Futbol; hiç şüphesiz ki dünyanın bir çok yerinde bir oyunun çok ötesinde anlamlar barındıran, belki de hiç bir ideolojinin, siyasi partinin bir araya getiremeyeceği büyük kitleleri bir araya getiren, kimi zaman bir şehrin, kimi zaman bir bölgenin, kimi zamansa bütün bir ulusun en büyük ortak paydası olabilen bir spor.
Bizim ülkemizde , futbolun ve genel taraftar profilinin kalitesi tartışılsa bile Türkiye’de de bu oyunun oldukça sevildiği ve insanların hayatlarında önemli bir yer tuttuğu tartışılmaz bir gerçek. Futbolun en güzel taraflarından birisi farklı yaşam biçimlerine, siyasi görüşlere, inançlara sahip kişilerin tuttukları takım için birlikte sevinip, birlikte üzülmeleri. Belki de hayatta başka hiç bir yerde bir araya gelemeyecek kadar farklı karakterde ve düşüncelerde olan insanlar aynı renklere gönül verip, aynı amaç uğrunda kenetlenebiliyor.
Türkiye’de bu konuda hiç tartışmasız en büyük eksiklik , gerek taraftar yapılanması gerekse kulüplerin başarısı baz alındığında başkent Ankara’nın İstanbul karşısındaki silik, aciz ve çaresiz konumu. Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti ve 5 milyona yaklaşan nüfusuyla en kalabalık ikinci kenti olan Ankara, dünya’da başkenti şampiyon olmamış tek ülke olma rekorunu Türkiye’ye armağan etti. Süper lig’de yakın geçmişe kadar 2 takımla temsil edilen Ankara, kentin en çok taraftara sahip takımı Ankaragücü’nün ikinci ligin yolunu tutmasıyla lig’de tek takım ile temsil ediliyor: Gençlerbirliği.
1977 yılından beri İlhan Cavcav’ın başkanlığını yaptığı Gençlerbirliği, 5 milyon nüfuslu bir metropolün biricik temsilcisinden ziyade İlhan Cavcan’ın ticarethanesi görünümünde. Şöyle ki , oldukça kaliteli tesislere, alt yapı organizasyonuna sahip olan Gençlerbirliği , bünyesinde yetiştirdiği birbirinden kaliteli futbolculara rağmen, kulüp yönetiminin benimsediği yetiştir-sat politikası yüzünden bu futbolcularla bir şampiyonluk elde edemedi . Ve ne yazık ki önümüzdeki yıllarda da böyle bir niyeti yokmuş gibi gözüküyor.
İlhan Cavcav’ın başkan olduğu 1977 yılından beri bir çok defa oldukça kaliteli jenerasyonlar yakalamayı başaran Gençlerbirliği, özellikle 2003-2004 yılında Ersun Yanal yönetiminde kurulan kadroyla UEFA Kupasında 4. Tura kadar yükselmiş, Blackburn Rovers, Parma, Sporting Lizbon gibi oldukça güçlü ekipleri elemeyi başarmış, 4. Turda elendiği Valencia ise o yıl UEFA kupasını kazanmıştı. Bu süreçte sadece Ankaralıları değil, bütün ülkenin sempatisini kazanan Gençlerbirliği elindeki bu güçlü kadroyu koruyarak bir kaç yıl için de Türkiye ligi şampiyonluğunu kazanabilirdi, ancak İlhan Cavcav önderliğindeki kulüp yönetimi futbolcuları İstanbul kulüplerine satarak, büyük emeklerle yakalanmış bu altın jenerasyonu dağıtmayı tercih etti.
Ankara’da yaşayan ve yolu Gençlerbirliği’nin Beştepe’de ki tesislerine düşen herkesin çok iyi bildiği bir gerçek vardır; Beştepe tesisleri ileride dünya yıldızı olma potansiyeli taşıyan, bir çok ülkeden onlarca genç futbolcunun doğum yeridir, ama yine herkes çok iyi bilir ki o futbolcular Gençlerbirliği’nde en fazla bir kaç sene oynadıktan sonra ya üç büyük İstanbul kulübünden birisine ya da Avrupa’ya satılacaklar ve amacı başarı kazanmak mı yoksa kar elde etmek mi olduğu anlaşılamayan kulübe para kazandırarak misyonlarını tamamlayacaklar.
