İnsanlar, insanlık tarihi boyunca, unutmaya ve unutulmaya karşı sürekli bir direniş içerisindedirler. Medeniyetleri meydana getiren insanlardır ve insan devamlı bir gelişim içerisindedir. İnsan eğer sadece içinde bulunduğu zaman diliminde konuştuklarıyla kalsa veyahut sadece konuşulanları hatırlasaydı, geçmişin bilinmesi ve hatırlanması olanaksız hale gelirdi. İnsanlar, her türlü belge, bilgi ve objeyi kendinden sonra gelen kuşaklara iletebilme yeteneğine sahiptir.
Unutulmaya karşı verilen bu savaş her türlü tarih yazıcılığını, kütüphaneleri, arşivleri ve elbette müzeleri ortaya çıkarmıştır. Bu savaşın başarıya ulaşmasında en büyük paylardan birisi, şüphesiz ki müzelerdir. Çünkü müzeler tarihin laboratuvarlarıdır.
Tarihi Süreç İçerisinde Müze Düşüncesi
Bugün dilimizde de kullanılan “Müze” sözcüğü Grekçe “Mouseion” kelimesinden türeyen bunun yanı sıra Yunan mitolojisinde Musa’lar ( İlham Perileri) adı verilen tanrıçalara adanan tapınak anlamına gelmektedir.
Eski Çağda savaşlarda ele geçen, savaş galiplerinin getirdikleri eserler yeni bir tutkunun, koleksiyonculuğun başlamasına neden olmuştur. Bu tutkunun bugünkü anlamda bir müze oluşturma düşüncesiyle yola çıkılmamasına rağmen bu tür çalışmaların ilkel müzelerin başlangıcı olduğunu düşünebiliriz.
Koleksiyonculuktan müzeciliğe geçiş bilimsel etkinliklerin doğal sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Koleksiyonların gelişmeleri ve yeniden değerlendirilmeleri, sınıflandırılmaları, belgelendirilmeleri ve korunmalarıyla, bireysel uğraş, bilimsel ve kuramsal bir çalışmaya dönüşmüş; toplumsal ve siyasal bilinçlenmelerin katkılarıyla kamulaştırılan koleksiyonlarla müzeler oluşturulmuştur.
İlk Müzecilik Çalışmaları
Eski Mısır ve Mezopotamya’ da, dinsel amaçların ön plana çıktığı sergilemelerin yanı sıra savaşlarda galip gelen hükümdarlar ele geçirdikleri ganimetleri kuvvet ve kudret gösterilerinin bir simgesi olarak halkının görebilecekleri yerlere koymuşlardı. Lakin sanatsal ağırlıklı objelerin bilinçli olarak toplanması ilk defa eski Yunan’da görülmüştür. Helenistik Çağın ünlü krallarından I.Ptolemaios ise M.Ö 300 yıllarında o dönemin önemli bir kültür merkezi olan İskenderiye’de ilk müze ve kütüphaneyi kurmuştur. Bugünkü anlamda bir müze oluşturma düşüncesiyle yola çıkılmamasına rağmen bu tür çalışmaların ilkel müzelerin ilk başlangıcı olduğunu düşünebiliriz.
Ortaçağda Müze
Ortaçağ Avrupa’sında bugünkü anlamda bir müze kurma ve eser sergileme düşüncesi bulunmamaktaydı. Sadece kilise ve manastırlarda dinsel eşyalardan oluşan, her geçen gün çoğalan koleksiyonlar vardı. Asillerin öncülüğüyle başlanan eser toplama çalışmalarında sikkeler, madalyonlar ve değerli taşlar ön sırada yer alıyordu. Gün geçtikçe toplum tabanında da sanat değeri olan eserlere ilgi artmış ve Rönesans hareketiyle birlikte daha da hız kazanmıştır. İtalyan hekim Ulisse Aldrovandi (1522-1605) doğadan seçtiği örneklerle ilk kez ciddi ve bilimsel sergileme girişiminde bulunmuştur. Avrupa’da müzecilik açısından böylece ilk adımlar atılırken Bayvera Dükasının yanından çalışan Samuel van Quichberg isimli bilgin ilk kez 1665 yılında örnek bir müzenin nasıl kurulabileceğini içeren “Inscrition” isimli bir eser yazmıştır. Bu kitabında toplanan eserlerin nasıl sınıflandırılabileceğinden bahsetmiştir. Onun ardından C.F Neicklius da müzeciliğin el kitabı olarak nitelendirilen “Museographia” yı yayınlamıştır. Müzelere eser toplamanın kuralları bu kitapta ele alınarak geliştirilmiş ve sanat severlerce ilgi ile karşılanmıştır. Bu eserler ve değişim sayesinde Avrupa’da koleksiyonerliğin yanı sıra müze düşüncesi de yerleşmeye başlamıştır.
