmekteydi. Spor Sergi’de oynanan yarı yarıya tribünlü maçların ya da Abdi İpekçi’de oynanan birçok efsane maçın vefası her zaman hissedilmesine rağmen Fenerbahçe ‘bizim salonumuz’ diyebileceği bir arayış içerisindeydi. 2009 Kasımında bu arayışa nokta konuldu ve Ülker’in sponsorluğunda Ataşehir’de Fenerbahçe’nin salonu yükselmeye başladı. Salonun yapımı Ocak 2012’de tamamlandı. Salona ‘Ülker Sports Arena’ adı verildi.
Şimdi salonun gerçekten Fenerbahçe’nin salonu olup olmadığına dair, geçtiğimiz günlerde çıkan, benim de bir yazımın yer aldığı, ‘Ya Basta-Yetti Gari’ fanzininde Fenerbahçe basketbolunu yakından takip eden Glasgow Celtic’in yazdığı ‘Kimin Salonu?’ adlı yazıyı fikir vermesi için paylaşacağım.
KİMİN SALONU?
Sözü açılmışken ‘‘bizim salon’’ dediğimiz ÜLKER SPORTS ARENA’ya ilk ayak bastığımızda elimize üzerinde ‘‘Evine Hoş Geldin’’ yazılı bir atkı ve Ülker METRO tutuşturuvermişlerdi. Elbette üzerinde bir ticari markanın bulunduğu atkıyı boynumuza takmadık ama yanında verdikleri çikolatayı yürüyen merdivenler vasıtasıyla tribündeki yerimize çıkarken afiyetle midemize indiriverdik.
Salonun büyüleyici bir ortamı olduğu su götürmez bir gerçek. Spor salonu dediğin zaman basık, ışığı az, yazın içerisinde sıcak ve havasızlıktan bunaldığın ekseriyetle nem ve ter kokusu bol ve tuzlu bir ortam akla gelir. Burası bambaşka bir mekan, hayal alemi gib. Ne toz var ne nem, ne bunaltıcı bir sıcak. Ayrıca tribüne çıkınca sahayı mükemmel bir şekilde görebiliyorsun, sahada olup bitene ayrıntılarıyla hakim olabiliyorsun. Oyuncuların mimiklerine, hal ve tavırlarına, benchte olup bitene, koçun davranışlarına ayrıntılarıyla vakıf olabiliyorsun. Ki bu ayrıntılar salon sporlarını sevenler için gerçekten önemlidir.
30 yıla yakındır salon sporlarını seven ve sürekli takip eden biri olarak naçizane fikrim bu ‘’bizim’’ salonun bu güne dek maç seyretmekten en fazla keyif aldığım salon olduğudur. Elbette, Fenerbahçe basketbolunun yıllardır peşinde koşturanlar için basketbolun kitlelerle buluştuğu yılların mabedi spor serginin yeri ayrıdır. Orası adeta bir tapınaktı, basketbolu seven bir neslin gelişmesindeki en önemli unsurlardan bir tanesiydi.
Şimdi salonun açılış gününde elimize tutuşturulan atkıya göre salon bizim evimizdi. İşin doğrusu yıllardır Fenerbahçe’ye ait bir salonun özlemini duymadık değil. Peki bu salonu kendi salonumuz gibi hissettik mi sorusuna şimdilik müspet bir cevap veremiyoruz.
Salonun isminde bile Fenerbahçe’yle alakalı bir ibare bulunmazken, Fenerbahçe basketbol tarihine ait hiçbir unsur salonda bulunmuyor. Daha doğrusu bulunmuyordu. Neyse ki geçtiğimiz günlerde salonun tavanına üzerinde Fenerbahçe’nin erkek basketbolda bugüne dek kazandığı şampiyonlukların tarihi yazılı olan bayraklar çekildi. Salonda bulunduğumuz yerden dolayı 1991 ve sonrasındaki şampiyonlukları temsil eden bayrakları görüp sevindik. Keşke basketbol tarihinden bihaber basının yaptığı hataya düşülmeseydi, deplasmanlı basketbol liginin kuruluşu öncesindeki şampiyonluklara ait bayraklarda göndere çekilseydi diye düşündük ama yine de sevindik.
