Galatasaray-Akhisar maçı başladığında TT Arena’da ne seyirci ne heyecan vardı. Ziraat Türkiye Kupası’nın çift maçlı grup sistemi ve kupa maçlarının finansal değersizliğinden ötürü, özellikle de İstanbul takımlarının maçları, böyle garip bir atmosferde oynanıyor (en kötüsü de bu durum artık kanıksandı ve bununla başa çıkmak için hiçbir çaba göremiyoruz). Bu muhabbeti kısa kesip, bu haftanın ilk Galatasaray-Akhisar Belediyespor maçının değerlendirmesine geçelim.
İki takımın da kadro rotasyonu yaptığı maçta beklenenin aksine erken bir gol, 15. dakikaya kadar orta sahanın hızlı geçilmesi ve iki kalede de tehlikeli pozisyonların olmasına tanıklık ettik. Attığı gole rağmen Umut, golden hemen sonra kaçırdığı bariz gollerin gösterdiği gibi artık Galatasaray’ın forveti değil. Bilal nasıl çektiği şutlar ve attığı gol ile kalitesini koruduğunu ispatlıyorsa 32 yaşında, Umut da her maç tam tersini gösteriyor. Galatasaray’ın ilk 30 dakika oyunu domine ettiğini, bunun en önemli sebeplerinden birinin de Jose ve Bilal ikilisinin gerek ikili mücadeleleri, gerek ‘ribaund’ diye adlandırdığımız dönen topları başarıyla almasını söyleyebiliriz.
Akhisar’da Orduspor döneminden beri takip ettiğim Bruno Mezenga, her Galatasaray taraftarının adını hatırladığı Hasan Kabze ve Karabükspor döneminden tanıdığımız Lomana LuaLua’nın, özellikle ilk yarının başında, etkili olabildiğini söylemek pek mümkün değildi. Daha da kötüsü, otoriteler tarafından ligin en iyi stoperlerinden biri olarak gösterilen Douglão’nun birinci devre performansıydı. Akhisar’ı daha maçın başında yaptığı ölümcül hatalarla oyundan düşüren oyuncu, as kaleci Lukac’ın yerine oynayan eski Ankaragüçlü Bora Körk ile çoğu zaman iletişim sorunu yaşadı.
İlk yarının sonlarına doğru dengelenen oyun, Akhisar Belediyespor’un rakip 18’e geçerken yaşadığı top kayıpları ve Galatasaray’ın başarısız ceza sahası organizasyonları ile gittikçe orta sahaya sıkıştı. İki takımın da başarısız uzun top denemeleri, takımların devre arasına 2-0’lık skorla girmesinde önemli bir pay sahibiydi.
İkinci yarının hemen başında gelen LuaLua’nın golü, Galatasaray’ın tipik defansif zaaflarını göstermesi açısından önemliydi. Onun en yakınında bulunan iki Galatasaraylı’nın Tarık ve Olcan olması aslında Muslera’nın neden çoğu maç forvetlerden daha çok topla oynadığını (!) bize gösteriyor. Kademe anla(ma)yışı ve ‘adam sende’ciliğin ete kemiğe büründüğü bu pozisyon, Mustafa Denizli’nin aslında ne kadar çok işinin olduğunu gösteriyor; stoper transferi olsun veya olmasın.
60. dakikadan itibaren daha konsantre bir Akhisar gördük, bununla beraber Galatasaray’ın hücumdaki etkisi az da olsa azaldı. Yaptığı değişikliklerle Cihat Arslan oyuna dinamizm katarken, bariz bir şekilde maçı da Galatasaray yarısahasına kaydırdı. Bu hamlelere Jem Paul Karacan ile cevap veren Denizli, 65’ten itibaren Akhisar lehine dönen maçı çevirdi demek mümkün değil. 87. dakikada Custodio’nun rahatça direğin hemen üstünden dışarı yolladığı kafa vuruşu, eğer gol olsaydı belki de Rize benzeri bir felakete seyirci olurduk.
Galatasaray, özellikle maçın son anlarında yediği baskıya rağmen bu maçı 2-1 gibi bir skorla kazandı. Şimdi sırada 20 Aralık’ta, galip gelenin ligde 3. sırayı alacağı ikinci raunt bulunmakta. Bakalım Mustafa hoca, Şampiyonlar Ligi potasına girme yolunda önemli olan bu lig maçında gereken değişiklikleri yapabilecek ve bir galibiyet daha alabilecek mi?
(Resimler tff.org ve twitter.com/GalatasaraySK sitelerinden alınmıştır.)