Futbol maçlarını çekici kılan unsurların başında stadyumlarda çalınan parçalar ve söylenen marşlar gelir. Hatta uzun vadede müziklerin oyunun kendisinden dahi daha ünlü olduğunu yıllar içinde görüyoruz. Waka Waka, Lampard’ın Almanya’ya karşı sayılmayan golü ve De Jong’un uçan tekmesiye yarışıyor. Blur’un efsanevi şarkısı Song 2’nun ise rakibi yok. Hatta ve hatta Euro 2012 gibi vasat bir turnuva dahi jenerik müziği ile akıllarda yer ederken müziğin ülkemiz futboludan her gün kopması oldukça endişe verici.
Ligimizin önde gelen takımlarından yalnızca Beşiktaş, gol sonrası çalan müzikte kulüp değerlerini yansıtan bir parça kullanıyor. Öte yandan Galatasaray ve son yıllarda Fenerbahçe, yabancı dilde ve kültürlerinin melodilerini yansıtmayan şarkıları seçmeleriyle dikkat çekiyor. Bu takımlarımızın uluslararası bir tanınırlığı olabileceğinden bu durumu hoş görebiliriz ancak karşımızda bir Sivasspor gerçeği olduğunu unutmayalım. 2015-2016 sezonunda kötü bir oyunla küme düştüler ama oyunlarından çok gol müzikleri konuşuldu. Sivas gibi köklü bir şehrin değerlerini yansıtmak bir yana kötü bir gece kulübünü dahi heyecanlandırmayacak bir parça seçiminde bulundular. Dürüst olmak gerekirse Sivasspor forvetlerinin neden beklentilerin altında kaldığını anlamak zor olmuyor.
Göreceli olarak geçmişine daha tutkuyla bağlı olan Beşiktaş tribünlerinin de özellikle Vodafone Arena’nın açılmasıyla birlikte birer taraftardan çok müşteri haline geldiğini görüyoruz. Standart gol müziği yerine Mario Gomez’in şarkısı çaldığında işlerin değiştiğini anlamak gerekiyordu ancak özellikle geçtiğimiz yaz kulübün Spotify ile anlaşmasının ardından maç atmosferinin oldukça değiştiğini kabul etmemek mümkün değil. Ateşini Yolla Bana gibi efsaneleşmiş bir şarkı geri plana atıldı hatta listeden çıkartıldı. Yerine gelen Zara Larsson’un, Lush Life isimli parçasını ise yalnızca müşterilere dinletebilirsiniz. İnönü Stadı yıkılırken de o şarkı vardı, Atatürk Olimpiyat Stadı’nda Liverpool’u elerken de. Kulübü oluşturan ruhu, heyecanlandıran ritmi içinden alırsanız geriye ne kalır ? Hatta stadın açılış maçı olan Bursaspor maçı öncesi “Ateşini Yolla Bana çaldığında beni görüntülü ararmısın?” diyen askere babası gururla dinletmişti o besteyi. Oysa siz hepimize “Evine Hoşgeldin Beşiktaşlı” demiştiniz. Taraftarın kültürü yeterince retweet, like getirmiyor mu yoksa ? Bam teline dokunduğunuz milyonlar ve o mutlu olan askerin tek bir teşekkürü neden yeterli olmadı? Marcelo bu şarkılarla maça konsantre oluyor olabilir ama o renklere gönül verenlerin aynı görüşte olduğu tartışılır. Her maç öncesi özellikle Twitter’da bu konuda hakarete varan eleştiriler yapılıyor ancak dikkate alındığını söylemek güç. Bununla yetinmeyip üstüne Wydad Casablanca takımının tribün şovunu zorla taraftara yaptırmaya çalışırsanız tabiki başarısız olursunuz. Anadolu Ateşi ekibi ve besteyi uyarlayanlar her ne kadar başarılı olursa olsun kimse tribüne yukarıdan indirme işlerle yol gösteremez. Taraftarın kalbindeki gerçek ateşi sessiz tezahürat organizasyonunda görmedik mi zaten? Kulüp markalaşmayı hedefliyor olabilir ama mevcut iyi yönlerini geliştirmeli, olmayan özellik yaratmamalı.
https://www.youtube.com/watch?v=0VAijOLwg4A
Kulüplerimizin müziği unutmaya çalıştığını çıkardıkları ürünlerden görmek mümkün. Türlü türlü tekstil ürünleri çıkaran Kartal Yuvası, 2015-2016 sezonu için henüz şampiyonluk müziklerini derlemedi. Oysa bundan 7 yıl önce ve 100. Yıl sezonunda bu hayata geçirilmişti. Vodafone Arena için şapkalar plaketler bardaklar üreten kulüp o hisli besteyi nedense “CD’ye çekemedi”! Arena bir yana albümsüz geçen yıllarda Zafer Algöz ve arkadaşları beste yaptı, Beşiktaş tribünü özlem ve aşk konusunda Divan Edebiyatı sanatçılarına aşık attı ama hiçbiri Quaresma’nın ısınma parçaları kadar değer görmedi. Profesyonelleşme adı altında bu durumlar normalleştirilmeye çalışıyor ancak bir kulübün değerlerini marş dinleyerek büyüyen Necip Uysallar ve onlara ilham veren Baba Hakkılar Koca Yusuflar yaratır. Zara Larsson günün birinde diva olabilir ama o bu kulübü Birol Can kadar sevebilir mi ? Profesyonellik stad yapmaktır, az maaşa oynamaya ikna etmektir. Yoksa en iyi ihtimalle A.S Monaco gibi takılırız.
Koskoca Barcelona 10 yerli ile sahaya çıkarken biz altyapıdan oyuncu çıkmamasını kanıksadık, kaptanlık pazubandını aidiyet hissetmeyenlere verirken çekinmedik. Messi’ye verilmeyen onur, Matias Delgado’ya verildi. Zeminlerimiz izleyenlere şevk versin diye bir nebze başardık. Son olarak stadlarda kendi şarkımızı söylemek istedik onda da bize dayatmadığınız yabancı popçu kalmadı. E ligimizi izleyenin de olmadığı iddia ediliyor. Kime ne sergilediğimiz belli değil. O zaman kaybettiğimiz değerlerin ardından hep birlikte Ellerim Bomboş şarkısını söyleyelim…