Tarihsel bağlamda hızlı bir şekilde düşünürsek 18. yüzyılda koleksiyonların değerlendirilmesi, arşivlenmesi ve sunumuna başlanmıştır. 1759’da İngiltere’de ilk halk müzelerinden biri olan British Museum açılmıştır, ancak sanılanın aksine müzeyi ziyaret etmek için önceden izin almak, haftalar öncesinden başvuruda bulunmak gerekmektedir. Sonrasında, 1789 Fransız Devrimi’nin toplumda yarattığı de
ğişim müzeciliğe de yansımış, Fransız Devrimi’yle ortaya çıkan ulusçuluk, ulusal müze kavramını ortaya çıkarmıştır. Paris’teki Louvre Müzesi, Avrupa’nın ilk ulusal müzesidir.Louvre müzesi ayrıca Avrupa’ da “müzelerin müzesi” olarak anılır.Bunu çağının sanat ve modernitesinin başkenti olarak algılanan Paris’e ayrıca bir devrimin eseri olmasına borçludur.
Sömürgeciliğin yayılmasıyla birlikte, başta Yunanistan, Mısır, Hindistan ve Osmanlı bölgelerinden getirilen eserler Avrupa müzelerinde sergilenmeye başlanmıştır. Tarih müzesi kavramı, 19. yüzyılda ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu dönemde, müzeler kurumsallaşarak koleksiyonlarının türlerine göre farklılaşan yeni müze türleri ortaya çıkmıştır. 20. yüzyıla geldiğimizde halk yaşamı, zanaati ve folklörüyle ilgili eşyalar toplanarak, günümüzde etnografya müzeleri olarak bilinen ulusal müzeler açılmaya başlanmıştır. 1960’lardan sonra modern sanat müzelerinin ortaya çıkması, sergileme tavırlarındaki farklılıklar yeni bir anlayışın oluşmasının önünü açmıştır. Müzelerin ziyaretçi bekleyen değil ziyaretçi çeken kurumlar olarak yeniden nasıl kurgulanabileceği sorgulanmaya başlanmıştır. Halkı müzelere çekebilmek için kısa-uzun dönemli sergiler, film gösterimleri, söyleşiler, bienaller gibi etkinlikler vasıtasıyla müzeler yeni bir anlayışla ele alınmaya başlanmıştır.
Türkiye’de Müzecilik
Ünlü tarihçi Heradot’un “Gök kubbenin altındaki en güzel coğrafya,en güzel iklime sahip” olarak nitelendirdiği ülkemiz coğrafyasında , müzecilik alanında ilk ciddi çalışmalar 1846 yılında Damad Fethi Ahmet Fethi Paşa’nın çabalarıyla başladı.Sultan Abdülmecid’in emriyle bazı eski eserler ve eski silahlar 1868 yılında Aya İrini Kilisesi’nde toplanmış daha sonra Ali Paşa’nın sadrazamlığı sırasında bu kilise ve içerisindeki eserler “Müze’i Hümayun” adı altında ilk kez müze olarak açılmıştır. Fakat müzecilik anlamında gerçek çalışmalar Osman Hamdi Bey 1881 yılında müze müdürü olunca başlamıştır.Osman Hamdi Bey eski eserlerin yurt dışını çıkmasını yasaklayan “Eski Eserler Kanunu” nu hazırlayan kişidir
Fakat müzeciliğin asıl sıçraması ve öneminin artması Cumhuriyet Dönemi’ni bulmuştur.Türkiye’ de müzeciliğin ayrı bir bilim dalı olarak ortaya çıkması ve yeni müzelerin hızla kurulması bu dönemde olmuştur.Cumhuriyet Dönemi’nde yapılan ilk müze binası Etnografya Müzesi olmuştur.
1925 yılında çıkarılan Kanunla kapatılan tekke, türbe ve zaviyelerdeki eşya ve eserlerin çoğu Ankara Etnografya Müzesinde sergilenmeye başlanmış, halk yaşamından kesitler sunmak amacıyla törensel ya da günlük eşyalar kullanılmıştır. Diğer taraftan Konya Mevlana Türbesi Atatürk’ün isteği üzerine kapatılmayarak koleksiyonları ile birlikte müze haline dönüştürülmüştür.
Kaynakça
Ayfer Karabıyık, “Çağdaş Sanat Müzeciliği Kapsamında Türkiye’deki Müzecilik Hareketlerine Bir Bakış”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum
Türkiye’de Müzecilik- Erdem Yücel
Türk Müzeciliği – Ferruh Gerçek
Batur,Sebahattin “Dünya’da Müzeciliğin Gelişmesi”
Türk Müzeciliğine Bir Bakış – Remzi Oğuz Arık
SenaYÇ
Müze ve tarihi hakkında okuduğum en keyifli yazıydı! Teşekkürler, lütfen yazmaya devam ediniz.