Soğuk bir bahar akşamı, Rauf Bey elleri iki cebinde ağır ağır çıkıyor merdivenleri. Zorlu geçmiş bir ayın ardından şakaklarına damla damla yağan terler, ayaklarına kara sular olarak boşalıyor. Yalnızlığın ilk demlerini atlatmaya gücü şimdilik yetiyor ama ya sonra… Tahta merdivende bir adım daha doğru çıkıyor, çıkmak da ne kelime tırmanıyor. Yorgun bir dağcı misali duraklaya duraklaya yükseliyor. Her basamakta bu köhne evin tahta gıcırtıları artıyor, odama kadar geliyor. Neydi Rauf Bey seni bu kadar dertlendiren yoksa kaybettiğin hanımının hüznünün benim acımdan daha vahim olduğunu mu düşünürsün? Ben vatanımı kaybettim, benliğim hükümsüzdür…13 Cemazeyilahir 1334 (16 Nisan 1916)
Bu satırlar dökülüyordu bir 1916 Nisan sabahı bir vatanseverin gönlünden. Yalnızlığını, acısını, derdini unutturacak bir umut kovalıyor ve çareyi Mustafa Kemal’in yanında buluyordu. Zorlu yıllar, çetin mücadeleler sonrasında milletin payidar önderliğini üstleneceği; ilelebet muhafaza ve müdafaa edilecek kutlu bir yola giriliyordu. Yol daralıyor, çıkmazlarla buluşuyor ve umut ışığı 1919’da Samsun’da dalgalanıyordu. Bu gidişin dönüşünün olmadığı biliniyor, sonunun refah ve başarı olacağı ise yalnızca ümit ediliyordu. Ancak ne diyordu Mevlana Celaleddin-i Rumi: “Güçlük kolaylıkla beraberdir, kendine gel, ümidi bırakma! Akıllı insan bilir ki, ölümün arkasında bile daha güçlü bir hayat beklemektedir”. Belki de soğuk bir Nisan akşamında yalnız kalan, yegane sevdalısını kaybeden bu vatanseveri de daha güçlü bir hayat, dipdiri bir ülke bekliyordu.
Yine soğuk bir bahar akşamı, Rauf Beyi kaybedeli altı ay oldu. Her akşam merdiveni ağır ağır çıkışı, tahta merdivenin iniltileri ile birleşip bir resital vermiyor artık. Her neyse, özlemişim evimi, Ankara’mı, Ankara’mın ayazını… İçimizde alev alev yanan mücadele aşkımız Ankara ayazına karşı Garp cephesinde dimdik duran Mehmetçik gibi dururken üşümekten bahsetmek ne hacet. Bu hafta içerisinde toplayacağımız meclis ile bir yıldır büyük bir özveri ile çalıştığımız ülkümüz adına ilk resmi adımı atıyoruz. Zorlu bir yola giriyoruz, biliyorum. Sonunda idamlar, işkenceler olması bir an bile aklımdan geçmiyor da Anadolu’nun gözü yaşlı analarını evlatsız bırakmaktan korkuyorum. Korkmayın diyor Anadolu kadını, dimdik durun, kimseye boyun eğmeyin! Vatana kurban olacak evlatlar gönderdik, yine göndeririz o da olmazsa biz geliriz… Ne gönlü genişlik, ne vatan aşkıdır bu gözlerim yaşarıyor… 2 Şaban 1338 (21 Nisan 1920)
Günlüğün son sayfası böyle noktalanıyor; Türk milletinin bembeyaz geleceği son sayfanın berrak yüzeyinde parlıyordu. Okuduklarımın ardından etrafıma bakmaya çekiniyordum. Bir ara gözüm oğluma doğru ilişti, ağlıyordu. Okuduklarım beni ne kadar gururlandırdıysa oğlumun o hali de o kadar gururlandırıyordu. Atalarının emanetinin bekçileri olma görevi bizlerden oğullarımıza geçerken, gelecek nesillerin bu mirası daha ileriye taşıyacakları hakkında hiçbir şüpheye yer kalmıyordu. Bir kez daha emin oluyordum ki: 1915 yılında vatansever Türk gençlerinin başlattığı bu mücadele, nesiller geçtikçe Türk gençlerinin omzunda daha ileriye yol alacak, kurucu meclisin ve Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün çocuklara hediye ettiği bu güzel bayramla her yıl bir kez daha hatırlanacak.
Tarihini unutmayacak ve milli iradenin tadını bugün doyasıya çıkaracak Türk milleti!
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramın bir kez daha kutlu olsun.
[box_light]Ne mutlu Türk’üm diyene![/box_light]
selin
Çok güzel ve çok duygulu…