Marmara Denizi’nin açıklarında bulunan Prens Adaları’ndan en büyüğü Büyükada… İstanbul’a yalnızca bir kaç kilometre uzakta olmasına rağmen bambaşka bir dünyaya açılan bir kapı. Her yıl binlerce ziyaretçi ağırlayan Büyükada, gezilecek bir çok tarihi mekana da ev sahipliği yapıyor. Bunlardan, belki de en az bilineni, Büyükada’nın iki tepesinden biri olan Manastır Tepesi’nde yer alan tarihi Büyükada Rum Yetimhanesi’dir. Nefes kesen manzarası ve büyüleyici yapısı ile bu yetimhane şimdilerde terk edilmiş durumda. Avrupa’nın en büyük dünyanın ise en büyük ikinci ahşap yapısı olma özelliğini taşıyan bu bina, her zaman bu kadar yalnız değildi. İlk amacı otel ve kumarhane  olmak olan bina, zamanında yüzlerce yetim çocuk için bir yuva ve okul görevi de gördü. Bu yazı ile şimdilerde terk edilmiş ve yıkılma tehlikesi altında olan bu yapının geçmişinde ufak bir yolculuğa çıkacağız. 

Prinkipo Palace Otel 

Büyükada Rum Yetimhanesi, 1898 yılında  “Prinkipo Palace Otel” olarak inşa edilir. Binanın mimarı, Fransız mimar Alexandre Vallaury’dir. Vallaury, aynı zamanda Pera Palace Oteli’nin de mimarıdır. Prinkipo Palace’ın bir yarısında kumarhane olan bir otel olması planlanır.  Üç kısımdan oluşan binanın iki yan bir ana bölümü vardır. Yan kısımlar altı, ana kısım ise beş katlıdır. Ne var ki büyük bir servet yatırılan Prinkipo Palace henüz açılamadan kapanmıştır. Kapanması ile bir kaç farklı fikir bulunuyor. Bunlardan biri dönemin Osmanlı padişahı II. Abdülhamit’in kumarhanenin  ada halkının ahlakını bozacağını düşünmesinden, henüz açılmadan oteli kapattığı yönünde. Ancak bu fikir sağlam bir temel oluşturmuyor çünkü otelin inşası ilk başta Abdülhamit’in izni ile başlıyor. Bir diğer görüş ise otelin sanıldığı kadar kâr yapamayacağının fark edilmesi üzerine işten vazgeçilmesi. Otelin yapımı sırasında, yapının zorlu bir tepenin başında olması nedeniyle oluşan ulaşım sıkıntıları ve kara kışta yaşanacak ısınma sorunları hesaba katılmamıştır. Bunun üzerine bina değerinin çok altında bir fiyata el değiştirmek zorunda kalır. Binanın yeni sahibi Rum asıllı Eleni Zarifi Hanım olur. Ancak bina yeni sahibinde de uzun süre kalmaz. Sultan’nın yayınladığı bir ferman ile binanın Balıklı Rum Hastanesi’nde barınan kimsesiz Rum çocuklarına hizmet sağlaması için Rum Patrikhanesi’ne verilmesi buyurulur. Bu noktadan sonra dönemin zengin Rum ailelerinden biri binayı satın alır ve fermanın buyurduğu üzere bir yetimhane olarak hizmete sokar. Gelin görün ki binayı yetimhane olarak hizmete açmak da o kadar kolay olmaz. Bina ilk olarak otel olarak inşa edildiği için yetimhane olarak kullanılması bir hayli sıkıntılı olur. Bina ile ilgili bir diğer ilginç detay, odalarda kişisel banyo ve tuvalet bulunmamasıdır. Ortak banyo ve tuvaletler binanın en alt katında bulunmaktadır. Bilindiği üzere Pera Palace’ın odaları modern banyo ve tuvaletler ile donatılmıştır. Pera Palace’ı tasarlayan aynı mimarın neden Prinkipo Palace’da aynı tasarımı sürdürmediği hala bilinmemektedir. Tüm bu zorluklara rağmen 21 Mayıs 1903 tarihinde bina, dönemin Patriği III. Ioakim ve Sultan Abdülhamit’in katıldığı bir törenle yetimhane olarak hizmete açılır. 