Sayın İlhan Cavcav, kulübün neden şampiyonluk için mücadele etmeyip, küme düşmemeyi başarı olarak kabul ettiği , neden elindeki iyi futbolcuları sürekli olarak satmayı tercih ettiği yönündeki eleştirilere yıllardır : ‘’ Bizim taraftarımız yok. Ankara halkı İstanbul takımlarını tutuyor, taraftar desteğimiz eksik, hem üç büyüklerin bu gücü varken federasyon bizi şampiyon yapmaz ‘’ şeklinde savunma yapsa da sayın Cavcav’ın bu gerekçelerini kabul etmek ne yazık ki mümkün değil. Ankara halkının büyük bir kısmının üç büyükleri desteklediği doğru ama bu durumun suçlusu Ankara halkı değil, yıllardır İstanbul kulüpleri karşısında hiç bir varlık gösteremeyen, rakip olamayan, insanlara umut veremeyen yönetimlerdir. Ayrıca, Gençlerbirliği biraz olsun başarılı olduğunda Ankara halkı tarafından nasıl sahip çıkılıp, desteklendiği kanıtlanmış bir gerçek. Normalde bomboş olan 19 Mayıs tribünleri Gençlerbirliği UEFA Kupasında önemli galibiyetler aldığında Ankara halkının muazzam ilgisiyle karşılaşmış, insanlar Gençlerbirliği’nin her maçına akın etmişti. Ancak kulüp yönetimi kendi elleriyle kazandıkları sempatiyi yine kendi elleriyle yıkmayı tercih etti. Çok değil bir kaç sene sonra Gençlerbirliği yine amaçsız, orta sıralara demir atmış bir takım görünümüne büründü.
Yine de, İlhan Cavcav durumdan oldukça memnun gözüküyor, kendisi son yapılan kongrede yaptığı konuşmada: ‘’ Gençlerbirliği, 4 büyüklerden sonra küme düşmeyen tek takımdır, bizim takımımızın hiç borcu yoktur, Gençlerbirliği bu ülkenin en istikrarlı takımıdır. ‘’ diyor. Düşünebiliyormusunuz ; bu ülkenin başkentinin 90 yıllık camiasının 35 yıllık başkanı kulübünün hiç küme düşmemiş olmasını bir gurur kaynağı olarak görüyor ! Bunun dışında sayın başkana katılmamak elde değil , evet Gençlerbirliği Türkiye’nin tartışmasız en istikrarlı camiasıdır; yerinde saymak konusunda, ligi her zaman orta sıralarda bitirebilmek konusunda ve elindeki büyük yetenekleri her daim satmak konusunda eşsiz bir istikrara sahip…
Herşeye rağmen benim gibi Ankara’da doğup büyüyen futbol sevdalıları için Gençlerbirliği’nin yeri her zaman ayrıdır. Bizler belki Gençlerbirliği taraftarı değiliz ancak Gençlerbirliği’nin başarılı olmasını çok isteyen Gençlerbirliği sempatizanlarıyız. Ancak görünen o ki mevcut başkan, yönetim ve zihniyetle Gençlerbirliği daha çok uzun süre orta sıraların ve amaçsızlığın sembolü olmayı sürderecek…
Yazımızı, bir spor kulübünün en temel varoluş sebebi olan kazanma isteğinden yoksun kulüp felsefesine rağmen Gençlerbirliği’ne sahip çıkan, her maçta tribünde yer alan ve sayıları en fazla 3-4 bin kişiyle sınırlı olan Gençlerbirliği’nin sadık, cefakar taraftarını selamlayarak bitirelim. Çünkü böyle yönetilen bir camiayı sahiplenip, her maçına koşturup , destek vermek ancak gerçek bir sevgi ve fedakarlıkla gerçekleşebilir.