Ömürlerinde tek bir kez sevenlerdir asıl sığ olanlar. Onların vefa, sadakat diye adlandırdıkları şeyi ben, ya alışkanlığın verdiği rahatlığa ya da hayal gücünün yokluğuna bağlarım. Zihinsel yaşam için tutarlılık neyse, duygusal yaşam için de vefa odur: basit bir yenilgi itirafı. Vefa ! Bunu incelemem gerekiyor günlerden bir gün. Sahiplik tutkusu da giriyor bu işin içine. Başkaları alır diye korkmasak, çoktan atacağımız bir sürü şey var…
Oscar Wilde
Birkaç yıl önce tanıştığım hatırı sayılır bir büyüğüm, sadakat ile ilgili şöyle bir tespitte bulunmuş, “Sadakat ya kendine ya da başkalarına sunacağın pek kıymetli bir hediyedir.” demişti. Aradan geçen zaman diliminde, bu sözü pekçok farklı duruma uyarlayıp yeniden düşünmüş ve içinde saklanan derin manaya ulaşmaya çalışmıştım. Ancak düşünce süreçlerimde bir tıkanma söz konusuydu; anlamın içinde saklı olduğu sandığın kilidini bir türlü açamamıştım, ta ki geçtiğimiz perşembeye kadar. O gün haberleri okurken gözüme bir başlık ilişti: CIA’in Türk Casusu Vefat Etti. Haberi açıp okuduğumda Özbek asıllı CIA ajanı Ruzi Nazar’ın ölüm haberi ile karşılaştım. Halihazırda son yıllarını Türkiye’de geçirmiş ve burada vefat etmiş olması da dikkatimi çekmiş olacak ki kendisi ile ilgili bir araştırma sürecine girdim. Hayatını okuyup bitirdiğimde ise onca vakittir üzerine düşündüğüm sözün ne manaya geldiğini artık çözmüştüm; asıl sadakat insanın kendisini başkalarının değil, kendi fikirlerinin emrine amade kılmasıymış. Ruzi Nazar, bu ifadenin içini dolduran bir hayat yaşamış, kendine sadık kalmak uğruna başkalarının sadakatsiz demesini umursamamış bir karakter. Peki hakkında bunca şey söylediğim bu adam kim? Bu sorunun cevabı, ilerleyen satırlarda gizli.
Ruzi Nazar, 1917 yılında günümüzde Özbekistan sınırları içinde kalan, Fergana Vadisi yakınlarındaki Margilan şehrinde doğdu. Babası ipek ticareti yapan bir tüccar, annesi Hokand Hanlığı’nın ileri gelen ailelerinden birinin kızıydı. Nazar, milliyetçi fikirlere daha çok küçük yaşta aşina olmuştu; zira 10 yaşındayken, abisi Yoldaş Kari’nin Sovyet yönetimi tarafından milliyetçi hareketlere karıştığı gerekçesiyle idam edilmesine şahit oldu. Oldukça zeki bir çocuk olduğundan etrafındaki
herkesin dikkatini çekiyordu; öyleki ailesinin de teşviği ile Özbekçe’nin yanı sıra Rusça, Arapça ve Farsça da öğrendi. Temel öğrenimini bitirince de Taşkent’te ekonomi eğitimi aldı. Aynı yıllarda Özbekistan Komünist Partisi’nin gençlik kollarına üye oldu; çünkü o yıllarda parti üyesi olmayan birinin kariyer sahibi olması mümkün değildi. 1930lu yıllar boyunca Sovyetler Birliği’nin içindeki iç ve dış gelişmeleri yakından takip etti. Tabi pek yakında kopacak fırtınayı da sezmiyor değildi ki sonunda beklenen oldu ve 1939’da II. Dünya Savaşı patlak verdi.
