“Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman” olgusu yıllardır Türk milliyetçiliğinin, hatta bu teze bağlı resmi Türk tarihinin de en büyük gayrı resmi sloganı olmuştur. Tarih kitaplarında Türklerin İslamiyet ile tanışması gerek İslam Alemi için, gerekse de Türk Dünyası için büyük bir buluşmaymış gibi gösterilip, bu kesişim kümesinin dışında kalan Türk toplulukları birer kelime ya da cümleyle geçiştirilmiştir. Oysa ki bugün başka dinlere mensup Türk toplulukları da var, her ne kadar sayıları gün geçtikçe azalsa bile. Bu topluluklar arasında sayılabilecek bir çok halkı sayabiliriz; bir kısmı Ortodoks, bir kısmı Katolik olan Gagavuzlar, büyük çoğunluğu Litvanya’da yaşayan Musevi Karaylar ve bir dönem Anadolu’da yan yana yaşadığımız, bu yazının da konusu olan Ortodoks Karamanlılar.
Karamanlılar hakkında en net bilgiyi 1500’lü yıllarda Anadolu’ya gelen gezgin Nicolas de Nicolay’ın notlarından alıyoruz. İstanbul’da yaşayan Karamanlılar’ın daha çok Yedikule’de büyük bir mahallede istikamet ettiklerini, kuyumculukta ileri olduklarını, Karamanlı kadınların diğer Rum kadınları gibi kiliseye gitmek dışında pek dışarıya çıkmadıklarını, bağlı oldukları Rum-Ortodoks Patrikhanesi’nin Türk-Ortodoks Kilisesi’nin tanımadığını belirtir, de Nicolay notlarında.
Adlarından da anlaşılacağı üzere Karamanlılar ağırlıklı olarak Karaman ve çevresinden; Ürgüp, Kayseri, Niğde ve Konya gibi yerleşim merkezlerinden gelmekteydiler. Tarihi belgeler, Karamanlıların Anadolu’daki Müslüman Türklerden daha temiz bir Türkçe konuştuklarını ama onlardan farklı olarak Rum alfabesini kullandıklarını gösteriyor. Bugün hala bu bölgede bazı evlerde, mezarlıklarda Rum alfabesiyle yazılmış Türkçe kelimelere rastlamak mümkündür.
Karamanlı Türklerin hikayelerinin önemli bir kısmı Osmanlı’nın son dönemini kapsıyor. Yunanlar Kurtuluş Savaşı’nda kendileriyle aynı inanışa sahip Karamanlılara yanlarında savaşma teklifini götürürler fakat Karamanlılar Türk saflarında yer alırlar. Bu tercihte en önemli etkenlerden biri de hiç kuşkusuz Yunanların bağımsızlıklarını kazanmalarından bu yana geçen süreçte Rumlaşmaktan korkmalarıdır. Bu korkudan dolayı Osmanlı idaresinden milli bir kilise talep eden Karamanlılar bekledikleri cevabı alamaz. Fakat Kurtuluş Savaşı sırasında Müslümanlarla beraber savaşırken bu isteklerini yenilerler. 11 Nisan 1921 tarihinde Kastamonu Valisi Sami Bey TBMM’ye gönderdiği telgrafta Taşköprü Rumlarının Anadolu’da bir Türk Ortodoksluğunun kurulmasını istediklerini belirtir. Karamanlılar uzun görüşmelerin sonucunda, TBMM’nin izniyle 21 Eylül 1922’de Kayseri’de yaptıkları kongrede Türk Hıristiyanlar Türk Ortodoks Patrikliği’nin kurulmasını kararlaştırırlar.
Türk Ortodokslarının o dönemki lideri Baba (Papa) Eftim’dir. Baba Eftim’in Milli Mücadele’ye olan katkısı çok büyüktür. Kendisinin namını duyan Gazi Mustafa Kemal de Baba Eftim ile tanışmak ister. Bu tanışmayı da sürpriz bir isim olarak Sivas Kongresi’nde Çerkez Ethem sağlar.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından Atatürk, sonra İstanbul’daki Fener Rum Patrikhanesi’nin başına geçmesini teklif eder Papa Eftim’e, fakat kendisi bu görev için yeterli olmadığını düşünerek teklifi reddeder. Yine de Atatürk’e patrik seçiminde bir rapor hazırlayarak yardımcı olur. Atatürk tekrar ısrarcı olunca, Papa Eftim Patrikhane’nin başına geçer ancak görev süresi uzun olmaz, Batılı ülkelerin baskısıyla görevinden alınır.
Kurtuluş Savaşı’nda Türk kimliğiyle savaşmalarına rağmen, Lozan Antlaşması’nda Rum kabul edilip, mübadeleye tabi tutulur Karamanlılar. Resmi olmamakla birlikte 193 bin Türk Ortodoks daha sonra ikinci sınıf vatandaş muamelesi görecekleri Yunanistan’a gönderilir. Sadece TBMM’nin izniyle Papa Eftim, ailesi ve yaklaşık 50 kişilik cemaati bu mübadeleden muaf tutulur. Kayseri’de azalan Türk Ortodoks nüfusundan dolayı, Türk Ortodoks Kilisesi de İstanbul’a alınır. Yıllar geçtikçe ülkedeki nüfusları azalır Türk Ortodokslarının ve bugün (bilindiği kadarıyla) 250-300 kişilik cemaat ile yaşamlarını sürdürmektedirler.