Aralarında gelir uçurumu olmasına karşın bir emekçi ile genç yaşta baskıyı üstlenen futbolcunun yaşadığı fiziksel ve ruhsal eksilme birbirine benzemektedir. Futbolun bir endüstriye dönüşmesinin doğrudan tanığı olan 1980-1985 arasında doğan jenerasyon bu değişime ve sancılarına yakından tanıklık edenler oldu. Aralarından büyük liderler çıktığı gibi günümüz futbolu için erken yaşta yaşadıklarına dayanamayıp geri adım atmak zorunda kalanlar oldu. Endüstriyel futbol ile amatör ruhun arasında sıkışmış ilk nesil belki onlar değildi fakat iliklerine kadar sömürülen ilk Avrupalı nesil oldukları tartışmasız bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor.

Almanlar, 2014 Dünya Kupası’nda şüpheye mahal vermeden şampiyon olurken; taraflı tarafsız tüm futbolseverler, onların yıllar süren yapılanmalarına şapka çıkardı ve örnek alınması gereken bir model olarak gördü. 2000li yılların başında yaptıkları atılımlarla; Kimmich, Mesut, Gomez gibi farklı jenerasyonlardan yetenekli çocukları kendi ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde yetiştirdiler ve bunun ödülünü biraz gecikmeli de olsa aldılar. Bu başarının temelinde yer alan oyuncular hatırlayacağınız üzere Phillip Lahm, Per Mertesacker, Bastian Schweinsteiger ve yaşlı kurt Klose’ydi. Kupanın ardından bu oyuncuların devri beklenenden hızlı bir şekilde kapandı ve etkisinin ülke futboluna yansıması uzun sürmedi. Oyuncular için de kader ağları farklı şekilde örülmemişti. Hemen hemen 10 yıl boyunca milli takımın değişmezi olan Lahm, Mertesacker ve Schweinsteiger’in kariyerlerinde kupanın ardından önlenemez bir düşüş başladı.

Phillip Lahm, mental yorgunluğu daha fazla taşıyamadıktan sonra 2017 yılında henüz 34 yaşındayken futbolu bıraktı. Çoğu Bayern Münih formasıyla olmak üzere 652 kulüp maçına çıktıktan sonra çift yılların hepsinde temmuz ayına kadar mücadele etmenin ne kadar zor olduğunu bizlere gösterdi. Pep Guardiola onu bambaşka bir oyuncuya çevirdi ancak ayaklarından ziyade kafası artık topa gitmiyordu. Kazanılabilecek tüm kupaları kazanması; mutlaka doygunluğa neden olmuştur fakat erken emekliliğindeki asıl neden üst düzey futboldaki rekabetçiliği kaldıramamasıydı. Öyle ki; Bayern gibi sürekli en üst düzeyde olmanız gereken bir takımda seviyeyi korumak fiziksel olduğu kadar zihinsel de bir sınavdır. Bu sınavı Lahm’a kıyasla geçemeyen oyunculardan biri de Schweinsteiger’di. Kanat pozisyonundan merkez orta sahaya kayarak daha da değerli bir oyuncu haline gelen Schweinsteiger, Bayern formasını terletirken mevkisinin sayılı oyuncularından birisiydi. Dünya Kupası’nın kazanılmasının ertesi sezonunda Manchester United’a katıldı. Sakatlık problemleri nedeniyle burada yeterince şans bulamadı ve tutunamadı. O da Lahm gibi 20 yaşından beri Almanya’yı en üst düzeyde temsil ediyordu ve bir noktadan sonra vücudu kaldırmadı. Zira Bayern Münih de onu son nefesine kadar kullanıp kazanmadık kupa bırakmayınca yolları ayırdı. 10 yıl boyunca en üst düzeyde performans gösterme zorunluluğuna göğüs gerdikten sonra oyununu olgunlaştıracağı dönemde takımlarını hep kenardan izlemek zorunda kaldı. Almanya için elinden geleni yapıp 30 yaşından sonra tanınmaz hale gelen isimlerden biri şüphesiz Per Mertesacker. 2018 sezonunun sonunda futbolu bırakacağını açıklamasına karşın işi kafada bitireli yıllar oluyor. 1990lı yıllarda lige katılmış olsa fenomen bir savunma oyuncusu olabilecekken; Arsenal’in de oyun tarzının etkisiyle vücudu yılda 11 ay futbol oynamayı kaldıramadı ve bunu lider kimliği ile de kapatamayınca gözden düştü. Christoph Metzelder’in aksine geri çekilmeyi geç kabullenince son sezonları fizyoterapistle geçti. Genç oyunculara milli takım kapısını açmakta tereddüt etmedikleri için Almanları övebiliriz fakat Dünya Kupası zaferini elde edene kadar geçen sürede oyunculara nasıl kötülük ettiklerini görebiliyoruz.

Fernando Torres’in kariyerindeki son olumlu hareket.

