2001-2002 sezonunda oynanan UEFA Kupası finali ve elde edilen lig şampiyonluğu o zamanlar Dortmund şehrindeki futbolseverler için kötü günlerin başlangıcı olarak gözükmüyordu muhakkak. Sonuçta hemen hemen her maç tamamen doldurdukları bir stadları, üzerinden 5 yıl geçmiş olan bir Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu, her sezon şampiyonluğa oynayan bir futbol takımı vardı. Ayrıca kaliteli bir kadroları da vardı; dönemin genç yıldızı Tomas Rosicky, uzun boyunun sağladığı avantajla kafa vuruşlarında etkili olan ve sadece bununla yetinmeyip bitiriciliğiyle de göz dolduran Jan Koller, kaleci Lehmann, Roberto Carlos olmasa Brezilya’nın sol kanadında kesinlikle forma giyecek olan Dede, genç Ewerthon ve futbolculuğundaki başarısını teknik direktörlüğüne de taşımış olan Mattias Sammer. Görünüşte herşey iyiydi ama uygulamada durum bu kadar parlak olmadı.
Borsaya açılan kulüp ekonomik krize girdi ve kendini borçlar içinde buldu. Öyle ki efsanevi Westfalen Stadı bir emlak şirketine satıldı mecburen. Bu borçlardan kurtulmak için daha büyük yatırım yapıldı takıma ve Şampiyonlar Ligi hedeflendi 2005 yılının başında. Şampiyonlar Ligi’ne katılımdan gelecek olan paranın bu durumu bir nebze olsun düzelteceğini düşündüler. Ama beklentiler gerçekleşmedi ve takım o sezonu ancak 7. olarak bitirebildi ve UEFA-Fair Play kontenjanından UEFA Kupası’na katılabildiler. Ekonomik anlamda durum o kadar kötüydü ki önce ezeli rakipleri Bayern Münih borç teklifinde bulundu, reddettiler. Sonra da sponsorluk için teklifte bulunan bir seks-shop firmasını geri çevirdiler. Burada devreye taraftarlar girdi, tüm şehir kamu kuruluşlarıyla, şirketlerle kulübe sahip çıktı. Bu arada Tomas Rosicky ve David Odonkor (6 milyon €) gibi futbolcuların satışından elde edilen para da ekonomik anlamda biraz olsun rahatlattı kulübü.
Ekonomik anlamda durağanlaşan kulüp için futbol sahasında ise işler daha da kötüye gidiyordu. 2006-2007 sezonunda Thomas Doll yönetimindeki takım tarihinde ilk kez düşmeme korkusuyla yüzleşmek zorunda kaldı. Sezonu 13. sırada bitirdiler Ertesi sezon da pek parlak değildi, tek teselli Şampiyonlar Ligi’ni garantileyen Bayern Münih ile oynanan kupa finali ve elde edilen UEFA Kupası’na katılım hakkı oldu.
Sahada işler 2008 yılının Mayıs ayında değişmeye başladı. Teknik direktörlüğe Mainz takımını Almanya’nın gündemine oturtan Jürgen Klopp getirildi. Klopp küçülerek büyümeye çalışan Borussia Dortmund için biçilmiş kaftandı. Takıma genç ve ucuz oyuncular alındı, alt yapıdan yeni isimler A takıma çıkarıldı; Großkreutz, Götze, Piszczek, Hummels. Subotic gibi. Bir önceki sezonu Feyenoord’da kiralık geçiren Nuri Şahin A takıma daha bir komple oyuncu olarak geri döndü. Forvette de İsviçreli Frei’nin yanına Werder Bremen’dan Nelson Valdez ve Mısırlı Zidan takviyeleri yapıldı. Orta sahaya Hajnal gibi yaratıcı bir oyuncu takviyesi yapıldı. Klopp ilk sezonunda takımı 6. yaptı fakat bu UEFA vizesi için yeterli olmadı. Sonraki sezon Lucas Barrios’u da kadrosuna katan Dortmund sezonu bir sıra daha yukarıda bitirip 5. olarak UEFA biletini kazandı.