Ruzi, savaş sebebiyle 1941 senesinde askere alındı ve Ukrayna cephesine gönderildi; ancak ağır yaralı olarak Almanlara esir düştü. O dönemde Nazi Almanyası, Rusları savaştan çekilmeye zorlamak adına işe yarayacağını düşündükleri bir girişimde bulunmuşlardı; Türkistan Lejyonları. Bahsi geçen lejyonlar, Sovyetler için çarpışırken esir düşmüş Rus olmayan halkların askerlerini, milliyetçi hedeflerle silahlandırıp Ruslara karşı savaştırmaktı. 1941 ortalarında yapılandırılan bu lejyonlara, Ruzi Nazar da davet edildi. Zaten milliyetçi bir karakter taşıyan Nazar için bu teklif, önemli bir fırsat oldu; ama Almanların saflarında çarpışırken bir kez daha yaralandı. Yaralanmasının ardından, savaş alanından geriye çekilerek Milli Türkistan Birlik Komitesi’nde irtibat subaylığına atandı ve savaşın sonuna kadar, bu görevi yürüttü. Lejyonları kontrol edip ihtiyaçlarıyla ilgilenmenin yanı sıra, Rus mültecilerin, onların milliyetçi faaliyetlerine karşı oluşturdukları organizasyonlarının ataklarını da savuşturuyordu. Bu görevde edindiği tecrübeler, ileride ona büyük faydalar sağlayacaktı.
1945 baharında Almanların yenilecekleri iyice belli olduğunda, Türkistan Lejyonu da cepheden çekildi ve savaşın bitmesinin akabinde Nazar ve arkadaşlarıi Almanya’ya dönüp terhis kağıtlarını aldılar. Almanya teslim olduğunda Nazar ve birkaç arkadaşı, Bavyera’nın Rosenheim kasabasındaydılar; Sovyet askerleri tarafından yakalanırlarsa, vatana ihanet suçundan idam edileceklerini bildiklerinden saklanıyorlardı. Barışın tesisi ile birlikte Rosenheim Amerikan işgali altına girince, Nazar ve diğer milliyetçi Özbekler rahat bir nefes aldılar. Aynı dönemde Ruzi, Nazi karşıtı bir yargıcın kızı olan Emelinde Roth ile tanıştı ve onunla 1946 senesinde evlendi. 1951 senesine kadar oldukça zor bir yaşam süren Nazar, hem evini geçindirmeye çalışıyor hem de Münih merkezli Bolşevik Karşıtı Milliyetçiler Örgütü’nde çalışarak Sovyetler Birliği’ne karşı mücadele ediyordu. Amerikan işgal yönetimi, onun becerilerini fark etmekte gecikmedi; organize ve enerjik olması bir yana oldukça zeki ve iş bitirici bir kişiliği olması, dikkatleri üzerine çekmesine yetiyordu. Ancak özellikle bir olay sonrası, kaderini değiştirecek olan teklifin kapıları ona açıldı; Türkistanlı milliyetçilerin arasına sızmış olan bir Sovyet casusunu yakalayıp Amerikalılara teslim etmesi, Nazar için bir dönüm noktası oldu.
1951 senesinde ABD eski başkanlarından Teodore Roosevelt’ın oğlu Archibald Roosevelt, özel bir mektupla Ruzi Nazar’ı Columbia Üniversitesi’nin Orta Asya Enstitüsü’nde çalışması için davet etti. Teklifi kabul eden Nazar, bir müddet üniversitede çalıştıktan sonra 1954 senesinde Archibald’ın ablası Ethel Roosevelt aracılığıyla CIA’e girdi ve Washington’a taşındı. ABD’yi resmi olarak ilk kez 1955 Bandung Konferansı’nda temsil etti ve aynı yılın Eylül ayında da Kahire Bağlantısızlar Konferansı’na katıldı. 1959 senesinde Viyana’daki Yedinci Dünya Öğrenci ve Gençlik Festivali’nde Nazım Hikmet ile tanıştı. Burada Nazım’ın kendisine politikadan ve politikacılardan uzak durmasını tavsiye ettiği bilinen Nazar, bu tür toplantılarda hem Sovyetler’in Rus olmayan halkları sömürdüğünü anlatıyor hem de Sovyet ajanlarını ve köstebeklerini tespit ediyordu. Ancak 1959 senesi yeni bir değişikliğe gebeydi.
