Serinin diğer yazıları için;
- Yitirilmiş Medeniyet Endülüs I: Öncesi ve Sonrası ile Fetih Hareketi
- Yitirilmiş Medeniyet Endülüs II: Emevi Emirliği’nin Kuruluşu ve Kaos Yılları
Merkezle periferiler arasındaki kopukluk, liyakate dikkat etmeyen bir devlet yapısı ve kötü yönetim sonucu Endülüs’te devlet işleyişi yerle bir olmuştur. İsyancılara karşı yürütülen iç savaşla beraber Leon Krallığı ve Fatımiler gibi iki önemli dış tehlikenin varlığı ile Endülüs için tehlike çanlarını çalmaktadır. Böyle bir vaziyette, artık herkes Emevi iktidarının yıkılacağını düşünürken hanedanlığın genç bir üyesi karşımıza çıkar: III. Abdurrahman.
Normal zamanlarda hükümdarın ölümünden sonra yaşanan taht kavgaları hepimizin malumudur. Ancak Emevi hükümdarı Abdullah 912 senesinde vefat ettiğinde hiçbir oğlu ve kardeşi tahta oturmak istemez. İşte böyle bir felaket içindedir Endülüs, tahta oturmak ateşten bir gömlek giymek gibidir. Ancak bu şartlar altında Abdullah’ın veliaht tayin ettiği torunu Abdurrahman isteyerek buna talip olur. Eğitimli ve sevilen bir genç olan Abdurrahman’ın gelişi umutlara bir nebze su serpmiştir.
Abdurrahman idari kadrolara güvendiği insanları yerleştirdikten sonra ilk hedefi merkezi otoriteyi sağlamlaştırmak ve siyasi birliği yeniden sağlamak olmuştur. Gücü elinde toplayan Abdurrahman isyancıların üzerine yürümeye başlar. Ancak bununla beraber seleflerine nazaran yaptığı önemli bir iş vardır: İsyancılara üst düzey idarecilerden ve alimlerden oluşan ikna heyetleri gönderir. Bu davranışın tek başına etkili olduğunu söylemek elbette zordur ancak önemi yadsınamaz. Kuşatmalar sırasında teslim olanların affedileceği ve ödüllendirileceği haberlerinin gönderilmesi de bunun bir parçasıdır.
Abdurrahman gücü elinde toplar toplamaz asilerin üzerine yürür ve sırasıyla isyan eden ileri gelenleri itaat altına alır. İsyan yerlerinde yaşayan halkın yeni bir isyana kalkışmasını engellemek üzere isyanın elebaşları ve aileleri başkent Kurtuba’da zorunlu ikamete tabi tutulur. Abdurrahman’ın 50 yıllık hükümdarlığının neredeyse yarısı iç birliğin sağlanması ile geçmiştir. Kimi kaynaklar onun bu süre zarfında “ancak 14 gün rahat uyuyabildim” dediğini rivayet eder. İsyanların sona erip siyasi birliğin tamamen sağlamasıyla beraber Endülüs’te uzun soluklu istikrar dönemi de başlamıştır.
Yıllardır özlenen barış ve huzur ortamını sağlayan Abdurrahman halkın ve ulemanın da desteğini alarak 929 yılında halifeliğini ilan eder. Böylece İslam coğrafyasında biri Şii, ikisi Sunni olmak üzere halife unvanını taşıyan kişi sayısı 3 olmuştur. III. Abdurrahman’ı halifeliğini ilan etmeye zorlayan en önemli sebep de Şii Fatimi halifeliğine karşı Sunni Abbasi halifeliğinin zayıf kalmasıdır. İçte ve dışta üst üste kazandığı zaferler sonrasında itibar kazanan Endülüs hükümdarının böyle bir hamlede bulunması ise gayet olağandır. İlk başlarda Fatımiler ve Endülüslüler arasında mücadeleler görülse de neticede Fatımiler İber yarımadasına adım atamayacaklarını anlamış ve yayılmacı politikalarını Mısır yönünde devam ettirmişlerdir.
