Toplama kampı denince akla ilk gelen Nazi kamplarıdır. Oysa bizden sadece iki kuşak öncesinin yaşadığı ve pek çok kişinin kendi milletinden olmasına rağmen, Nazi kampları kadar iyi bilmediği bir toplama kampıdır Belene Kampı.
Belene Kampı, Tuna Nehri’nin iki kolunun arasında kalan Belene Adası’nda yer almaktaydı. 2500’e yakın mahkum kapasitesi olan kamp, şehir merkezinden uzaktı. Adaya ancak köprüler aracılığıyla geçilebiliyordu. Ancak bu köprüler de Bulgar askerleri tarafından tutulmuştu.
Kamp, oldukça yeşil bir alana kurulmuştu. Yukarıda gördüğünüz yerleşim planına göre, yatay uzunluktaki binalarda mahkumlar kalmaktaydı. Herhangi bir ısıtma veya yalıtım sisteminin bulunmaması dolayısıyla mahkumların çok sık hasta oldukları bilinmektedir.
Mahkumların oda düzeni ise aşağıdaki gibiydi. Burada kalmış olan mahkumların anlattığına göre, yaşam koşulları oldukça zordu ve kaldıkları yerler hastalık yuvasıydı. Gece tuvalete gidemedikleri için, kimi zaman oda içindeki kovaları kullanmak zorunda kalıyorlardı.
Belene Kampı, 1949 ve 1959 yılları arasında faaliyette olan bir kamptı. Bu süreçte iktidarda bulunan sosyalist rejimin aleyhine örgütlenen veya rejim karşıtı düşüncelerle hareket eden Bulgarları bu kampa getiriyor, burada işledikleri suçun ağırlığına göre çalıştırılıyorlardı.
Şehirlerde çeşitli hapishanelerin açılmasıyla, kamp 1984 yılına kadar kullanım dışı kaldı. Ancak 1956’dan 1989’a kadar sürecek olan asimilasyon politikası dolayısıyla, 1985 yılında kamp Bulgaristan Türkleri için tekrar işlevsel hale getirildi.
Asimilasyon politikası hakkında kısaca bilgi vermek gerekirse, bu politikanın amacı; Bulgaristan’da yaşayan Müslüman topluluğu Hıristiyanlaştırmak ve Bulgar kültürünü benimsemelerini sağlamaktı. Yunan, Makedon ve çoğunlukla Türklerden oluşan bu Müslüman topluluğa “Pomaklar” adını vermişlerdi. Pomakları asimile etmek, asimilasyon politikasının temel gayesiydi. Bunun nedeni, Pomakların oldukça kalabalık bir kitle olması ve bu kitlenin çok büyük bir kısmını da Müslüman Türklerin oluşturuyor olmasıydı. İstatistiksel olarak ele almak gerekirse, o dönemde Bulgaristan’ın toplam nüfusunun %20’si Türk’tü. Bu nedenle Türklere asimile edilmesi gereken ilk ırk gözüyle bakılıyordu. Ayrıca Türkler, diğer Pomaklardan farklı olarak, kendi yöresel kıyafetlerini giyiyor, kendi dillerini konuşuyor ve kendi geleneklerine göre hareket ediyorlardı. Nitekim, Bulgarlar önce Türkçe konuşmayı yasakladılar; Türklerin giyim tarzı ve geleneklerine yönelik karalama kampanyaları başlattılar. Türk gazetelerini çeşitli nedenlerle kapatarak, Türklerin örgütlenmesini engellemeye çalıştılar. Fakat bu kampanyalar, Türkleri Bulgarlaştırmaya yetmedi.
