– Serinin önceki yazısı için:
Portekiz’in Yayılmacılık Tarihi III: Afrika Kıyılarında
Portekizliler yüzlerini Atlantik Okyanusu’na döndüklerinde ve keşiflerine başladıklarında ulaşmak istedikleri yer Hindistan’dı. 1488 yılında Hint Okyanusu’na vardıklarındaysa bu hedeflerine hiç olmadıkları kadar yakın olduklarının farkındalardı. Önceden Afrika’nın nehirlerinde aradıkları geçişi bulmuşlardı ve artık Müslüman denizcilerin kontrol ettiği Kızıldeniz ve ötesinde kendilerine pay arayacaklardı. Her ne kadar Doğu Afrika kıyılarında karşılaştıkları topluluklarda güçlü bir devlet yapısı görememiş olsalar da kuzeye gittikçe krallar tarafından hoş karşılanmaya başladılar. Bunlar, Portekizlilerle Arapça üzerinden anlaşabilen Müslüman ve Hristiyan krallardı. 1488 ve sonrasında ilk defa bir Avrupalı devlet Hint Okyanusu’nda ve buradaki ticarette boy göstermeye başladı. Amacıysa Afrika kıyılarındakinden farklı değildi: kaynak elde etmek ve malları Ortadoğu bölgesi yerine kendi kontrol ettikleri deniz yoluyla Avrupa’ya ulaştırmak.
Portekiz Hint Okyanusu’nda keşiflerde bulundururken İspanya da Portekiz’in başlattığı keşif faaliyetlerine bir şekilde katılmak istiyordu. Bartolomeu Dias’tan 4 yıl sonra başka bir kâşif, Kristof Kolomb, İspanyol kralı ve kraliçesi adına açıldığı Atlantik Okyanusu’ndan iyi haberler ile dönmüştü. Yeni keşfedilmiş bu toprakların kimin olacağı hakkında bir düzenleme yapılması gerekiyordu. 1494 yılında Portekiz ve İspanya arasında bundan sonra keşfedilecek toprakların nasıl paylaşılacağı ile ilgili bir antlaşma yapıldı: Tordesillas Antlaşması. 1479’da yapılan Alcaçovas Antlaşması’ndan çok daha önemli olan bu antlaşma ile sonraki 200 yılın kolonileşme sürecinde hangi devletin nerelerde koloni kurabileceği belirlenmiştir. Cabo Verde adalarının 370 fersah (yaklaşık olarak 2 bin kilometre) batısı sınır olarak belirlenmiş ve bu sınırın batısında kalan topraklar, Kristof Kolomb’un keşfettiği Karayipler de dahil olmak üzere, İspanya’nın olacaktı. Sınırın doğusunda kalan topraklar da, yani Alcaçovas Antlaşması’nda belirtilen Afrika kıyıları, Hint Okyanusu ve daha keşfedilmemiş Brezilya, Portekiz tarafından kolonileştirilebilecekti. Böylece uzun süre boyunca Portekiz’in Hint Okyanusu’nda hiçbir Avrupalı rakibi olmadı. Gelecek yüzyıllarda ise İspanya Amerika ile uğraşırken Portekiz de Hint Okyanusu kıyılarındaki önemli ticaret noktalarını ele geçirdi.
Bartolomeu Dias’dan sonra Hindistan’a ulaşması için yeni bir kaptan, Vasco da Gama, görevlendirilmişti. Da Gama Dias’ın yolculuğunda kullandığı yolu izleyip 18 Mayıs 1498 tarihinde Kazhikode yakınlarına ayak bastı. Hem muson yağmurları hem de bu görevin sadece keşif değil aynı zamanda diplomatik bir görev olmasından dolayı Portekiz gemileri ağustos ayına kadar limandan ayrılmadılar. 1497-1499 arasındaki seferde Vasco da Gama sadece kaptan olarak değil aynı zamanda bir elçi olarak görevlendirilmişti. Kaldığı süre boyunca hem Kazhikode’deki insanlar hakkında hem de yerel yöneticiler hakkında bilgi topladı ve bölgedeki prenslerle iletişime geçti.
Portekizliler notlarına Kazhikode’deki insanlar arasında Hristiyanlar ve Müslümanların olduklarını yazmışlardı. Hindistan’ın çoğunun da Doğu Hristiyanlarınca yönetildiğini düşünüyorlardı. (Doğu Hristiyanlarından kastın Ortodoksluk olmadığı ya Etiyopya’daki gibi Kıptilik ya da farklı bir Hristiyanlık formu kabul ettiklerini düşünmekteyim) Bu Portekizliler için önemli bir bilgiydi çünkü Vasco da Gama’nın da deyişiyle aradıkları iki şey vardı: Altın ve Hristiyan toplulukları. Tıpkı önceki yüzyıl boyunca aradıkları Etiyopya’yı bulup Müslümanlara karşı ittifak kurmak istedikleri gibi Hindistan’da da Müslümanlara karşı birlikte bir Haçlı seferi düzenleyebilecekleri müttefik arıyorlardı. Bu yüzden bölgede gördükleri Müslüman olmayanları bir umutla Hristiyan olarak görmüş olabilirler. Ayrıca Kazhikode’de resmi işler için kullanılan dil Malayamca’ydı. Bölgedeki yöneticilerle anlaşabilmek için Arap tercümanlar getiren Portekizliler için kendilerine çok farklı gelen dille karşılaşmak şaşırtıcı olmalı. Konuşulan konular Portekizce- Arapça- Malayamca çevirilerinden geçerek iki tarafın anlaşması sağlanıyordu. Sonuç olarak, Arapça çevirmenlerle gelen Portekizlilerin Arapça konuşmayan kişilerle karşılaştıklarında bunları Müslüman olmayanlar, bir başka ifadeyle potansiyel ittifaklar, olarak algılamış olabileceklerini söyleyebiliriz. Onları Doğu Hristiyanları olarak anlatmalarıysa ya çeviri hatalarından ya da kendilerini yanlış bilgilendiren Doğu Afrika’daki Müslüman Arap yöneticilerden kaynaklanmış olabilir. Portekizlilerin yaptıkları hatayı fark etmeleri ve bölgedeki insanların çoğunluğunun Hristiyan değil Hindu olduklarını anlamaları yeni bir sefere kadar mümkün olmayacaktı.
