Türk Modernleşmesinin Bir Ürünü Olarak Kadın II

Aile küçük ölçekli bir hükumete benzer. Baba onun başkanı, ana bakanı, çocuklar da tebaasıdır. Aile hükümetinde baba ve ana el birliğiyle çalışırsa, çocuklar da onlara karşı uysal olursa, işler yolunda yürür. Ev kadını yaptığı işlerden kendini mesul gören bir bakan gibi, bir takım haklar ve ödevler taşır ve işlerini bunlar çerçevesinde başarır… Ev kadınının bütün düşünceleri erkeğini ve çocuklarını temiz, rahat ve mutlu yaşatmaktır… Kadın, erkek gibi düşünmek, bilmek ve başına buyruk olmak ister… bunlar ancak zekâsının yükselmesi ile imkânlı olabilir; yoksa saygıdeğer bir ana, sözü geçen bir ev kadını ve haklarını koruyabilen bir insan olamaz… (kadından beklenen) hırçın olmamak, erkeğin hoşgörüsüzlüğüne… sinirlenmemek… yumuşak huylu ve alçakgönüllü olmaktır.”*

Geçen yazımızda, ailenin modern toplumu düzenleme stratejisi olarak görülebileceğinin altını çizmiş, Türk modernleşmesinin cinsiyetlendirilmiş düzenlemelerle aileyi ve kadın kimliğini yeniden yarattığını iddia etmiştik. Geç Osmanlı’daki pratikleri, resmi tarih tarafından yok sayılan kadın hareketlerini incelemiştik. Bu yazıda, erken Cumhuriyet dönemini ve onun dünyanın önde gelen kadın devrimlerinden birini gerçekleştirdiği düşüncesini, kadına “bahşedilen” siyasi ve sosyal haklar üzerinden tartışacağız. Türk modernleşmesinin ulus inşasının bir çok boyutunun kadın kimliği inşasıyla gerçekleştiğini ve kadının milli sembol haline getirilerek, erkek odaklı toplumsal cinsiyet rejiminin kurulduğunu dönemin önde gelen kadın figürleri aracığıyla göstereceğiz.

[box_dark]BATI’DAN BİR FARK: MODERN TÜRK KADINI[/box_dark]

Türk modernleşmesinin temelinde Doğu ve Batı arasında kendini doğru bir yere oturtmak kaygısı vardır. Türk milliyetçiliği Batı’nın üstünlüğü karşısında yok olma tehdidine karşı koruyucu olacağı düşünülen, Batı’nınkinden farklı ve bu nedenle var olmaya devam etmesi gereken bir kültürü olduğunu göstermeyi ve bu fark üzerinden ulus olma hakkını savunmayı amaçlamıştır. Batıdan farklı olan Milli kültür dünyası “dişil” olarak kodlanmış, hane ve ev yaşamının özgünlüğü ile sembolize edilmiştir. Milli kültür, kadınlara ve aile yaşamına odaklanmış, cinsel ahlâkı düzenleme pratikleriyle Batı’dan “farklı” olmuştur. Kültürel farklar anlatısı, Batı ile fark kurma arzusu, ideal anne, modern eş çerçevesinde kadınlığın yeniden düzenlenmesi olmuştur. Türk Kadınlar Birliği örneği ve kadına tanınan hakların incelenmesi, Cumhuriyet’in kadını kamusal hayatta, bağımsız bir birey olarak tanımadığını gözler önüne serecektir.

 [box_dark]BAHŞEDİLEN HAKLARA ERİL SINIRLAR[/box_dark]

Kadınların siyasal hakları, 1921 ve 1924 Anayasalarında yer bulamamış, 1934’te tek parti

Şirin Tekeli'nin de savunduğu ikinci görüş ise Türk Kadınlar Birliği etrafında örgütlenen kadın hakları talebinin reddedildiğidir. 1930'lara gelindiğinde ise Avrupa'da esen faşizm rüzgarları ve faşit-demokrat siyasetlerin kutuplaştığı dönemde, Türkiye konumunu belli etmek için kadınların siyasal hakkını bir araç olarak ileri sürmüştür. Bu kadınların taleplerinin değil, Türkiye'nin politik duruşunu belli ettiği bir uygulama olmuştur. Bu uygulama kadınların siyasete katılımı ile ilgili otoriter bir modelin yerleşmesine neden olmuş, tek parti rejiminin varlığıyla, seçme hakkı tek olduğu,  için, kadınlar lehine bir gelişim sağlanmamıştır.

