Örgütlü ve diri bir Avrupa’nın uygarlığa yapabileceği katkı, barışçıl ilişkilerin korunması ve sürdürülmesi açısından vazgeçilmezdir. Yirmi yıldan beri Avrupa’nın birleşmesi yolunda önderlik eden Fransa’nın temel uğraşı her zaman barışa hizmet etmek oldu. (Robert Schuman)
Gücünü korumaya ve yeniden toparlanmaya çalışan Avrupa Birliği, bir zamanlar düşman olan Avrupa ülkeleri arasında dayanışma olanakları yaratarak barışı sağlamlaştırma arzusuyla ortaya çıktı. 1951 yılında, Fransız Jean Monnet ve Robert Schuman ile Alman Konrad Adenauer, altı Avrupa ülkesinin kömür ve çelik üretimini birleştirecek Avrupa Kömür ve Çelik Birliği’ni kurdular. Bu ekonomik örgüt, Fransa ve Almanya arasındaki barışı sağlayacak ve Avrupa’nın birlik fikrinin gelişimine katkıda bulunacaktı.
Bir Avrupa ordusu kurma projesinin başarısızlığa uğramasından sonra, Avrupa’da birlik fikri yalnızca ekonomik alanla sınırlı kaldı. Mart 1957’de, Roma Anlaşması ile Avrupa Ekonomik Topluluğu kuruldu. Bu örgüt, Avrupa ülkeleri arasında ekonomik işbirliğinin gelişmesini, gümrük duvarlarının yavaş yavaş ortadan kaldırılmasını ve ortak dış ticaret tarifelerinin belirlenmesini öngörüyordu. İyi işleyişi sayesinde, AET 1960’lı yıllarda yüksek bir ekonomik büyüme gerçekleştirdi, bu da başka ülkeleri topluluğa katılmak üzere başvurmaya itti.
AET’nin genişlemesi meselesi, 1959 yılında Avrupa Serbest Ticaret Ortaklığı gibi rakip bir kurumun ortaya çıkmasına öncü olan Birleşik Krallık’la ilişkilerin düzenlenmesi sorununu gündeme getirdi. Birleşik Krallık, İrlanda ve Danimarka AET’ye ancak 1973’te üye oldular. Onları diktatörlüklerin sona ermesinin ardından Yunanistan (1981), İspanya ve Portekiz (1986) izledi. AET’ye girmek için yerine getirilmesi gereken temel koşullardan biri, ülkenin demokrasi ile yönetiliyor olmasıydı. 1970’li yıllarda, AET kurumları değişikliğe uğradı. Daimi bir Avrupa Konseyi kurulmasına ve Avrupa Parlamentosu’nun halk oyuyla seçilmesine karar verildi. İlk Avrupa Parlamentosu seçimleri 1979’da yapıldı.
Birliğin ekonomik alanda ilerlemesine rağmen, bazı devletler siyasal alanda ulusal egemenliğin terk edilmesi anlamına gelecek olan uluslarüstülüğe karşıydılar. 1986’da imzalanan Avrupa Tek Senedi, iç sınırların ortadan kaldırıldığı bir pazar oluşturdu ve topluluk içindeki ekonomik işbirliğini güçlendirdi. 1992’de imzalanan ve 1 Ocak 1993’te yürürlüğe giren Maastricht Anlaşması ise, tek para birimi (Euro) ve Avrupa vatandaşlığını öngörüyordu. Böylece AET yerini Avrupa Birliği’ne (AB) bıraktı ve Avrupa’da siyasal bütünleşme tercihi 1950’li yılların sonunda Birleşik Krallık tarafından ön plana çıkarılan serbest ticaret projesine baskın çıkmış oldu.
AB’nin genişlemesi, Avrupa kurumlarında reform yapma meselesini de beraberinde getirdi. 2013 yılında, Hırvatistan’ın da katılmasıyla, AB’nin üye sayısı 28’e çıktı ve özellikle Avrupa Konseyi’nde uzlaşma zeminini bulmak giderek güçleşti, bu yüzden Avrupa kurumlarında reform bugün kaçınılmaz gibi görünüyor. Ancak bu reformlar uluslarüstü bir Avrupa yanlılarıyla (Almanya, Benelüks, İtalya) devletlerin egemenliklerini koruyarak önemli bir rol oynamaya devam edecekleri bir Avrupa’dan yana olanları (Fransa, İngiltere) karşı karşıya getirme riski taşıyor.
Ancak, AB, sorunlarına rağmen pek çok ülkeyi çekmeye devam ediyor. Eski komünist bloktan birçok ülke (Arnavutluk, Makedonya, Sırbistan, Karadağ) AB’ye girmek için aday oldular. Doğu Avrupa’nın siyasal anlamda parçalanması ve Balkanlardaki istikrarsızlık karşısında AB hâlâ, üçüncü bin yılda bir istikrar ve demokrasi modeli olarak görülmeye devam ediyor.
[box_light]Kaynakça[/box_light]
McCormick, John. Weber, Habermas ve Avrupa Devleti’nin Dönüşümü. Türkiye İş Bankası Yayınları, 2015. 67-72.
Kapak Görseli: http://ekoavrasya.net/images/userfiles/images/mecliste-bayrak-gundem-oldu-6930.jpg