Almanya’da Nazilerin ve Önder (Führer) olarak kabul ettikleri Hitler’in iktidara gelmesiyle, Versay Antlaşmasının ağır şartlarıyla beli bükülmüş olan Alman milleti yeniden ayağa kalkmak için bir umut ışığı görmüştü. Fakat bu umut ışığı, milyonlarca insanın hayatını karartacaktı.
Daha iktidara gelmeden yazdığı Kavgam (Mein Kampf) kitabında Yahudilere olan nefretini kağıda döken Hitler, iktidara geldikten sonra da sistematik bir şekilde Yahudilere karşı bir karalama kampanyası başlattı. 1 Nisan 1933’te Yahudilerin sahip olduğu dükkan ve işletmelerin boykot edilmesiyle ülke çapında başlayan Yahudi karşıtlığı, 15 Eylül 1935’te çıkan Nürnberg Yasaları ile tavan yaptı ve Yahudiler ikinci sınıf vatandaş durumuna düşürüldü. Zaman ilerledikçe de Nazilerin, Yahudilere karşı yaptıkları eylemler katliama ve sonunda Holokost olarak anılacak olan Yahudi soykırımına dönüştü. Tabii ki bu süreçten ne kadar masum olsalar da çocuklar da etkilendi. Anne Frank de o çocuklardan birisi. Onu özel yapan ise tuttuğu günlüğü.
Anne, 1929 yılında babası Otto ve annesi Edith Frank çiftinin Margot’tan sonraki çocuğu olarak Frankfurt’ta dünyaya geldi. Yahudilere karşı artan baskılar ve ekonomik sıkıntılar sebebiyle baba Otto Frank, 1933 yılında Hollanda’ya göç etmeye karar verdi. Anne’in tapılası olarak tanımladığı babası Otto Frank, burada Opekta Şirketini kurdu ve yönetmeye başladı. Ailenin annesi Edith Frank’in de bir ev bulmasıyla aile Hollanda’da bir düzen kurdu ve Anne Frank de 1934 yılında Montessori Okuluna başladı. Anne Frank ve ailesi için memleketlerinden uzakta olmak dışında her şey iyi gidiyordu. Birçok yeni arkadaş edinmişlerdi ve babasının işleri de iyiye gidiyordu. Onlar ve onlar gibi Naziler’den kaçmış olan birçok Yahudi, Almanya’daki soydaşları aksine Hollanda’da rahatlardı. Fakat bu mutluluk Mayıs 1940’ta, Nazilerin Hollanda’yı işgal etmesi ile son bulacaktı. Başlarda Naziler, Yahudilerin işlerini yapmasına ve kısmen de olsa rahat yaşamasına izin verdiler. Ama kısa bir süre sonra tıpkı Almanya’da olduğu gibi halkı Yahudi olanlar ve olmayanlar olarak ayırmaya başladılar. Yahudilerin işlerini ellerinden aldılar(bu süreçte Otto Frank kendi şirketini kurtarabilmek için şirketi kağıt üstünde devretti ve şirketinin adını değiştirdi), çocuklarının sadece Yahudi Okuluna gitmesine verdiler, sarı Yahudi yıldızı giymeye zorladılar ve yaşamlarının her anına kısıtlama getirdiler. Hayat bütün Yahudiler gibi Anne Frank için de kötü giderken Anne, 13. yaş günü olan 12 Haziran 1942 günü kendisi için gizlice düzenlenmek zorunda kalınan partide, hayatının en önemli hediyesi olacak bir hediye aldı: Sonraları günlüğünü yazacağı bir ajanda.
Bu mutlu günden bir ay sonra ise Naziler, Yahudileri toplama kamplarına ve çalışma kamplarına götürmeye başladılar. Anne Frank’in ablası Margot da kendisini Almanya’daki çalışma kamplarına çağıran bir mektup aldı. Margot’un bu mektubu almasıyla baba Otto Frank, daha önceden çalışanı Jo Kleiman’ın fikriyle oluşturmaya başladıkları gizli evlerine taşınmaya karar verdi. Bu gizli ev Otto Frank’in Prinsengracht Sokağında bulunan iş yerinin arka tarafındaydı. Annex dedikleri bu gizli evin girişi hareket eden bir kitaplığın arkasında bulunuyordu. Onlar binada saklanırken, Frank ailesinin İsviçre’ye kaçtığını sanan işçiler de çalışmaya devam ediyordu. İki ailenin barınabileceği kadar geniş olan evde Frank ailesinden başka 3 kişiden oluşan Van Pels ailesi ve diş hekimi olan Fritz Pfeffer de saklandılar. Burada yaşayanların dışarı çıkmasına izin yoktu. Gizlilik çok önemli olduğu için binaya başkaları girdiğinde sessizce oturmak zorundaydılar. Ailelerin gıda, giysi ve kitap gibi ihtiyaçlarını Otto Frank’in 4 çalışanı temin ediyordu. İçeride hayat monotondu. Anne Frank için bu monotonluğu kırmanın yolu yazmaktı. Zaten evde de kısa öyküler yazan ve bunları evdekilere okuyan Anne, ileride bir yazar veya gazeteci olmanın hayalini kuruyordu. Kitty adını verdiği ve bir arkadaş olarak gördüğü günlüğü, onun için sadece basit bir günlük değil ileride yazmayı planladığı romana bir hazırlıktı.
Evdeki hayat gerilimli ve sıkıcıydı belki. Ama orada kesinlikle toplama kamplarındaki hayattan daha huzurlu ve mutlu bir hayat sürüyorlardı. Ne yazık ki bu hayat 4 Ağustos 1944 günü son buldu. Kim olduğu hala bilinmeyen birisi onları ihbar etmişti. Sabah binaya gelen SS Birliğine bağlı polisler, saklandıkları yeri keşfetmişti. Evdeki sekiz kişi ve Otto’nun 2 çalışanı tutuklandı. Önce Westerbork kampına sonra Auschwitz kampına gönderildiler. Toplama kampında Anne ve ailesinin hikayesi mutlu sonla bitmedi. Anne, savaşın bitmesine iki ay kala hastalanarak hayatını kaybetti. Kamptan sadece baba Otto Frank sağ olarak kurtuldu. Savaştan sonra Otto, ailesinden bir iz aradı ama eline geçen sadece diğer iki iş arkadaşının bulup sakladığı kızı Anne’in günlüğü oldu. Günlüğü defalarca okuyan Otto onu yayınlamaya karar verdi.
Birçok farklı dilde milyonlarca basılan kitap büyük bir etkiye sahip oldu. Öyle ki birçok ülkede müfredata konuldu, tiyatro sahnelerinde sahnelendi, beyaz perdeye uyarlandı. Günlüğünün başlarında “benim fikirlerimle kim ilgilenir ki” diye yazan Anne Frank, bugün bile ülkelerini ellerinde olmayan sebeplerle terk etmek zorunda kalan çocuklar için bir sembol durumunda.
Kaynakça
- http://www.hurriyet.com.tr/anne-frankin-arkadasi-anlatiyor-onu-kampta-gordum-uzerinde-sadece-battaniye-vardi-28406579
- http://www.annefrank.org
- http://www.history.com/topics/world-war-ii/anne-frank
- https://www.ushmm.org
Görseller
- http://www.annefrank.org
- http://annefrank.com
- https://www.rotasenin.com/anne-frank-evi-ve-muzesi