Hint Okyanusu’ndaki ilk 7 yıllarında Portekizliler herhangi bir toprağı ele geçirmeye kalkışmadılar. Tıpkı Afrika’daki gibi, eğer ilk yağmaları saymazsak, bölgeye askerden önce diplomat gönderiyorlardı. Vasco da Gama’yı da donanma komutanı yerine diplomat olarak görmemiz bu yüzden önemlidir. Vasco da Gama ve daha sonraki kaşifler bölge hakkında öğrenebilecekleri şeyleri öğrenmiş ve kendilerinden sonra gelecek, özellikle de bölgedeki devletlerle çatışmaya girecek liderler için, Portekiz’le müttefik olabilecek prenslikleri belirlemişlerdir. Lisbon ve Hindistan’daki farklı şehirler arasındaki ilişkiler geliştikçe Portekiz’in bölgedeki faaliyetleri artmaya başladı. Önce Kazhikode’ye daha sonradan Koçi’ye birer feitoria yaptırıldı. Kazhikode’deki feitoria halk tarafından saldırıya uğradığı için ticaret daha çok Koçi’de gelişmeye başladı. Bir başka önemli figür olan Afonso de Albuquerque’nin bölgeye gelmesiyle ise Portekiz agresifleşmeye başladı. Artık sadece diplomasi değil, aynı zamanda askeri müdahaleler de Portekiz’in bölgedeki faaliyetlerini arttırması için gerekliydi. Önemli ticaret merkezleri olan Goa (Hindistan), Malakka (Malezya) ve Hürmüz (İran) ele geçirildi ve feitorialar inşa edildi. Goa, bundan sonraki 450 yılda Portekiz’in bölgedeki ana üssü olacaktı. Gerçekten de Portekiz ilk yıllarda izlediği pasif politikalardan hızlıca sıyrıldı. Hatta Portekiz gemileri Kızıldeniz ve Basra’daki Osmanlı donanmaları ile mücadeleye girişti. Ancak bu mücadelelerin sonucunda Kızıldeniz ve Basra Osmanlı kontrolüne bırakılırken Osmanlı da açık denizde etkili olamadığı için hem Hint Okyanusu’nda Portekiz üstünlüğünü kabul etti hem de uzaktaki (Acem Krallığı gibi) Müslüman devletleri Portekiz’e karşı koruyamadı. Portekiz’in Hint Okyanusu’nda etkili olduğunu söylesek de ele geçirdikleri yerler kaleler ve ticaret noktalarıydı. Bu ticaret noktalarından Avrupa’da az bulunan ve tabii ki pahalıya satılan ürünleri ticaret ve korsan faaliyetleri ile ele geçirip Avrupa’ya gönderiyorlardı.
Portekiz 1415 yılında Fas ile başlayan mücadeleleri ve 15. yüzyıl boyunca Afrika kıyılarında yaptığı keşiflerin sonunda Hint Okyanusu’na ve Hindistan’a ulaşmıştı. Bu olay, tıpkı aynı dönemde gerçekleşen Amerika kıtasının keşfi gibi, birçok şeyi değiştirdi. En başta, artık Avrupa Hindistan ve Çin’le yaptığı ticaretini Müslüman devletler aracılığıyla değil direkt olarak deniz yoluyla yapmaya başladı. Bunun sonucunda Ortadoğu’da yer alan kara ticareti önemini yitirdi. Aynı zamanda bu ticaretin Avrupa’ya uzanan kısmı olan Akdeniz de ticari önemini kaybetmeye başlamıştı. Artık ticaret okyanuslar aracılığıyla yapılıyordu. Portekizli denizciler yeni başlayan çağın, Kaşifler Çağı’nın, öncüleriydi. Uzak kolonilerden gelen hikayeler ve zengin olma hayalleri birçok denizcinin hayalini süslediği gibi kralların ve kraliçelerin dikkatini de çekti. Portekiz’den sonra keşiflere ve kolonileşmeye başlayan İspanya, İngiltere, Fransa ve Hollanda gibi devletler sonraki yüzyıllarda denizlere ve Dünya’ya hükmetti. Bu değişimden sonra artık zenginlik Akdeniz kıyılarından Atlantik kıyılarına göç etmeye başlamıştı.
Kaynakça:
Disney, A. R. (2009). A History of Portugal and The Portuguese Empire: Volume 2. New York: Cambridge University Press.
Newitt, M. (2005). A History of Portuguese Overseas Expansion, 1400-1668.New York: Routledge.
Resimler için:
https://www.wikipedia.org/