Son birkaç ay içerisinde gerek ilgi alanlarım gerekse yakın tarihte tez yazacağım için tarihin belirli alt disiplinleri ile ilgileniyorum. Tarih ile ilgisi olan hemen hemen herkesin mutlaka daha çok ilgi duyduğu alt bir tarih dalı da vardır. İktisadi tarih, askeri tarih gibi farklı alanlarda farklı dönemleri kapsayan birçok çalışma mevcut. Hele ki konu Osmanlı İmparatorluğu gibi muntazam kayıt tutan – özellikle 16. Yüzyıl’ın sonuna kadar – bir devlet olunca, bürokrasi tarafından kayıt altına alınmış birçok belgenin gün yüzüne çıkması ile yeni bilgiler ortaya çıkıyor. Her bir belge eğer düzgün ve kaliteli bir biçimde incelenirse muazzam bilgiler içeriyor ve her seferinde tarihçilerin önüne yeni bir gerçeği seriyor.
Osmanlı kurumları her ne kadar zamanla dönüşüme uğramışsa da, kuruluşundan beri taşıdığı gelenek üzerine devlet yıkılana kadar kayıt tutmaya – klasik dönem kadar düzenli olmasa da – devam etmiştir. Kadı sicilleri, mühimme defterleri (Divan-ı Hümayun Sicilleri), timar defterleri gibi Osmanlı bürokrasisi içerisinde tutulmuş kayıtlar, devlet mekanizmasının kaydın tutulduğu dönemde nasıl işlediğini anlatmak adına çok önemliler. Zaten bu kadar önemli oldukları için de uzun yıllardır devlet tarafından tutulan kayıtlar, arşivlerde tarihçiler tarafından tabir-i caizse didik didik inceleniyor.
Lakin, her ne kadar bu resmi belgeler önemli olsa da genel olarak unuttuğumuz bir şey var. Diğer bir deyişle, bilmediğimiz bir tarih. Bu tarih insanın tarihi olarak da adlandırılabilir. Genel olarak – sadece Osmanlı İmparatorluğu özelinde değil – tarih yazımı devletler, hanedanlar, askeri ve iktisadi başarılar üzerine yoğunlaşmış durumda. Ancak, tarih sadece savaşlardan, devletlerarası antlaşmalardan, barış zamanlarından, iktisadi ve idari değişikliklerden ibaret değildir. Bu demek değil ki tarih içerisinde farklı topraklarda ve medeniyetlerde yaşamış insanların günlük hayatları hakkında bir bilgiye sahip değiliz. Ancak halihazırda elimizde bulunan bilgilerin yeterli olmadığı kanısındayım. Bu yüzden sosyal tarih yazımının geçtiğimiz yıllar içerisinde kazandığı ivmenin daha da artması gerektiğini düşünüyorum. Bu tabii ki bireysel bir düşünce değil, aynı zamanda birçok tarihçi tarafından da desteklenen bir nevi “akım”. Zaten son yıllarda sosyal tarih üzerine yapılmış birçok çalışma kaleme alındı. Türkiye içinse en güzel örneklerinden iki tanesini Gavin Brockett Towards a Social History of Modern Turkey ve How Happy to Call Oneself a Turk adlı kitaplarında vermiştir. Tabii ki Osmanlı ve Türkiye özelinde sosyal tarih çalışmaları bu kitaplarla sınırlı değil. Bunun yanı sıra Türker Acaroğlu, Bülent Varlık, Bilal Şimşir gibi önemli kişiler de bu alanda araştırmalar yapmıştır.
Tarihe ait, değişik dönemlerden, değişik coğrafya ve medeniyetlerden devlet içerisinde üretilmemiş olan birçok belge mevcut. Zaten önemli olan bu kaynakları da belgeler gibi değerli kabul edebilmekte ve insanların günlük hayatlarına ışık tutabilmesi için ortaya çıkarmakta. Bu noktada günlük, haftalık, aylık yayınlanan gazeteler ve dergiler –özellikle yerel gazeteler–, devlet bürokrasisi içerisinde herhangi bir konumda yer almış kişilerin, yine devlet bürokrasisi içerisinde yer almamış ama toplum içerisinde önemli bir yere sahip olan (gazete sahipleri, gazeteciler, entelektüeller, yazarlar, toprak sahipleri vs.) kişilerin hatıratları, günlükleri gibi kaynaklar çok önemli bir rol oynamakta. Bu kaynaklar da tıpkı resmi belgeler gibi değerli bulunup üzerine çalışmalı. Bu kaynakların önemini Türkiye’nin en önemli tarihçilerinden biri olan Cemal Kafadar da 1989 yılında Studia Islamica için kaleme aldığı bir makalesinde vurgulamıştır.