Ancak o sevince boğazımıza düğümleyen ve o salonun açılış gününde elimize tutuşturulan atkıda yazdığının aksine hiçte bizim evimiz olmadığı gerçeği suratımıza çalan şey tam arkamızda duruyordu. Ülkerspor’un şampiyonlukları da bayrak olarak göndere çekilmişti. Bir nevi Fenerbahçe-Ülker meselesinin sponsorluktan ziyade Fenerbahçe tarihini hiçe sayan bir birleşme olduğu gerçeğini salonun gönderine büyük harflerle kazımış oldular.
İronik olan o bayraklardaki şampiyonluklardan bir tanesi, Ülkerspor tarafından ‘’bu sezonda şampiyon olmazsak yatırımı durdururuz’’ tehdidi ve federasyon hakemler çetesi marifetiyle Fenerbahçe’nin elinden çalınmış olmasıdır. O zamanki kulü başkanı Ali Şen’in haksızlığa isyan edip ‘’bana Fenerbahçe taraftarı bir bisküvi markasının ürünlerini almayın dedirtmeyin’’ diyişini salon boş olmasına rağmen Fenerbahçe taraftarı içeri girmesin diye kapıları kapatıp, polisi Fenerbahçe taraftarının üzerine salanları hatırlayanlar elbette bu salonu kendi evi addedemeyecektir. Daha kötüsü, birkaç kongre üyesinin divan kurulunda salona Fenerbahçe basketbolunun kuruluşuna emek vermiş bazı eski sporcuların ismlerinin verilmesini gündem yapmaları, birkaç Fenerbahçe taraftarının bu konuda birkaç kelam etmeleri dışında bizim evimiz addedilen salonun Fenerbahçe’ye, tarihine bu kadar yabancı oluşuna kimseler ses çıkartmadı. Taraftar grupları bilet ve kombine bilet fiyatlarının yüksekliğinden ve taraftar gruplarına salonda oyuna müdahale edilemeyecek uzaklıkta bir yerlerde yer ayrılmasına ses ettiler ama kendi salonumuzda Fenerbahçe tarihinin yok sayılmasına tek kelime laf edilmedi.
Fenerbahçe’nin salonunda forma alacak paraları yokken Fenerbahçe basketbolunu kuran Cem Atabeyoğlu’ndan, Murat Sencer’den, Şükrü Mete’den söz eden tek bir satır yazı bulunmuyor, onları yad eden tek bir poster yok duvarlarda. Fenerbahçe’yi Fenerbahçe yapan bu Fenerbahçe emekçilerini yeni nesile tanıtacak tek bir organizasyon yaşanmadı salonda, Ülker ürünleri hediyeli şut yarışmalarıyla devre aralarında şenlenen taraftarlar mesela Ayten Salih’le tanıştırılabilir ve Fenerbahçe’nin Cumhuriyet tarihinde kadınlara spor yapma şansı veren ilk kulüp olduğu gerçeği bir organizasyonla anlatılabilirdi.
Ama belli ki Fenerbahçe basketbol tarihi Fenerbahçe Ülker tarihiyle ikame edilmiş ve bu salon bu endüstriyelleşmenin nişanesi olarak Ataşehir’e inşa edilmişti.
Sonuç olarak, sporun endüstriyelleşmesi, ‘arena’ lakaplı statların/salonların hız kesmeden yükselmeye devam etmesi; farkında olmadan bize spor ruhunu unutturan, bizi biz yapan değerlerden alıkoyan, vefa ve sadakat gibi duyguları yozlaştıran ve en önemlisi bizi tarihimizden alıkoyan bir heyula.
Keşke stadyumda 50.000 değil de 20.000 kişi olsak; keşke o salondaki tribüne yürüyen merdivenle değil de tırmanarak çıksak, ama ruhumuz daimi olsa!