Futbol tarihinin gördüğü belki de en iyi teknik adam, kaldı ki özellikle 2000’ler sonrası teknik adamların öneminin bazı takımlar adına sahadakilerin bile önüne geçtiği, makine düzeni oynayan ekipler için yıldızlık rolünü üstlenen teknik adamların rol modeli, tiki taka denince akla gelen ilk isim, kariyeri boyunca sayısız yıldızla çalışmasına rağmen en sihirli oyunculara dahi hücumda pek de özgürlük tanımayan -Messi dışında- her zaman kendi etkisini hissettiren ve belki de en önemlisi futbola karşı bu teorisyen ve devrimci bakışına rağmen gerçek bir kazanan. Toplam 38 kupa, son 7 yılda 6 kez Premier Leauge Şampiyonu, 3 UEFA Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu ve her seferinde topu rakibe göstermeyen son derece radikal dominantlıkta ustalıkla kurgulanmış pas oyunları…

İşte saydığımız tüm ünvanlara sahip bu adamın son iki, üç ayda edindiği yep yeni bir sıfatı daha oldu: Kaybeden. Evet, gerçekten de Barcelona, Bayern Munich ve Manchester City’de bırakın maçı, topla oynama yüzdesini dahi kaybetmeyen bu adam kazanmayı unuttu. City, oynadığı son 11 maçta 1 kez kazanırken 2 kez berabere kaldı, 8 kez kaybetti. Bir iki fark var, City’nin bu süreçte kazanmaya yaklaştığı maçlar oldu tabii ki. Ama bir gerçek var ki o da kaybediyor olması.

Peki sorun ne? Dahi, tüm bildiklerini unuttu mu? Yıldızlar doygunluğa mı ulaştı yoksa kral çıplak ve kadro kötü mü?

Doymuşluk Tezi

Sporda çok da sık kullanılabilen bir argüman değildir doymuşluk. Çünkü pek çok sporun ruhu bir takımın ya da bir sporcunun haftaları, ayları, yılları sürekli kazanarak geçirmesine müsaade etmez. Olur da biri bunu başarırsa takdirleri, alkışı toplamaya başlar pek tabii. Ancak olur da işler tersine döner, mağlubiyetler gelmeye başlarsa, hele bir de bunlar sürekli oluyorsa bizler için çok kestirme bir yol vardır: Doymuşluk. Bu tezi City’i için değerlendirmeye başlamadan bir görsel sunmak istiyorum:

Bu görsel Manchester City’nin oynadığı son Liverpool maçından. Özellikle Messi ve Ronaldo’nun ayrılışları sonrası futbolun bir numaralı rekabeti bu maç olmuştu. Bu sporcular da işte kestirme tabirimizle doymuşlar. Bu tezin gayet geçerli olabileceği İlkay, Bernardo, Dias ve Walker iyi bir maç oynamadılar, ve evet diyelim ki uzun periyodu da göz önüne alarak doymuşlar. Şimdi geriye kalan 7 adama şöyle bir bakalım. Geçtiğimiz sezon PFA (Profesyonel Futbolcular Birliği-İngiltere) tarafından sezonun oyuncusu seçilen ve henüz 24 yaşında olan Phil Foden, Wolves’tan City’e transferinin üstünden 2 yıl geçmemiş Mateus Nunes, alt yapıdan geçtiğimiz sezon çıkan ve forma şansını bu sezon almaya başlayan Rico Lewis, Ake ve Akanji gibi hem görece yeni hem de alınan hiçbir şampiyonlukta savunmada baş rolü oynamamış oyuncular, kalede sezonda 3-5 maç oynarsa kendini şanslı hisseden Ortega, ve tabii ki en iyi oyuncu mu tartışmalarının göbeğinde henüz hiç Ballon d’or kazanmamış, altın ayakkabı ve UEFA yılın oyuncusu (birer kez) ödülü dışında hiçbir bireysel kupası olmayan Erling Haaland. City 11 maçlık periyotta bu 7’linin sahada olduğu pek çok maç oynadı. Alttaki görsel de aynı maçın yedek kulübesi…

Pepp Guardiola vs City Kadrosu

İlk tezi ele aldık ve diyelim ki sorunun o olmadığını düşünüyoruz. O zaman iki seçenek daha kalıyor elimizde. Sorun ya teknik adamda ya da kadroda. İlk olarak patronu ele alalım.