Şirin Tekeli’nin de savunduğu ikinci görüş ise Türk Kadınlar Birliği etrafında örgütlenen kadın hakları talebinin reddedildiğidir. 1930’lara gelindiğinde ise Avrupa’da esen faşizm rüzgarları ve faşist-demokrat siyasetlerin kutuplaştığı dönemde, Türkiye konumunu belli etmek için kadınların siyasal hakkını bir araç olarak ileri sürmüştür. Bu kadınların taleplerinin değil, Türkiye’nin politik duruşunu belli ettiği bir uygulama olmuştur. Bu uygulama kadınların siyasete katılımı ile ilgili otoriter bir modelin yerleşmesine neden olmuş, tek parti rejiminin varlığıyla, seçme hakkı tek olduğu, için, kadınlar lehine bir gelişim sağlanmamıştır.

döneminde, Cumhuriyet Halk Fırkası dışında siyasi düşünce temsiline olanak yokken gündeme gelmiştir. Serpil Sancar, kadınlara yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti karşısında eşit görev ve haklar vererek eşit vatandaşlık statüsü tanıyan seçme ve seçilme hakkının 1924’te değil de 1934’te verilmesinin nedenini açıklayan iki temel görüşten söz etmiştir. Birincisi, dönem koşullarında TBMM’de karşı, muhafazakâr görüşün çok güçlü olması ve böyle bir anayasa maddesine izin vermeyeceğine dairdir. Cumhuriyetin kurucu kadrosunun devletin temel ilkeleri olan Cumhuriyet, reformlar vb. konularındaki ısrarlı ve mücadeleci tavırlarını, kadınların siyasal hakları konusunda göstermediği açıktır.

1924 Anayasası ile seçme ve seçilme hakkı 18 yaşını geçen her erkek vatandaş için kabul edilmiştir. İkinci Grup lideri Hüseyin Avni Bey’in kullandığı, “Kadınlar tekamül edip de, rey hakkını istimal etmek (almak) derecesine gelinceye kadar onlar da aile reisine rey vermiş gibi telakki edilerek…” ifadesi, Cumhuriyet’in kuruluşunda kadınların yeterince olgunlaşmamış oldukları gerekçesiyle, kendi başlarına oy verme ehliyetine sahip olmadıkları düşüncesinin göstergesidir. Yeni rejimin siyasal niteliği hakkında aralarında çatışan mebuslar, kadınların seçme ve seçilme hakkını tanımazken görüş birliği içindedirler. 1920 ve 1924 anayasalarında tanımlanan yeni devlet rejimi içinde kadınların eşit vatandaş olarak görülmediği, ilk dönem kabine ve bakanlık yönetimlerinde hiçbir kadına yer verilmemesine bakarak Cumhuriyet’in kadın devriminin siyasal hakları ve devlet yönetiminde yer almayı içermediği sonucuna ulaşmaktayız. “Cumhuriyet’in kadın devrimi” ifadesi 1926’da Medeni Kanun kabul edilerek düzenlenen modern aile yaşamı ile ilgili hakların kadınlara getirdiği özgürlükleri içermektedir. Medeni Kanun’un kabulü ile Türk kadınına gerekli tüm hakların verildiği ve artık kadın hakları için mücadele etmenin gereği kalmadığı savunusu, erkek ve kadın elitler tarafından benimsenmiştir. Türk Kadın Birliği gibi kadın hakları savunmak için kurulan kadın örgütlerinin kendilerini fesh ederek toplumsal yardım örgütüne dönüşmesi istenmiştir.

NOT: Türk Kadınlar Birliği, Halide Edip, Nezihe Muhittin’in mücadelesi, hak istemleri bir sonraki yazının konusunu oluşturacaktır.

*İbrahim Hilmi’nin 1937 tarihli, eğitim materyali olarak kullanılan Aile Bilgisi- Ev

İdaresi Üzerine Pratik Dersler kitabından s.8-13

Leave a Reply