2010 yılının başında kadroya Polonyalı forvet Lewandowski (4.5 milyon €) ve Japonya’dan Kagawa (350 bin €) takviyelerini yapan Dortmund’un şampiyon olmasına pek ihtimal verilmiyordu. Sonuçta bir önceki sezonun şampiyonu ve kadrosunu daha da güçlendiren bir Bayern Münih ve Raul efsanesini kadrosuna katan ezeli rakipleri Schalke vardı. Ayrıca yıllardır Bayern’i kovalayan Werder Bremen, Leverkusen ve Hamburg gibi takımlar da kağıt üzerinde Dortmund’dan daha güçlüydü. Ama sahada işler çok farklı gelişti. İlk hafta Leverkusen’e kaybeden Dortmund bir sonraki yenilgisini devrenin son haftasında E. Frankfurt’a karşı aldı ve bu arada puan kaybettiği tek maç 1-1 biten Hoffenheim maçı oldu ve devreyi en yakın rakibi Mainz’ın 10 puan önünde lider bitirdi. Sezonun kalan kısmını da rahat geçirdiler ve lig şampiyonluğunu Leverkusen’in 7 puan önünde elde ettiler. Şampiyon olarak tamamladıkları 2010-2011 sezonunda ezeli rakipleri Schalke, Bayern Münih ve ligi 2. bitiren Leverkusen takımlarını deplasmanda 3-1 lik skorlarla rahatça yendiler. Kısacası her takıma bariz üstünlük sağlayarak şampiyon oldular. Bu arada sezon içinde takım kaptanı Kehl, Owomeyela, Dede, Kringe gibi oyunculardan sakatlıklardan dolayı neredeyse hiç yararlanamadılar. Sezon başı takıma katılan fakat ligin 2. yarısında sakatlığı nedeniyle oynayamayan Kagawa, Almanya’nın yeni genç yeteneği Götze, şehrin çocuğu Großkreutz, panter lakaplı Barrios, defansta mükemmel bir uyum sağlayan genç Subotic-Hummels ikilisi ve takımın saha içindeki beyni, lideri Nuri hem futbollarını birer adım daha ileri taşıdılar hem de bu efsanevi şampiyonluğun mimarları oldular.
Bu sezonun başlangıcında takımın beyni Nuri Şahin Real Madrid’e gidince İlkay Gündoğan ve Ivan Perisic gibi takviyelere rağmen herkesin kafasında soru işaretleri oluşmuştu. Nitekim sezonun ilk yarısında bu sergiledikleri performans da bu şüpheleri haklı çıkarır gibiydi. Bayern Münih ilk 10 hafta yarışta yalnız kalmış gibiydi. Fakat Dortmund bu duruma karşı harika bir reaksiyon gösterdi. Ard arda galibiyetler aldılar -ki bunlardan biri de deplasmandaki Bayern Münih galibiyetiydi- ve Münih ekibine yetiştiler. Bu arada yarışta yalnız da değillerdi artık; ezeli rakip Schalke ve yıllar sonra yarışa dahil olan Borussia Mönchengladbach da bu iki takımı kovalıyordu. Nitekim ilk yarıyı lider Bayern Münih’in 2 puan arkasında 2. bitirmeyi başardılar. Devre arasında artık güçlenmeye başlayan ekonomik durumlarını da kullanarak Mönchengladbach’ın yıldızı Marco Reus’u 17.5 milyon € karşılığında bir sonraki sezon için renklerine bağladılar. Bu kulübün Tomas Rosicky transferinden sonra 10 milyon avro barajının üstünde gerçekleştirdiği ilk transferdi. Saha içinde de işler iyi gitmeye devam etti, puan farkını kapatan Dortmund daha sonra liderliği de devraldı ve şu anda da en yakın takipçilerinin 4 puan farkla önünde liderliklerini devam ettiriyorlar. Bu sezonu da kupayla kapatmaları şu anda kimse için sürpriz olmayacak gibi.
Dortmund doğru yolda, güzel futbol oynayarak ilerliyor. Şu ana kadar tek sıkıntı 2 senedir Avrupa kupalarına gruplarda veda etmiş olmaları. Ama yaş ortalaması 23-24 aralığında olan bir takım için bu sorun değil aksine ilerisi yıllar için önemli bir tecrübedir. Dortmund belki Barcelona gibi bir felsefe takımı değil, Milan gibi kökleşmiş oyun anlayışına sahip değil, Real Madrid gibi yıldızları yok ama sistemi gerçekten de bir Alman makinası gibi işleten bir teknik direktörleri, kazanılan maçlardan dahi bir şeyler öğrenmeye çalışan oyuncuları var. En önemlisi de har vurup harman savurmayan, yüksek meblağları eden futbolculara veren (Marco Reus gibi) yönetim var. Bu yüzden Borussia Dortmund’un tekrar 90’lı yılların ortasındaki gibi olmamas hatta daha iyi olmaması için hiç bir sebep yok.
Yazının başlığı Demokratik Almanya Cumhuriyet’nin milli marşının ismi. “Yıkıntılardan Doğmuş” anlamında. Belki kendileri için tam anlamıyla geçerli olamadı bu durum ama Borussia Dortmund’un gerçekten de yıkıntılardan doğduğu ortada.