Uzun yıllar süren karışıklık yılları sırasında Kuzeydeki krallıklar sınırlarını bir miktar genişletmiş olsalar da kendi iç karışıklıkları ve Abdurrahman’ın karşı koyması sonucu ciddi bir hadise yaşanmamıştır.
Ayrıca bu dönemde Avrupa’nın ilk tıp okulu Abdurrahman tarafından Kurtuba’da kurulmuş, Kurtuba Avrupalı krallar ve devlet adamlarının uğradığı bir tıp merkezi haline gelmiştir. Bu dönemde Endülüs’ünde yaşamış önemli bilimadamlarından biri de Ebu’l Kasım El-Zehravi’dir. Avrupalılar tarafından “Abulcasis” olarak bilinen Zehravi modern cerrahinin temellerini atmış, cerrahi üzerine yazdıkları yüzyıllar boyunca tıp okullarında okutulmuştur. Ortaya koyduğu büyük cerrahi buluşlar günümüzde hala kullanılmaktadır.
“III. Abdurrahman dönemi azamet ve görkem dönemiydi, oğlu II. Hakem dönemi ise, edebiyat ve medeniyet dönemi oldu.”
İspanyol tarihçi Modesto Lafuente
II. Hakem babası Abdurrahman döneminde inşaatı başlayan Medinetü’z-Zehra’yı tamamlamış ve buraya büyük bir saray kütüphanesi kurmak için olağanüstü bir çaba sarf etmiştir. Endülüs dışındaki bilginlerle irtibat kuran hükümdar onlara hediyeler göndererek yazdıkları eserleri Kurtuba’ya göndermelerini sağlıyordu. Bu ilgi ve alakası sadece Müslümanları değil Müslüman olmayan bilginleri de kapsamaktadır. X. yüzyılın sonuna geldiğimizde bu çabaların olağan bir sonucu olarak 400.000 civarı kitabı bünyesinde bulunduran bu kütüphane dönemin en büyük kütüphanelerinden biri olmuş ve Kurtuba dünyanın dört bir tarafından bilgiyi arayanların buluşma noktası haline gelmiştir.
Hakem’in en önemli icraatlarından biri de fakir ve kimsesiz çocuklar için parasız okullar açması olmuştur. Avrupa’da neredeyse sadece din adamlarının okur yazar olduğu bir dönemde Endülüs’te çocukların dahi okuma yazmayı öğrendiğini söyler Hollandalı tarihçi Reinhart Dozy ve aradaki büyük farkı gözler önüne serer .
İstikrarlı bir şekilde devam eden huzur ve refah dönemi herkese bu güçlü devletin uzun yıllar daha ayakta kalacağı izlenimini uyandırsa da yaşanacak hadiseler herkesi şaşırtacaktır.
Devam edecek…
Kaynakça
Özdemir, Mehmet. “Endülüs.” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, TDV. Yayınları, İstanbul (1995).
Paşa, Ziya. “Endülüs Tarihi.” Selis Yayınları, İstanbul (2012).
Watt, W. “Montgomety–Pierre Cachia.” Endülüs Tarihi, trc., Cumhur Ersin Adıgüzel–Qiyas Şükürov, Küre Yayınları, İstanbul (2012).
http://www.ivek.org.tr/calismalar/bir-enduelues-eczacisi-zehravi
Öne çıkan görsel için kaynak: wikipedia.org
Ahmet
Radyoaktivite üzerine çalışmaları ile ünlü fizik ve kimya otoritesi, 1903 NOBEL ÖDÜLÜ Sahibi Pierre Curie Diyor ki ; ” Endülüs’ten bize kala kala 30 Kitap kaldı,atomu parçaladık. Hülagü’nün yaktığı yüzbinlerce kitap kalsaydı eğer,şimdilerde galaksiler arasında top koştururduk. ”
Kaynak: İslam Medeniyeti ENDÜLÜS’ün Müthiş Bilim Düzeyine Bir Örnek