1984 yılında “Vazroditelen protses” adı verilen ikinci bir Yenilenme Süreci ile Bulgaristan hükumeti, bu sefer sadece Türkleri hedef alan bir kampanya başlattı. 900.000 Türk yani ülke nüfusunun yaklaşık %10’u, yeni gelen bir düzenlemeyle isim değiştirmeye davet edildi. Ancak kimse gönüllü olmadı. Hükümet, öğretmenlerden başlayarak özellikle aydın kesimdeki Türklerin isimlerini, Hıristiyan kökenli isimlerle değiştirmeye zorladı. İsim değiştirmedeki amacın, ‘Türklerin Bulgar toplumuna uyum sağlamasına katkıda bulunmak’ olduğu ileri sürüldü. İşin ilginç yanı; Türklerin, Osmanlı Dönemi ve sonrası olmak üzere, zaten yüzyıllardır Bulgarlarla iç içe ve barış içinde yaşamış olmalarıydı.
Okullardaki Türkçe dersler kaldırıldı. Halkın Türkçe konuşması yasaklandı. Yeni doğan çocuklara yalnızca Bulgarca isim konulabiliyordu. Tüm bu baskıların sonucunda Türkler, yüzyıllardır süregelen düzenin değişmesine karşı çıktı. Bunun üzerine, Türk nüfusun çoğunlukta olduğu Kornitsa Köyü’ne diğer Türklere gözdağı amaçlı bir baskın düzenlendi. Pek çok sivil öldürüldü. Bu sivillerden bazılarının İslami usullere göre defnedilmelerine karşı çıkıldı. Ancak alınan tepkiler ve protestolar sonucunda defin usulüne müdahale etmekten vazgeçildi. İsim değişikliğini hala kabul etmeyenler, Türkiye’ye dönmeye zorlandı. Bir kısmın göç etmesiyle ve 1940’lardan beri yaşanan aralıklı göçlerle, Türk nüfusu %9’a kadar düştü. Kalanlardan hala direnenler ise devletin bütünlüğüne tehlike teşkil etmekten ve örgütlenmekten dolayı tutuklandı. Belene Kampı’na gönderildiler.
Kampa gönderilmek için bir yargı süreci gerekmiyordu. Herhangi bir yargı kararı olmadan, “Sosyalist Bulgar rejimine karşıt olmak” kampa gönderilmek için yeterli bir sebep olarak görülüyordu.
Belene Kampı, yukarıda anlatılan özelliklerin yanı sıra, çok iyi korunan bir kamptı. Mağdurlar, askeri gücün yanı sıra, kampın çevresinin üç kat dikenli tel örgüyle çevrelendiğini anlatıyorlar. Özellikle şunu belirtmeliyim ki, toplama kampı denince akla gelen Nazi kamplarında bile kamp alanının üç kat telle çevrelendiği görülmemiştir.
Mağdurlardan Sabri İskender, kamptakilerin çoğunun aydınlardan (öğretmen, gazeteci, doktor vb.) oluştuğunu belirtmiştir. Kampa ilk kez geldiklerinde kendilerine Bulgar vatandaşı olmaları karşılığında para veya ev teklif edildiğini; kabul etmediklerinde işkenceye maruz kaldıklarını söylemiştir. İşkencelerin sonucunda Türklerin bir kısmının göç etmeyi veya kalıp isim değiştirmeyi kabul ettiklerini; ancak çoğunluğun direndiğini anlatmıştır.
Mahkûmlardan Ali Ormanlı, kampta çalışırken apandisitinin patladığını, kamptaki doktora götürüldüğünde; doktorun isim değişikliğini kabul etmesini, tedaviye ön şart koştuğunu anlatıyor. Bu şarta göre, Ali Ormanlı hem ismini değiştirecek hem de “Soya Dönüş” adı altında arkadaşlarını teşvik edecek bir konuşma yapacaktır. Ormanlı, bu teklifi reddeder. Doktor dört gün boyunca teklifinde ısrar eder, Ormanlı reddeder. Ancak hastanın durumunun iyice ağırlaşması ve bilincini kaybetmesiyle, doktor Ali Ormanlı’yı tedavi etmeyi nihayet kabul etmiştir.
