Devam eden Semavi Olmayan Dinler yazı dizime bir ara verip farklı bir pencere açıyorum bu sefer. Din, aile, vatan gibi kimlik oluşumunda etkileri olan olguların tek bir isimde nasıl şekillendiğine dair bir yazı olacak Osmanlı Prensesi. Biyografik ögelerle sıkça karşılaşacağınız bu yazıda lütfen kendi kimliğimizi, düşüncelerimizi bir kenara bırakıp, Osmanlı Prenses’i olmak nasıl bir duygu onu hissetmeye çalışalım. Böylece Osmanlı Prensesi olunuyor muymuş onu tartışalım. Osmanlı’ya belgeler ve akademik tartışmalardan değil de daha samimi bir hayat hikayesinden yaklaşalım bu sefer. Osmanlı’nın son yılları ve Cumhuriyet’in kuruluşu sırasında Osmanlı ailesini tarihi ama aynı zamanda biraz duygusal bir bakış açısıyla içeriden değerlendiren bir kitabı anlatmak onun üzerinden başlıktaki soruyu cevaplamak istiyorum.
[box_light]Sultan Anne ve Raca Baba’nın Prenses Kızı, Fransız Yazar: Kenize Mourad[/box_light]
1924’te Osmanoğulları’nın yani Osmanlı Hanedanı’nın, yeni rejime olası bir tehdit oluşturmaları nedeniyle Mourad’ın annesi Selma Sultan da sürgüne yollanmıştır. Mourad’ın anlatımıyla anneannesi Türkiye’ye geri dönme ümidi taşıdığından yakın olan Lübnan’a gitmeyi tercih etmiştir. V. Murat’ın torunu Selma Sultan, 1924’te sekiz yaşında bir çocuktur. Selma Sultan, ergin yaşa geldiğinde Hindistan Racalarından Seyyid Sacid Hüseyin Ali ile evlenmiştir. Çocukları Kenize’yi Fransa’da dünyaya getirmek istediğinden ötürü Paris’e gitmiştir. Dönem siyasetçilerinden olan Selma Sultan’ın Raca eşi ona eşlik edememiştir. Selma Sultan öldüğü zaman maddi sıkıntılar ve hastalıklarla eşinden uzak bir şekilde yalnız başına boğuşuyordu. Selma Sultan’ın bu ilginç hayat hikayesi ise o öldüğünde daha bir yaşına henüz basmış olan kızı Kenize Mourad’a miras kalmıştır.
Kenize Mourad geçmişine dair yapmış olduğu araştırmalarda annesi Selma Sultan’ın sürgün hikayesini öğrendi. Selma Sultan bir Osmanlı sultanı olarak İstanbul’da doğmuş ve sürgünde bir sultan olarak Paris’te ölmüştür. Hanedan sultanı kimliği ile doğmuş ve ekonomik sıkıntılar yaşasa da aynı kimlikle ölmüştür. Şimdilerde Fransa’da hem çok satanlar arasında olup hem boykot edilen bir yazar olan Kenize Mourad, annesinin yaşam öyküsünü Saraydan Sürgüne adlı kitabında anlatmıştır. Annesinin trajik yaşamının ötesinde kızı Kenize Mourad’ın kimlik arayışının klasikten oldukça uzak bir öyküsü var. İşte bu hikayeyi Badalpur Bahçesi adlı kitabıyla belgelendirmiş Kenize Mourad.
Kenize Mourad annesinin ölümünden sonra eşliğindeki haremağası tarafından İsveç Büyükelçisi’ne evlatlık verilmiştir. Venezuela’ya yerleşmek üzere Paris’i terk eden ailesiyle birlikte gitmemesinin nedeni, Raca babasının onu yanına almak istemesidir. Bu nedenle İsveçli aile Mourad’ı Katolik okuluna yerleştirmiştir. Kenize Mourad babasının Paris’e gidememesi üzerine Kenize’yi almak üzere gönderdiği iki kadından rahibeler tarafından saklanmıştır. Mourad’ın Müslüman babasını tanımadan yaşadığı bu dönemde, kendisini Hint kimliğinden uzak sanmıştır. Tek başına bırakılan küçük bir kız çocuğunun bu psikolojide olmasını anlamak zor olmayacaktır. Öyle ki daha sonra babasıyla tanışıp ona sitem ettiğinde Mourad aslında unutulmadığını, babasının mektuplarının ondan saklandığını öğrendiğinde anlamıştır. Daha sonra Fransız bir aile’ye tekrar evlatlık verilmiştir. Bilmiyorum sayabildiniz mi fakat bu Mourad’ın gerçek ailesini saymazsak dahil olduğu üçüncü aile. Hayatla böylesine ilginç bir şekilde ile başlayan Mourad, kimlik bunalımıyla boğuştuğu zamanlarda bu sıkıntılarını avantaja dönüştürecek kararlar da almıştır. Sorbonne Üniversitesinde sosyoloji ve psikoloji okumuştur. Ardından 1965 yılında gazetecilik yapmaya başlamıştır. Gazeteci kimliğinden olsa gerek araştırmalarını ailevi geçmişine yönlendirmiş.