1959 senesinin sonunda Ruzi Nazar, ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’ne atandı. Washington yıllarında, ileride adı 27 Mayıs Darbesi ile yan yana anılacak olan Alparslan Türkeş ve Agasi Şen ile tanışmış olan Nazar, Ankara’ya tayininin ardından, özellikle Türkeş’le olan dostluğunu ilerletti. Türkiye’ye gelişinin ardından çok geçmeden darbenin gerçekleşmiş olması ve Türkeş’le olan dostluğu, adının darbeye destek verenler listesine eklenmesine sebep oldu. Her ne kadar bu yönde somut bir delil olmasa da çokça suçlamaya maruz kaldı. 13 Kasım 1960’ta Türkeş’in Milli Birlik Komitesi’nden ihracının akabinde Türkeş’in ve arkadaşlarının idam edilmeleri gündeme geldiğinde, Ruzi Nazar araya girerek Türkeş’i ipten aldı. Ruzi Nazar’ın biyografisini yazan yakın arkadaşı Enver Altaylı, Ruzi’nin ABD Büyükelçisi aracılığıyla müdahale ettiğini söylerken, Soner Yalçın, Cemal Gürsel’in başyaveri olan Agasi Şen’i aracı ettiğini söyler. Aracılık edenin kimliği net olmasa da, Nazar’ın Türkeş ve arkadaşları için araya girmekten çekinmediği, kanıtıyla mevcuttur.
Bilhassa Türkeş ile olan yakın münasebeti, zamanla Nazar’ı sol çevrelerin hedefi haline getirdi; zira sol gruplar, Nazar’ın sağ gruplara destek sağladığını düşünüyorlardı. Her ne kadar kendisinin sol gruplara karşı kişisel bir husumeti bulunmasa da sol kanat destekli 1971 darbesini engellemeye çalıştığını ve Komünizmle Mücadele Dernekleri kurulmasını sağladığını arkadaşı Altaylı, yazdığı kitapta belirtir. Bunun yanı sıra Nazar’ın MİT (Milli İstihbarat Teşkilatı)’in modernizasyonu ve o dönemde çıkarılan yeni MİT yasası gibi konularda da aktif rol aldığı ve destek sağladığı, kitapta belirtilen ilginç noktalardan bir tanesi. Bu süreçte oynadığı aktif rol, MİT eski müsteşarlarından Mehmet Fuat Doğu ile kurduğu yakın dostlukla ilişkilendirilse de, Ruzi’nin Türkiye’ye karşı duyduğu sevginin, onu tanıyanlar tarafından defaatle belirtilmiş olması, onun sağladığı destek ve yardımların asıl sebebini vurgular gibidir. 1971 senesi sonları itibariyle tekrar Washington’a dönse de emekliliğinin ardından tekrar Türkiye’ye dönüp burada yaşamaya başlaması, bu sevginin en somut örneğidir.
