Spor dünyasında herkesin sevdiği bir figür olmayı becerebilmek zordur. Özellikle futbol, basketbol gibi dünya genelinde daha çok takip edilen sporlarda aklıma herkesin sevdiği bir karakteri getirmekte zorlanıyorum. Belki Beşiktaş’ın malzemecesi Süreyya yerel bir şöhreti olduğundan dolayı herkes tarafından seviliyordur ama bundan bile emin değilim. Durum öyle bir hal aldı ki insanları hayranı oldukları, takip ettikleri sporcuların rakiplerini karalar hale geldiler. Benim için birilerinin “fanı” olma durumu Maradona’ya Messici mi Ronaldocu mu olduğu ana temalı bir soru sorulduğunda ikisinden de yana olmadığını ve ikisini de çok beğendiğini ve futboldan bu şekilde keyif aldığını belirttiğinde anlamsız hale geldi. Bu açıklamayı duyduğumdan beri ben de bu düşünce yapısını benimsemiş durumdayım.
Josep Pep Guardiola son 10 yıldır futbol dünyasında en çok konuşulan futbol adamlarından biri, belki de en çok konuşulanı. Teknik direktörlük kariyeri kupalarla dolu ama çıtayı öyle bir seviyeye çekti ki Şampiyonlar Ligi’ni kazanamadığı zaman başarısız bulunuyor. Bu sene Şampiyonlar Ligi ve Uefa Avrupa Ligi finallerini İngiliz takımları kendi aralarında oynadı ve bu 4 takımdan herhangi biri Premier Lig’in 2018-2019 şampiyonu değildi. Aslına bakarsanız Manchester City’nin Pep ile bir Şampiyonlar Ligi şampiyonluğuna hala ulaşamamış olması benim için de başarısızlık ama Guardiola’nın 10 sene içinde başardığı şey kupalardan daha önemli.
Başarılı teknik adam direkt olarak bulunduğu ülkenin futbol anlayışını etkiliyor, rekabeti arttırıyor ve hatta teknik direktörlük yaptığı ülkedeki milli takım bile daha başarılı hale geliyor. Bundan 5 sene önce Premier Lig’in prestij kaybı yaşadığı, tekniğe dayalı futbol yerine daha güce dayalı seyir zevki düşük bir futbol oynandığı konuşuluyordu. O da çoğu teknik adam gibi İngiltere gibi bir futbol ülkesinde ilk senesinde direkt başarıya ulaşamadı ama 2. senesinde artık çok sağlam bir City vardı. Guardiola, popülaritesini kaybetmek üzere olan Ada futbolunu yeniden canlandırmayı başarmıştı. Onunla beraber dünyaca ünlü diğer teknik adamlar da ( Klopp, Sarri, Emery) rotasını İngiltere’ye çevirme kararı aldı. İnsanoğlunun içindeki “en iyiyi” yenme dürtüsü Guardiola’nın bulunduğu lokasyonu daha da çekici hale getiriyor diyebiliriz. Hatta kendisi de bu konuyla ilgili bir açıklama yapmıştı; “ Geçen sene 90 puan bantlarındaydık bu sene 100 puana yaklaşmış durumdayız. Biz Liverpool’un bu seviyeye çıkmasına yardım ettik ve Liverpool bizim bu seviyeyi korumamızı sağladı”.
Guardiola, futbol seyircisine her zaman yeni bir arayış içinde olan ve hayatın öğrenmek için en iyi okul olduğunu bilen bir teknik adam imajı çizdi. Bu yüzden bu 10 senelik dilim içinde İspanya, Almanya ve İngiltere’de teknik adamlık yaptı. Barcelona’dayken Mourinho ile rekabetini takip ediyorduk, Bayern Münih’teyken ligi tek başına domine etmiş ama yine Şampiyonlar Ligi’nde sendeleyen bir makine yaratmıştı. İngiltere’deki hikayesi şimdilik Almanya’daki ile paralel ilerliyor ama Pep’in varlığının bulunduğu ülkedeki milli takıma katkısı göz ardı edilmemeli diye düşünüyorum. İspanya milli takımı 2008’den 2012’ye kadar 2 Avrupa, 1 Dünya şampiyonluğu kazandı ve Pep Bayern’e geçtikten sonra Almanya milli takımı 2014 Dünya Kupası’nı deyimi yerindeyse rakibi eze eze kazandı. 2018 Dünya Kupası’na geldiğimizde kağıt üzerinde her zaman iyi ama her zaman başarısız İngiltere milli takımı bu sefer çok da iyi gözükmeyen kadrosuyla yarı finale kadar ulaştı ki bu İngilizler için büyük bir başarıydı. Bu milli başarılarda Guardiola’nın direkt bir etkisi olmadığı aşikar ancak ülke futboluna enregre ettiği oyun anlayışıyla, oyunculara kattığı değerle ve istemsizce rekabeti arttıran yapısıyla Pep Guardiola benim için bir teknik direktörden daha fazlası ve futbol tarihine adını altın harflerle çoktan yazdırdı bile.