Bir ulus devlet olan yeni cumhuriyette ulus devlet için gerekli olan ulus inşası sürecinde, toplumun ortak atalarının uzak geçmişte büyük medeniyetler kurmuş olduklarını, daha sonra ise çeşitli sebeplerle Anadolu’ya millî kimlikleriyle gelip Anadolu nüfusunu oluşturdukları tezinin devlet tarafından işlenmiş olduğundan önceki yazımızda bahsetmiş ve bu tezin Anadolu nüfusunun etnik kökenlerini açıklama iddiası üzerinde durmuştuk. Bu yazımızda ise uzak geçmişte yaşamış Türk topluluklarını medeniyet kavramıyla ilişkileri açısından incelemeye çalışacak ve Türk Tarih Tezinin bu konudaki tutumunu izah etmeye çalışacağız.

Türk Tarih Tezinin kitlelere benimsetilmesinde en işlevsel yol, şüphesiz ders kitapları olarak görülmüştür. Uzak ve karanlık, dolayısıyla ispatlanması ve yanlışlanabilmesi bir o kadar zor olan –ve bundan ötürü bilimsel olarak nitelenmesi mümkün olmayan- bir çağa dair anlatılarla, Türk kavimlerinin büyük medeniyetler kurucusu, insanlığın ortak mirasına büyük katkıları dokunmuş ve diğer bütün milletleri medeniyetle tanıştırmış bir millet olduğu tezi, kitlelere benimsetilmeye çalışılmıştır. “Orta Asya’dan sel gibi akıp yayılmış olan Türk milleti, dünyanın dört bucağına medeniyet ışığını ilk ulaştıran millettir. Mağara kovuklarına sığınan insanlara, evlerde barınmağı Türkler öğretti. Yüzlerce yıl evvel Türkün yaptığı eşsiz yapılara bugün bütün dünya şaşkın şaşkın bakıyor. Bütün dünya, kumaş dokumasını, hayvan yetiştirmesini Türkten öğrendi. Binlerce yıldan beri kuvvetimiz ve kılıcımız önünde boyun eğen insanlığa; ata binmeği, kılıç kuşanmağı öğreten gene Türktür.”[1]eski türk 1

Bilimsel bir değer taşımayan bu görüş, göçebe toplulukların yerleşik yaşamla iç içe geçmiş bir kavram olan medeniyetle nasıl bir ilişkileri olabileceği hususunda herhangi bir açıklama yapmamasının yanı sıra, insanlığın Türklerin şiddeti karşısında boyun eğdiğini de iftiharla ifade ediyor. Bu sebeple, zamanının büyük medeniyetlerinden birini kurmuş olan Çinlilerin, medeniyetlerini ve üretimlerini göçebe barbarlardan korumak amacıyla inşa ettikleri Çin Seddi’nden ötürü gurur duyan zihniyetin ilk yansımalarının, erken cumhuriyet döneminde Türk Tarih Tezinin mimarlarında görülebileceğini söylemek mümkün.

Mete Tunçay’a göre Türk Tarih Tezinin düşünsel kökenleri, 19. Yüzyıl Türkçülüğüne ve Hititler ile Sümerleri Türk kabul eden Ziya Gökalp’e dayanır.[2] Cumhuriyet döneminde ilk filizler ise, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Yusuf Ziya (Özer)’in düşüncelerinde görülür. Yusuf Ziya (Özer), Adem babamızın Türk olduğunu, Mısır Firavunlarının kanında Türk küreyveleri bulunduğunu, Sfenks’in bir Türk mîmar tarafından imal edildiğini, Hammurabi’nin bir Türk olarak hukuk tarihi açısından önemli yer tutan Hammurabi kanunlarını çıkardığını ve nihayet Eski Yunanlıların Türk kökenli olduklarını iddia etmiştir.[3]

Bilim dünyasında Türklerin medeniyetle ilişkisi konusunda bu tip gelişmeler yaşanırken devlet kurumları da geride kalmamış, Türk Tarih Kurumu kranyometri (kafatası ölçüm bilimi) konusunda ihtisaslaşmıştı. Afet İnan’ın doktora çalışması sırasında 64.000 (altmış dört bin) kafatası Sağlık Bakanlığının da yardımıyla incelenmiş, Türk Tarih Kurumuna asbaşkanlık ettiği dönemdeyse Mimar Sinan’ın türbesi açılarak kafatası alınmış ve Türk olduğunun ispatlanması amacıyla incelenmiştir (Mimar Sinan’ın kafatası bugün halâ yerinde değildir).