1971’de Washington’a dönmesinin ardından Nazar, oldukça önemli görevlerde bulundu. Zbigniew Brzezinski’nin çalışmalarında ona yakın destek ve yardım sağladı; tecrübelerinin sağladığı bilgilerle eserlerine katkıda bulundu. SSCB’nin içindeki milliyetçi akımların gücüne daha fazla dayanamayacağına, ekonomik zayıflığının onu çöküşe götüreceğine inanan az sayıdaki ABD yetkilisinden birisiydi ve tarih onu haklı çıkardı. 1979’da İran’daki rehine krizi esnasında, sorunun çözümüyle ilgili bilgi toplamak için Afgan bir halı satıcısı kılığında İran’a girdi ki İslam Devrimi’nden bu yana İran’a giren ilk ABD görevlisiydi. Daha sonrasında elçilik dışında mahsur kalan altı elçilik personelinin kurtarıldığı Argos adlı gizli operasyonda, aktif rol aldı. 1980ler boyunca Kızıl Ordu’dan kaçan Özbekleri ABD saflarına katmak için, Afganistan’a düzinelerce seyahatta bulundu. Burada ABD tarafından SSCB’ye karşı desteklenen İslamcı liderlerden Gulbeddin Hikmetyar ile görüştü. Dönüşünün akabinde Washington’daki yetkilileri, İslamcı liderlere karşı uyardı, desteklenmelerinin ileride büyük zararlar doğurabileceğini belirtti; ancak ABD yetkilileri onun uyarılarını dikkate almadılar. Zamanla radikal İslamcı hareketin ip olup ABD’nin boynuna dolanması, onun haklılığını bir kez daha kanıtladı.
1991’de SSCB’nin dağılmasının ardından, Mayıs 1992’de yıllar sonra ilk kez Özbekistan’a geri döndü ve ailesinden sağ kalanlarla buluştu. Devlet Başkanı İslam Kerimov tarafından vatan kahramanlarına özgü bir törenle karşılandı ve ağırlandı. Emekliliğinin ardından Türkiye’de bir sahil kasabasına yerleşen Nazar, ömrünün geri kalanını gözlerden uzak bir şekilde sessizce sürdürdü ve geçtiğimiz perşembe günü de aynı sessizlikle hayata gözlerini yumdu.
Ruzi Nazar’ın hayatı, insanı sadakat kavramını derinden sorgulamaya iten bir hikaye. İnsanın sadakatinin ancak ve ancak kendisine karşı olması gerektirdiğini düşündüren, klişe, kalıplaşmış sadakat algısını yıkıp yerle bir eden bir ömrün panaroması. Hizmet ettiği devletler değişse de o aslında sadece kendi fikrine hizmet etmiş, sadece kendine sadık kalmış bir örnek. Ne Rusya’da, ne Almanya’da, ne ABD’de ne de Türkiye’de inandığı tek şey olan milliyetçi fikir dışında hiçbir güç için emek sarfetmemiş bir figür. Bu sebeple onu anlamak, kendine sadakati anlamak demek. Zira insan kendine değil de başkalarına sadıksa, o, aslında sadakat değil, sadece alışkanlıktır.
Kaynakça
– Altaylı, Enver .Ruzi Nazar: CIA’nın Türk Casusu, Doğan Kitap: İstanbul, 2013.
– Mumcu, Uğur. Tarikat, Siyaset, Ticaret. Uğur Mumcu Arastirmaci Gazetecilik Vakfi UMAG: İstanbul, 2011
– Yalçın, Soner, Doğan Yurdakul. Reis, Gladio’nun Türk Tetikçisi. Doğan Kitap: İstanbul, 2009.
– Yalçın, Soner, Doğan Yurdakul . Bay Pipo. Doğan Kitap: İstanbul, 2015.
– http://www.yenicaggazetesi.com.tr/ruzi-nazar-vefat-etti-113641h.htm
– http://www.sozcu.com.tr/2015/yazarlar/soner-yalcin/oyun-masasi-741905/
Mesut
Canan Hanım
Ruzi Nazar’ı örnek göstererek sadakatle bağlantı kurmanız dikkat çekici. Olumsuz manada söylemiyorum.Yazınızın büyük bir kısmı alıntı kendi fikriniz dikkatimi cekti. İnsanın kendine yani duygu ve fikir dünyasına sadık olmasını sadakat olarak değerlendiriyorsunuz. 1979 ‘da İran’da yapılan operasyondaki görevi Türk milliyetçiliğine nasıl hizmet etmiştir Ruzi Nazar’ın ?