Fernando Torres ve Wayne Rooney gibi forvetler için de işler her zaman istedikleri gibi gitmedi. Yerlerini aldıkları efsanelerin mirasını, bir kademe daha ileri taşımış ve büyük zaferlerde önemli pay sahibi olmuş olsalar da kariyerlerindeki erken düşüşe engel olamadılar. Biri İspanya’nın umudu olurken diğeri de klasik İngiliz abartmasından bağımsız olarak ülkesinin tek umudu oldu. Sakatlıklar ve skandallar Rooney’i, bıkkınlık ve baskı da Torres’i genç sayılabilecek yaşta elit seviyenin dışına taşıdı. Kariyerinde; 2 Avrupa Şampiyonası, 1 Dünya Kupası, 1 Şampiyonlar Ligi zaferi, 2 Avrupa Ligi olan ve sayısız gole imza atan Torres’e kupalar açısından baktığımızda eleştirmenin imkansız olduğunu görebiliriz fakat madalyonun öteki tarafı bir o kadar karamsar bir tablo çiziyor. Atletico formasını ilk defa sırtına geçirdiğinde 16 yaşındaydı, kısa sürede kaptanlığa kadar yükseldi ve kulübün istikrarsız zamanlarında takıma liderlik etti. Kısa ama unutulmaz bir Liverpool macerasına yelken açtıktan sonra kariyerinin başında altına girdiği yük kendini göstermeye başladı. Chelsea’ye rekor bir ücretle gitmeden önce kariyeri düşüşe geçti ve o dönem henüz 27 yaşındaydı; Euro 2008’i kazandıran golü atan ve 2010 Dünya Kupası’nın değerli isimlerinden biri olmasına rağmen Euro 2012’de yerini bir orta sahaya kaptırdı ama buna rağmen kariyerine o kupayı ekledi. Chelsea ve kariyerinin ilerleyen döneminde hep tartışılan vasat bir forvete dönüştü; kulübün tarihindeki ilk Şampiyonlar Ligi zaferine çok değerli bir golle katkıda bulunduktan sonra son 6 yıldır hiçbir katkı veremedi. Yerini doldurduğu Raul de futbola erken başlamıştı ama daima istikrarlıydı; Torres sınıfta kaldı, ülkesini bir Brezilyalının keyfine mahkum etti.

Henüz 20 yaşındaki Rooney, Dünya Kupası maçında tartışmalı bir kırmızı kart görüyor.

Wayne Rooney bir İngiliz olduğu için onu değerlendirirken maruz kaldığı yıpratılmaya da dikkat çekmek gerekiyor. Ergenliği tamamlamadan formayı alması, eşi ile çalkantılı ilişkisi, dizginlenemeyen öfkesi ve Ronaldo ile yaşadığı tartışma gibi olayların hepsi o daha 21 yaşına gelmeden yaşandı. Bu kadar fazla gelişmeyi kaldırabilecek yetenek kendisinde olsa da mental açıdan bunu kaldırabilecek herhangi bir futbolcu olduğunu düşünmüyorum. Öyle ki; ilerleyen zamanlarda Rooney, İngiltere’nin en golcü ismi oldu ve kulüp düzeyinde ulaşılabilecek en üst seviyeye geldi. İngilizlerin gözbebeği, Ronaldo’suz Manchester United’ı ayakta tutabildi ve başarıya ulaştırdı ancak enerjisi bitişi Alex Ferguson’un ayrılığına denk geldiğinden, yaşadığı çöküş de büyük oldu. Hayata ve rakiplerine karşı olan öfkesi dindi ama 29 yaşına geldiğinde kendinde forvet oynayacak enerjiyi dahi bulamaz oldu. Çocukluk aşkı Everton’a döndü; ona yer açabilmek için defansif orta sahada dahi şans buldu ancak takımın zayıf karnı olmaya devam etti. Şimdi karşılıklı anlaşarak yollarını ayırırken; Ada Futbolu’nun baskıyla yok edeceği bir diğer çocuğu bekliyor olacağız.

De Rossi sakatlık geçiriyor. İtalyanlar için alışıldık bir an.

Bugün herhangi bir çalışanın kariyerini yalnızca tek bir kurumda sürdürmesinin mümkün olmadığını görüyoruz. Bunun çeşitli sebepleri olmasına karşın kişinin sadakatini ve performansını etkileyen faktörlerin futbol piyasasında daha çok olduğunu iddia etmek isabetsiz olmayacaktır. Daniele De Rossi ve Igor Akinfeev günümüzde kulüplerine sadakatlerini farklı şekillerde göstermiş iki efsane olarak karşımıza çıkıyor; buna karşın performansları dikkate alındığında ikisinin de yorulduğunu söylemek mümkün. De Rossi oldukça yetenekli ve formasına bağlılık gösteren İtalyanlar futbolculardan biri olmasına karşın efsane olma konusunda daima Totti’nin arkasında kalacak olmanın rahatlığı ile kariyerini sürdürüyor. Bir dönem oynadığı pozisyonun sayılı isimlerinden biriydi ancak son yıllarda modern futbolun evrildiği noktayı fiziksel olarak kaldıramaması nedeniyle Roma’daki misyonunu çoktan tamamlamış olması gerekiyordu. Bağlılık ve vefa duygusunun ağır bastığı İtalya’da bazı oyuncular yeteneklerinden bağımsız değerlendiriliyor olabilir fakat De Rossi’nin rolünün azaltıldığı, Totti’nin de emekliliğe ayrıldığı Roma’nın bu sezon elde ettiği başarılarda modern futbolun gerekliliklerinin doğru uygulandığını görüyoruz. Igor Akinfeev ise CM ve FM serileri haricinde futbolseverlerin hayatına dokunamamış bir kült figür olarak karşımıza çıkıyor. Yüzü eskiyene kadar insanlar ona umut bağladı ancak sakatlıklar ve bir kaleci için dezavantaj yaratacak fiziksel özellikleri nedeniyle hiçbir zaman Avrupa’ya transfer olamadı. Şampiyonlar Ligi’nde üstüste 43 maç gol yiyecek kadar kötü olduğunu düşünmesem de kalecilik mesleği sadece Akinfeev için değil Casillas için de nankör bir meslek. Mental ve fiziksel özelliklerde düşüşü kaldırmadığından Buffon hariç modern zamanların tüm kalecileri bir gün o kaçınılmaz ‘haksızlığa’ uğramaya mahkum.

Görsel Kaynakları:

IB Times

T-Online

Leave a Reply