Andy Murray kariyerinin başlarında ve olgunlaşma döneminde, birçok tenisçinin kolay kolay altından kalkamayacağı zorluklar yaşadı. Grand Slam finalleri kaybetti, ülkesinin hatta bütün Britanya’nın yıllarca süren Britanyalı Wimbledon şampiyonu özlemini gideremedi ve en iyi oynadığı dönemde bile 1 numara olamadı.
İskoç tenisçinin, Nadal, Federer ve Djokovic gibi birbirinden üst seviye üç oyuncuyla aynı döneme denk gelmesinin de bu zor anların yaşanmasında önemli bir etken olduğunu düşünüyorum. Bu üç oyuncu, Murray’i defalarca yarı finallerde ve finallerde eli boş gönderdi. Özellikle Federer’e karşı oynadığı 2010 Avustralya Açık Finali belki de Murray’nin yaşadığı önemli hayal kırıklıklarından ilkiydi. Murray, son şampiyon Rafael Nadal’ı set vermeden saf dışı bırakmış ve o galibiyetin ardından, final maçı öncesi şampiyonluğun en büyük favorisi olarak gösterilmeye başlamıştı. Baştan sona Federer üstünlüğüyle geçen maç sonunda Federer 3-0’lık ezici bir skorla Murray’ı mağlup etmiş ve kupaya uzanmıştı. Maç sonunda tıpkı Federer’in, 2009 Avustralya Açık Finalinin ardından gözyaşlarını tutamadığı gibi Murray de gözyaşlarını tutamadı. Murray bu sırada mikrofonu aldı ve ağzından şu cümleler döküldü:” Federer gibi ağlayabilirim ama asla onun gibi oynayamam.” Bu cümleler Murray’nin yaşadığı bunalımın ve hayal kırkılığının özeti gibiydi. Bundan tam 2 yıl sonra İskoç tenisçi kariyerinin en dramatik anını Wimbledon çimlerinde yaşadı. Bu dramatik anda yine rakip İsviçreli tenisçi Roger Federer idi. Murray’nin finallerdeki kötü performansı ve turnuvayı 1936 yılından beri hiçbir Britanyalının turnuvayı kazanamamasının yarattığı baskı Murray cephesinde etkisini 2012 Wimbledon finalinde de hissettiriyordu. Belki de kariyerinde en çok kazanmak istediği turnuva olan Wimbledon da ilk set her şey yolunda gidiyordu.
İlk seti kazanan Murray ve maçı izleyen Britanyalılar içlerinden bu sene o sene mi diyorlardı. Ne yazık ki bütün umutlar, Murray’nin bir türlü kurtulamadığı kort içindeki dağınıklığı ve odaklanma sorunu nedeniyle suya düştü. Daha önce bu turnuvayı 6 kez kazanan Federer, Murray’i 3-1’lik skorla devirip 7. Wimledon şampiyonluğuna ulaşıyordu. Murray’nin maç sonundaki hali içler acısıydı. Tükenmişlik, çaresizlik ve yıpranmışlık İskoç tenisçinin o anki halini en iyi özetleyen 3 kelimeydi. Hiçbir tenisçinin yaşamak istemeyeceği bu anı Murray yaşamıştı fakat ne olduysa o gün oldu. Hani Victor Hugo diyor ya “ Gecenin en karanlık olduğu an şafağa en yakın andır” diye, Murray’nin de bu dip yaptığı an onun, bundan sonraki büyük başarılarının ve zirve yürüyüşünün başlangıcı oldu. O günden sonra tenis severler bambaşka bir Andy Murray izledi.
Murray, ilk olarak 1 ay önce hezimete uğradığı çim kortta Londra’daki Olimpiyat Oyunları finalinde Federer’i yenerek kendini gösterdi. Federer’in çok istediği ve kariyerindeki tek eksik şampiyonluk olan Olimpiyat Şampiyonluğunu onu yenip kazanmak her yiğidin harcı değildir. Murray’nin bu şampiyonluğu ona büyük bir özgüven kattı ve geçmişte ona zarar veren özelliklerinden yavaş yavaş kurtulmasını sağladı. 2012 Amerika Açık, Murray için çok özel bir turnuva oldu. İlk Grand Slam’ini, kariyerinin en iyi dönemini geçiren Novak Djokovic’i ve makus talihini yenerek kazandı. Murray, artık o yüzüp yüzüp kuyruğuna geldiği Grand Slam şampiyonluğunu kazanmış bir tenisçiydi ama onun içinde hala Wimbledon şampiyonu olma hayali vardı ve bunu kendisi ve ülkesi için çok istiyordu. Takvimler 2013 Temmuzunu gösterdiğinde Murray’nin karşısına bir fırsat daha gelmişti. 2012’de olduğu gibi 2013’te de finale çıkmış fakat bu sefer rakip Federer değil Djokovic idi. Bir sene önce yaşadıklarını yaşamak istemeyen Murray, final maçına çok ekstra motivasyon ve konsantrasyonla çıktı ve Djokovic i 3-0 gibi rahat bir skorla geçerek Britanyalıların 77 yıldır hasretini çektiği şampiyonluğu kazandı. Bu şampiyonluk belki de Murray’nin kariyeri boyunca kazandığı en önemli şampiyonluktu. Murray için çok farklı şeyler ifade eden bu şampiyonluk Murray’nin üzerindeki inanılmaz baskının da ortadan kalkmasına neden oldu. Murray ayrıca bu Wimbledon zaferiyle, geçmişte diş geçiremediği oyunculara karşı nasıl üstünlük sağlayabileceğini de göstermiş oldu. 2016 Wimbledon şampiyonluğu ise, Murray’nin bir Grand Slam’i birden fazla kez de kazanabileceğini bütün dünyaya gösterdi.
İskoç tenisçinin bir sonraki ses getiren şampiyonluğu ise 2016 Rio Olimpiyat oyunlarında kazandığı altın madalya oldu. Federer’in sakatlık nedeniyle katılamadığı, Djokovic’in ilk turda elendiği ve Nadal’ın yarı finalde veda ettiği turnuvada, Murray şampiyonluğa ulaştı. 17 Grand Slam ile tenis tarihinin en çok Grand Slam kazanan oyuncusu Roger Federer’in bir kere bile kazanamadığı olimpiyat altınını Murray gibi iki kere kazanmak gerçekten şapka çıkarılacak bir olay. Andy Murray 2012 yılından beri devam eden başarılı grafiğini, geçtiğimiz hafta sonlanan ATP Sezon Sonu Turnuvasından sonra gelen Dünya 1 numarası etiketiyle taçlandırdı.
Andy Murray, kariyerinin başlarında ve olgunlaşma döneminde yaşadıkları nedeniyle çoğu kez pes etme noktasına geldi ama asla pes etmedi. Belki de Samuel Becket’in :” Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil!” sözünde olduğu gibi hep denedi hep yenildi ama bir gün geldi ve o artık yenilmeyen ve dünya 1 numarası olan bir tenisçi haline geldi. Nadal, Federer ve Djokoivc kadar büyük bir hayran kitlesi olmasa da bugün başardıklarıyla övgüyü, alkışı ve büyük saygıyı hak ediyor Küllerinden Doğan Tenisçi: Andy Murray!
Kaynakça
1-https://tr.wikipedia.org/wiki/Andy_Murray
2-http://m.ajansspor.com/haber.asp?ID=358175
3-https://tr.wikiquote.org/wiki/Samuel_Beckett
4-https://tr.wikiquote.org/wiki/Victor_Hugo