Konuyu biraz daha spesifik hale getirirsek; bulunduğumuz coğrafya için sosyal tarih, çok önemli bir konumda bulunuyor ve üzerine çalışılması muazzam bir önem arz ediyor. Diğer bir deyişle, Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet Dönemi içerisinde şu an anlamakta güçlük çektiğimiz olayları bu kaynakları kullanarak anlamlandırabiliriz. Özellikle 19. Yüzyıl’dan itibaren yaygınlaşan gazete ve dergilerle, entelektüellerin hatıratlarını birleştirerek yerel hayatlara dair bilgi sahibi olabiliriz. Bu kişilerin ‘merkez’ – gerek İstanbul gerekse Ankara – ile olan ilişkilerini, merkezi nasıl algıladıklarını ve ‘çevrede’ bu değişimleri nasıl yorumladıklarını, bu coğrafya insanını ve zihniyetini ancak ve ancak bu şekilde anlamak kabil olacaktır.
Özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun klasik sonrası döneminde geçirdiği dönüşümler sadece kurumsal, idari ve ekonomik dönüşümler değildir. Daha doğrusu bu dönüşümler aynı zamanda insan zihniyetindeki değişiklikleri de beraberinde getirmiş ve bu değişiklikler yeni bir insan tipinin doğmasına neden olmuştur. Ortaya çıkan yeni insan tipini ve zihniyetini anlamak için devlet bürokrasisi içerisinde sürekli üretilen resmi evraklar ne yazık ki yetersizdir. Bu yüzden yazının başından beri de anlatmaya çalıştığım nokta şudur ki; tarihi bir yap-boz olarak göreceksek, insanları – birey bazında – yaşadıklarını, düşündüklerini, hissettiklerini anlamadan bu yap-bozu tamamlayamayız. Zira üzerine uzun yıllardır kafa patlattığımız, türlü türlü araştırmalar yaptığımız devletler de önce bireylerden, daha sonra bu bireylerin ortaya çıkardığı daha ufak topluluklardan meydana gelmektedir. Bireysel bazda insanı ve yerel toplulukları anlamadan bu yap-boz her daim eksik kalmaya devam mahkum kalacaktır.
Bu nedendendir ki, sosyal tarih çalışmalarına, kaynaklarına daha fazla özen gösterilmeli ve daha fazla üzerine düşülmelidir. ‘Merkez’ ile ‘çevrenin’[1] bu bağlamda ilişkisini incelemeden, yalnızca ‘merkez’ üzerine kafa yorarak zaten ‘merkezi’ de anlamak mümkün olmayacaktır. Daha önce de dediğim gibi, sosyal tarih çalışmak devlet belgelerinden uzaklaşmak, yukarıda sayılan resmi belgeleri görmezden gelmek anlamına gelmemeli. Ancak bunları yine hatıratlar, gazeteler vs. gibi diğer kaynaklarla birleştirerek okuyabilmeliyiz. Unutulmamalıdır ki, son birkaç yüzyıl içerisinde yaşanan sosyal, ekonomik ve siyasal dönüşümlerin öznesi her daim insan olmuştur. Bu yüzden bugüne kadar yazdığımız ‘tepeden tarih’i artık ‘aşağıdan tarih’ (bkz. History From Below) ile desteklemenin zamanı gelmiştir.
[1] Burada çevre sadece yerel yönetimler ve idari birimler değil, bireye kadar uzanacak şekilde kullanılmıştır.
KAYNAKÇA
Brockett, Gavin D., How Happy to Call Oneself a Turk: Provincial Newspapers and the Negotiation of a Muslim National Identity
Towards a Social History of Modern Turkey: Essays in Theory and Practice
Kafadar, Cemal., Self and Others: The Diary of a Dervish in Seventeenth Century Istanbul and First-Person Narratives in Ottoman Literature