Mahkûmlardan Mehmet Mumcuoğlu, kampta yiyebilecek yemek bulmanın çok zor olduğunu şu sözlerle anlatıyor:
Yemek veriyorlardı ama verdikleri yemekler yenecek gibi değildi. Tavukayağından, domuz kulağından çorba verdiler. İster ye, ister yeme. Bazen ekmek vermezlerdi. Bütün gün çalışırdık. Bazen su bile vermezlerdi. Neydi bu bizim çektiğimiz…
Mahkûmlara yapılan muamelelerin yanında, mahkûm aileleri de zor durumdaydı. Belene Kampı’na götürülen kişilerin eşleri de işten çıkarılıyordu. Eşi kampa alınan Hasibe İnan’ın anlattığına göre, eşinin kampa alındığı öğrenmesinden kısa bir süre işten çıkarılmış; hem eşinin desteğinden yoksun kalmış hem de çocuklarına bakabilecek gücü kalmamıştır.
Tüm bu örneklere bakınca, kampın nasıl bir ortam olduğunu tahmin edebilirsiniz. İşte böyle bir ortamda, beklenildiği üzere bir açlık grevi başladı. Greve katılanların her geçen gün artmasıyla, gardiyanlar kaliteli yemekler getirerek greve katılanları caydırabileceklerini düşündüler. Fakat grev devam etti ve tüm dünyanın dikkatini çekmeyi başardı. Bunun üzerine Türkiye, Bulgaristan’a nota verdi. Bulgaristan hükümeti, sadece Türkiye’den değil, Dünya çapında da aldığı tepkilerle geri adım attı ve Belene Kampı’ndakilerin tahliyesine karar verdi.
Ancak tahliye kararı, düşünülenin aksine, Türklerin tam anlamıyla serbest kalması anlamına gelmiyordu. Kamptakilerin büyük bir kısmı Bobodov Cezaevi’ne gönderildi. Islah edilebilir olduğu düşünülen mahkûmlar ise aileleriyle birlikte Bulgar nüfusunun yüksek olduğu Kuzey Bulgaristan’daki köylere yerleştirildiler.
Mahkûmlardan Nihat İleri, ailelerin farklı köylere gönderilmesinin bir sürgün olduğunu ve baskıların yine devam ettiğini ifade ediyor. Her on Türk aileye bir gardiyan atandığı ve düzenli olarak asimilasyon çalışmalarının devam ettiğini belirtiyor. 1989’da zorunlu göç dolayısıyla da daha fazla Türk ailenin memleketini bırakarak Türkiye’ye göç ettiğini açıklıyor.
İleri’nin bahsettiği göçler, 1 Haziran 1990’da Bulgaristan parlamentosu af çıkarana ve bütün mahkumlar tahliye edene kadar devam etti. Asimilasyon politikalarının başlangıcından bu yana, en yoğun göçlerin
Belene dönemine tekabül etmekle birlikte, toplamda 1.027.600 Bulgaristan göçmeni Türk, Türkiye’ye göç etmek zorunda kalmıştır.
Her yıl 26 Aralık tarihinde, Kırcaali’de yaşanan zulümler tekrar anlatılır ve anma törenleri düzenlenir.
Belene Kampı ve asimilasyon politikalarının mağdurlarını saygıyla anıyorum.
*Kamp hakkında daha fazla bilgi edinmek isterseniz, kaynakçada belirttiğim ilk belgeseli izlemenizi tavsiye ederim.
Kaynakça:
TRT Belgesel ve Muhacirler Derneği’nin hazırladığı “Dinmeyen Sancı Belene Kampı – Bulgaristan Türkleri (1984-1989)” belgeseli: https://www.youtube.com/watch?v=Z8Q3XuQ8A5U
Durmuş Ören (o dönemde öğretmen) ve Celaleddin Müminoğlu (o dönemde çiftçi) röportajları: https://www.youtube.com/watch?v=nKIFtfQ57Qo
http://www.cnnturk.com/haber/turkiye/asimilasyon-ve-goc-bulgaristan-turklerinin-oykusu
Zafer, Z. (2010). Bulgaristan Türklerinin 1984-1989 Eritme Politikasına Karşı Direnişi. Akademik Bakış.