Yetimhane Yılları

Prinkipo Palace artık Büyükada Rum Yetimhanesi olmuştur. Bu görkemli yetimhane 206 oda, bir kütüphane ve büyük bir mutfaktan oluşmaktadır. Yetimhane içinde bir ilkokul ve çeşitli meslek/sanat okulları bulundurur. 15 kişilik personelin çalıştığı yetimhanede 3 Rum 2  Türk öğretmen ders verir. Rum yetimhanesine yerleştirilen çocuklar ise zorlu ve sıkı bir eğitimden geçirilirlerdi. O dönemi yaşamış, yazar Dr. Akillas Millas’ın anılarına göre, yetimhaneye getirilen çocuklar öncelikle banyolara sokulur sonra da saçları tıraş edilirmiş. Bu çocukların diğer çocukların yanına geçmesine de hemen izin verilmezmiş. Bir kaç gün karantinada kalan çocuklar ancak doktor raporu ile yatakhanelere kabul ediliyormuş. Dr. Millas, bu durumun çocukların psikolojisinde derin yaralar bırakmasının muhtemel olduğunu da ekliyor. Eğitim kısmı da çok farklı değil. Çocuklar her gün saat beşte uyandırılıyor ve tuvaletlere sıra ile giriliyor. Tuvalet ihtiyacının ardından

 dua ve kahvaltıya inilmesi izleniyor. Yetimhanenin yemek menüsü de oldukça kısıtlı. Kahvaltıda ekmek, peynir, zeytin ve adaçayı veriliyor. Kahve ve çay bulmak mümkün değil. Süt ise sadece hasta olan çocuklara doktor izni ile verilebiliyor. Söylenenlere göre çocuklar arasında bir kaç salgın hastalık baş gösteriyor. Aynı kıyafetler giydirilmiş saçları tıraşlı çocukların cinsiyetini ayırt etmek bile imkansız hale geliyor. Yetimhanenin son dönemlerinde şartlar öyle sertleşiyor ki yetimhanenin zorlu yaşantısına dayanamayan bir kaç çocuk binanın kullanılmayan üst katlarına kaçıyorlar. Görevliler bu kaçaklara ‘vahşi’ adını veriyor. Büyük binanın içerisinde kaçakları bulmak imkansız olunca personeller, binanın değişik noktalarına yemek ve su koymaya başlıyorlar. Bu yemeklerle beslenen kaçaklar yetimhane içinde farklı bir hayat yaşıyorlar. Tüm yönleriyle planlanmayan bu yetimhane bir anlamda başarısızlığa uğruyor. Tüm bu olumsuzluklara rağmen I. Dünya Savaşı’na kadar hizmet vermeye de devam ediyor. 

Rum Yetimhanesinin Kaderi Değişiyor

I. Dünya Savaşı’nın başlaması ile adanın atmosferi de değişir. Yetimhane binasının askeri kışla olarak kullanılmasına karar verilir. Bu nedenle yetimhanedeki çocuklar, komşu ada olan Heybeliada’daki bir başka yetimhaneye nakledilirler. Büyükada Rum Yetimhanesine de Kuleli Askeri Okulu’nun mensupları yerleştirilir. Bu aşamadan sonra da bina bir daha yetimhane olarak kullanılmaz. Bina sırayla Rum göçmenlerine ve Rus göçmenlere sığınak da olur. Zamanın da bir yangın da geçiren yapı gittikçe yıpranmaya başlar. Binada sığınan

Rus göçmenler soğuk kış gecelerinde ısınmak için ahşap kapıları söküp yakarlar. Uzun bir süre boş kalan binaya çeşitli talipler çıksa da vakıflar müdürlüğü hiç birine tapuyu vermez. Bir kaç farklı turizm girişimi de olur ama bunlar da sonuçsuz kalır. Bina 1964 yılından itibaren tamamen terk edilir. Günümüzde Rum Yetimhanesi’nin tapusu Fener Rum Patrikhanesi’nde bulunuyor. 

Otel olarak inşa edilip yetimhane, kışla ve en son sığınak olarak kullanılan bu bina şu an yalnız başına çürüyor. Yıkılma tehlikesi nedeniyle binanın içine girilmesi yasak. Yine de görevlilerden alınan izinle bahçesinde turlamak mümkün. Bir hayli yıpranmış bu bina izlerini taşıdığı anıların korunağı olmaya devam ediyor. Yolunuz düşecek olursa, tarihe tanıklık etmiş bu ihtişamlı yapı yine de görülmeye değer.

 

 

 

 

 

Kaynakça

1-Dünya Mirası Adalar: Dr. Akillas Millas ile ‘Yetimhaneden Öğrenmek’. Açık Radyo. 10 Aralık 2018.

2- Rum Yetimhanesi’nin bilinmeyenleri. NTV haber. 16 Haziran 2010.

 3- Selçuk Özcan. “İstanbul’a Fransız Dokunuşu: Alexandre Vallaury.” SanatKaravanı. 15 Mart 2015 

4-Vally Lytra. “When Greeks and Turks Meet: Interdisciplinary Perspectives on the Relationship Since 1923”. 1988. 

 

Görseller

Öne çıkan görsel: https://cdn.media.gazeteduvar.com/2018/09/YETiMHANE.jpg

Görsel 1: https://cdn2.neredekal.com/res/blog/760×380/1517489637_ana_gorsel.jpg

Görsel 2: https://cdn.neredekal.com/image/5_yetimhane.jpg

Görsel 3: http://dokuzadabirdeniz.com/wp-content/uploads/ziya-sakir-rum-yetimhanesi-2.jpg

Leave a Reply