Biraz önceki doymuşluk tezinin bir muhattabı da bu adam aslında. Acaba doyan o mu diye düşünebilirsiniz. Ancak bu kadar kazanmak için zaten bu duyguyu çoktan yenmiş olmanız ve normların biraz dışına çıkmış olmanız gerekir. Yazıya koymayı doğru bulmadım ancak eğer haberdar değilseniz sizden “Guardiola, I want to harm myself” kelimlerini Google’lamanızı rica edeyim. 11 maçlık periyottaki en dramatik maçlardan biri olan Feyenoord karşılaşmasında epey rahat şekilde 3-0 öne geçen Manchester City mücadeleden 3-3 berabere ayrıldıktan sonraki basın toplantısına ait bir kesit izlemiş olacaksınız. Ve evet sorun bu adamın doymuşluğu ya da bildiklerini unutmuş olması değil. Bu adama dair bir sorun varsa aslında şu ki Ocak ayında sezon sonunda Liverpool’dan ayrılacağını ilan ederken Jurgen Klopp taraftarlarına oldukça dürüst davranmış ve enerjisinin tükendiğini söylemişti. Beraber 9 yıllarını Premier Leauge zirve rekabetine adayan bu ikiliden müziğin “hard rock” tarafını üreten Klopp’un enerjisinin “sanat müziği” üreticisi Guardiola’dan önce tükenmesi normal denebilir. Ancak bir gerçek var ki her ne kadar Liverpool, Arne Slot ile zirve mücadelesine devam etse de Guardiola rekabete dair olan heyecanını olmasa da odağını kaybetti. Bu adam için kesin ifadeler kullanmak yanlış olabilir, sezonun ilk yarısını 4 5 gibi sıralarda tamamlayıp lig kupası almışlıkları var zira. Ama bu kez, onu sarsacak, tetikleyecek Alman, şu sıralar Red Bull danışmanlık görevi, ailesi ve hobileriyle meşgul.

Peki, o zaman odadaki fili öldürelim, sorun kadro mu sorusuna yanıt arayarak. Eğer oran vermeyecek ve tek bir tarafı seçeceksek aslında ben bu saflardayım. Evet, sorun kadro. Yapılanmaya dair birkaç bir şey söylemeden önce şunu belirtmek gerek ki takım, son Ballon d’or sahibi, takımın bel kemiği ve belki de en önemli oyuncusu Rodri’den yoksun, ve eğer o bu periyotta sahada olsaydı City yine mağlubiyetler alırdı ama işler bu kadar radikalleşmezdi. Ama bir gerçek daha var ki o da epey kötü bir kadro mühendisliği yapılması. Sahada olabildiği her an etkinliğini hissettiren, takımın en sihirli ayağı Kevin De Bruyne, dedikoduları doğrularcasına artık ancak Suudi Arabistan’da oynayabilecek bir sağlık durumunda gibi. Bu adam üstünden okuma yapmak kadronun mühendisliğine de açığa çıkarıyor aslında. Şöyle açıklayayım, De Bruyne ve Haaland’ı ele aldığımızda şu açık ki evet ikisi de harika oyuncular olmalarına karşın oyun tarzı olarak birbirleriyle hiç de alakaları yok öyle değil mi?

Ancak bu ikilinin meziyetlerini bir potada eriten bir adam vardı kadroda. Geçtiğimiz sezon Haaland’ın sakat olduğu periyotta forvette yerini alan Julian Alvarez bitiricilik konusunda City’e hiç problem yaratmadı ve takım Norveçliyi beklerken kazanmaya devam etti. O döndüğünde Pepp tam sevinecekti ki, bu kez de De Bruyne sakatlandı ve oyun kuruculuk işleri Julian Alvarez’e kaldı. Bu kez de kendini on numarada bulan Arjantinli, mükemmel bir bağlantı oyuncusu oldu, tabii ki De Bruyne oyunu değildi bu, ancak takım akışkanlığını yitirmemişti. Zaten sıkıştıkları yerde de Alvarez duran topların başına geçip adeta penaltı atarmışcasına topu filelere yolluyordu. Alvarez, özellikle Arjantin ile Dünya Kupası’nı kazanıp daha fenomen bir oyuncu haline gelmesiyle sezon başında daha ana rollerde yer bulabileceği bir yere gidebilmek adına City’e ısrarcı oldu ve 80 milyon avroya Atletico Madrid’in yolunu tuttu. Sezonda ise bu bölüme kadar harika bir katkı verip Madrid’in şampiyonluk potasına girmesinde ciddi rol alan yıldız, 12 gol 2 asist yaptı ve kendi adına doğru kararı verdiğini gösterdi.

Şimdi şunu sorabilirsiniz: bu bir Manchester City ve Pepp Guardiola yazısı, Atletico bir kenarda dursun, Alvarez’in gidişi sonrası City ne yaptı, nasıl doldurdu yerini? İki cevabı var aslında. İlki basit, doldurmadı. İkincisiyse belki de bizi örnek alıyorlar. Hatırlarsanız Beşiktaş, Aboubakar’ın ayrılışı sonrası epey para da dökmesine rağmen yeri dolmayınca çareyi Aboubakar’da bulmuştu, Emre Belözoğlu’nun ayrılışı sonrası uzun yıllar oyun kurucu bir altı numara arayan Fenerbahçe, aradığını bulmuş ve Emre Belözöğlu’nu almıştı, ya da hatırlarsanız Gomis’in maaş zammı talebini reddedip Şampiyonlar Ligi oynadığı sezona forvetsiz giren Galatasaray, Gomis’in yeri için epeyce para harcadıktan sonra pek de uzağa gitmeden Gomis ile doldurmuştu o yeri. İşte belki de City de Alvarez’in boşluğu için yapılacak bir Alvarez transferini bekliyordur.

Görseller Manchester City, ESPN, SofaScore ve The Independent sayfalarından alınmıştır.

KAYNAKÇA

https://www.sofascore.com/

https://www.transfermarkt.com.tr/

Leave a Reply