Büyük Türk eserleri Kefren Piramidi ve Sfenks

Büyük Türk eserleri Kefren Piramidi ve Sfenks

Türk Tarih Tezinin gerçek mimarı ve destekleyicisi ise, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi kendisine fahrî profesörlük unvanı vereceği zaman alanının tarih olmasını bizzat isteyen, evvelden beri bir tarih meraklısı olan Atatürk’tür. Atatürk’ün, fikirleriyle, bizzat dahil olmasıyla Türk Tarih Tezi çıta yükseltmiş, tüm dünya dillerinin Türkçeden, dolayısıyla tüm dünya milletlerinin Türklerden türemiş olduğunu iddiasını savunmuştur. Bilim tarihinin en fantastik ürünlerinden biri olan teorinin oluşturulmasında da fantastik bir yöntem izlenmiş, babadan kalma bir yöntem olan elde edilen olgulardan bir sonuç çıkarmak yerine, alışılmadık bir şekilde, önce sonuca ulaşılıp sonra bunu destekleyen olgular bulma yoluna gidilmiştir. “Güneş Dil Teorisi, dil materyalleri üzerinden kurumumuzun yıllardan beri yaptığı hazırlıkların, Ulu Önderimizin yüksek dehasında uyandırdığı jeniyal (dâhiyane) bir buluştur. Teori geçen yaz Florya Deniz Evi’nde Milli Dâhimizin yüce dimağında doğmuştur. Kendi isimlerinin ilanını arzu buyurmadıklarından gazetelerdeki yazılarda Türk jenisinin bulduğu yollu işaretlerle iktifa olunmuştur.” [4]

Güneş Dil Teorisi ile bütün dünya medeniyetlerinin atasının kayıp kıta Mu medeniyeti olduğu ileri sürülmüştür. Muların etnik kökeni ise tabii ki Türklerdir. Yalnızca medeniyetlerin değil, bütün dinlerin de kökeni Türklerdir. Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed, ömürlerinin bir döneminde Mısır veya Hindistan’a giderek Mu dilini öğrenmiş ve kutsal kitapları böyle yazmışlardır.

Büyük Nutku Almanca, Fransızca ve  İngilizce yayınlayan şarkiyatçı Dr. Kurt Köhler tarafından Türk Tarih Tezi şöyle yorumlanmıştır: “Gazi kendi önderliği altında Türklere yeni bir dünya görüşü aşılamak için bir tarih kitabı yazdırdı. Bu cihetler bir Türkomanie’ye yol açacak kadar hududu aştı. Tarihin her hadisesi Türklerin gururunu okşayacak bir şekilde tefsir edilmeğe başlandı. Bugün ön planda eski tarih bulunmaktadır. Bundan maksat bütün medeniyetlerin menşeini Türklere atfetmek ve bu suretle Türk milletinin cihanda iddia edilen mevkine manevî bir istinat bulmaktır.[5]

Yurtbilgisi Dersleri kitabında cevabı verilmeyen göçebe toplulukların yerleşik kültürle iç içe geçmiş bir kavram olan medeniyeti dünyaya nasıl tanıttığı sorusuna, Türk Tarih Tezi ve özel olarak Güneş Dil Teorisi, tüm medeniyetlerin ve bu medeniyetleri inşa edenlerin Türk kökenli oldukları yoluyla cevap vermektedir. Günümüzde tüm dünya medeniyetlerinin Türk kökenliler tarafından kurulduğu iddiasının hiç aklı başında alıcısı bulunmasa da, Türklerin, mutlak bir doğru olarak zihinlerimizde, büyük medeniyetler kurmuş oldukları iddiası  ve yerleşik olmayan kavimlerin nasıl bir medeniyete sahip oldukları sorusu halâ cevaplanabilmiş değil.

KAYNAKÇA

[1] T.C. Maarif Vekilliği. Yurtbilgisi Dersleri. 14. Serdar Kaya’dan alıntılanmıştır.

[2] Mete Tunçay, T.C.’nde Tek-Parti Yönetiminin Kurulması, s.300.

[3] Son Posta, 25 Teşrinievvel 1930. Mete Tunçay’dan alıntılanmıştır.

[4] Türk Dil Kurumu Genel Sekreteri İbrahim Nemci Dilmen, ilgililer http://www.tdkkitaplik.org.tr/gun_dil.asp adresindeki yazışmalara göz atabilir.

[5] Dr. Herbert Melzig, Yakın Şarkta Alman Propagandası Hakkında Bir Muhtıra. Mete Tunçay’dan alıntılanmıştır.

Leave a Reply

1 comment

  1. Ayberk

    “Çinlilerin, medeniyetlerini ve üretimlerini göçebe barbarlardan korumak amacıyla inşa ettikleri Çin Seddi’nden ötürü gurur duyan zihniyetin ilk yansımaları” daha çok araştırman daha çok okuman gerek padavan. Göçebe barbar kavramını kullanmadan önce orta asya Türk tarihini derinlemesine bir oku bir araştır sonra yine kullanırsın.

    -1