Kenize Mourad gerçek ailesiyle ilk defa yirmi bir yaşında babası ile tanıştığında karşılaşmıştır. Hint kültüründen büyülenmesine rağmen bir Fransız olarak yetiştiğinden bir Raca kızı olarak hayatına devam etmek istememiş ve Paris’e geri dönmüştür. Yirmi sekiz yaşında İstanbul’a gelerek Osmanlı kökeniyle tanışmıştır. Rehber eşliğinde Topkapı Sarayını gezerken hâlâ aradığı kimliği bulamamış ve eşyalara dokunmak isteyerek aidiyet duygusunu aramıştır. V. Murat ile ilgili anlatılanlarla ailesine dair kendi bildikleri çelişince rehbere müdahale etmek istemiştir. Bu yazıda anlatılmak istenen kimlik arayışı işte bu rehberin üzerinde düşünülmesi gereken hareketiyle son buluyor. Kenize Mourad ailesini anlattığında rehber onun elini öpmeye başlamış ve diğer rehberleri de tarihi ama yaşayan bir parça bulmuşçasına yanına çağırmıştır. Kenize Mourad’ın anlattığına göre etraftan kendisine gösterilen yoğun ilgi ve sevgi aradığı kimliği bulmasına yardımcı olmuştur. Bu nedenle Kenize Prenses asıl adıyla Rajkumari Kenize de Kotwara Türkiye’de vatandaşlık alırken adını büyük büyük babası V. Murat’ın ismini alarak Kenize Mourad olarak seçmiştir. Bir Osmanlı Prensesi kimliğini bir rehberin ilgisi ve saygısından kazanmıştır.
Fransız bir yazar olarak yaşayan Mourad Osmanlı kimliğinden etkilenip onu benimsemesine rağmen yazdıklarıyla Osmanlı ve Türkiye’yi aynı zamanda eleştirebilmektedir. Hatta bu konuda Türkiye’de kutsalmışçasına inanılan yanlışlarla dolu yaygın zihniyeti de eleştirmektedir. Sık sık milliyetçilik vurgusu yaptığı konuşmaların yanında, örneğin Harf Devriminin Türkiye ile Osmanlı arasında kültürel kopukluğa neden olduğunu yaşadıklarından yola çıkarak savunmaktadır. Benlik krizi yaşayan bir kadın olan Kenize Mourad, gösterişli aile tarihinin gölgesinde, başta bu ailelerden habersiz bir hayat sürmüştür. Bazen kimliklerin ve isimlerin an itibariyle önemsiz olduğunu gösterebilir onun yaşamı. Bununla beraber kimlik arayışının bir hayat olduğunu da gösterebilir.
Sanırım bu noktada bir sonuca varmak gerekiyor. Sizleri rahatlatmak veya bana katılmayanları germek adına şunu söylemek düşüyor: Osmanlı’nın prensesleri var. Osmanlı’nın Türkiye’yi turist olarak gezmeye gelen nazik, şık ve zarif prensesleri var. Kenize Mourad’ı anlattıkları kadarıyla biliyoruz. O Osmanlı Ailesi üyesi, Kotwara Prensesi yani toplama adıyla Osmanlı Prensesi Fransız bir yazar. Türkiye’yi terk etmek zorunda bırakılan Osmanlı hanedanın Kenize Mourad’ınkine benzer kimlik sıkıntıları yaşadığı aşikar. Dönem dönem ortaya çıkan bu zarif prenseslerin yaşantılarında Türkiye’ye ne kadar uzak ama aslında Türkiye tarihine ne kadar yakın olduklarını söylemek mümkün. Acaba dönemin son temsilcileri olan bu kimseler yarattıkları kültürel mirastan mahrum bırakılmak konusunda neler hissediyorlar? Seneler sonra Türkiye’ye geldiklerinde onları duygusallaştıran diğerlerinin saygısı mı oluyor yoksa “öteki” kimliklerini terk edip kendileri mi oluyorlar?
KAYNAKÇA
Yaşayan Bellek 36. Bölüm Osmanlı’nın Küçük Hazinesi, TRT
Le Jardin De Badalpur/ Badalpur Bahçeleri, Kenize Mourad (Kitap Henüz Türkçe’ye çevrilmemiştir)