Brazil – I: Bir “Totaliter Bürokrasi” Örneği

İngiliz yönetmen Terry Gilliam’ın yönettiği, başrollerinde Jonathan Pryce, Kim Greist ve Robert De Niro’nun bulunduğu 1985 yapımı film Brazil’in afişlerinden biri.

İngiliz yönetmen Terry Gilliam’ın elinden çıkan 1985 yapımı film Brazil, hayali bir evrende bürokrasi yoluyla vatandaşlarını baskı altına alan ceberut bir otoritede görev yapan üst düzey bir devlet memurunun bürokrasinin işleyişindeki aksaklıklarla imtihanı ve despotik rejimin katı muhalifi bir kıza olan ironik aşkını konu alıyor. Jonathan Pryce ve Robert de Niro gibi iki usta oyuncunun rol aldığı Brazil‘in oyuncu kadrosunda Kim Greist ve Katherine Helmond da mevcut. Bristol Üniversitesi’nden Sarah Street’in “bürokratik bir toplum üzerine distopik bir hiciv” olarak tanımladığı Brazil, totaliter bir devlet yönetimini tercih eden devlet yöneticilere yönelik temel ipuçları da barındırıyor bünyesinde. Hayatın hemen hemen her alanına nüfuz etmiş, dediği dedik ve hata kabul etmeyen bir bürokratik yapı maskesinin arkasına sığınmış olan devlet otoritesi, varlığını sürdürebilmek için oldukça kullanışlı bir yöntem kullanıyor filmde: toplum içine terör vesveseleri yerleştirerek bir korku imparatorluğu kurmak, hoşuna gitmeyen her olayın failini ise “terörist” ilan etmek suretiyle toplumu tabakalara bölüm kutuplaştırmak.

Üst düzey bir bürokratın aşık olduğu muhalif kız Jill Layton rolündeki Kim Greist, Brazil filmi ile tanınırlık kazanıyor.

Siyaset Bilimci Robert Conquest totalitarizmin ana gayesini “toplumun üzerindeki bütün otoriteyi elinde bulundurmak ve kamu ve özel hayatı mümkün olduğu kadar kontrol altına almak” olarak tanımlıyor. Brazil’de karşılaşılan devlet yapısının bu tanıma birebir uyduğunu söylemek pek de zor olmayacaktır. Acımasız bir “eşitlik” anlayışı olan devletin, toplumdaki statülerini ayırt etmeksizin herkesin evine ani ve vahşi baskınlar düzenleyebiliyor olması, devlet işini bırakıp serbest piyasada tesisatçı olarak çalışan Harry Tuttle hakkında tutuklama kararı çıkarması veya özel işletmelerin ortaya çıkmasına müsaade etmemesi gibi uygulamaları da bu tezi destekliyor. Bu noktada Derrida’nın totaliter yönetimlerin temel özelliklerini tarif ederken kullandığı “eşitsiz eşitlik” çizgisiyle uyuşan Brazil’deki devlet, Hannah Arendt’in totaliter devlet olmanın ön şartı olarak saydığı “tecrit edilmişlik” kavramının gereklerini de yerine getiriyor. Film boyunca etrafı çepeçevre yüksek duvarlar ve tam teçhizatlı askerler ile çevrili şehirden çıkmaya çabalayan kahramanları görülebiliyor. Buna ilaveten şehrin içinde de dışarıdan gelmiş herhangi bir turist görmek mümkün değil.

Kaotik bir düzenin hüküm sürdüğü Brazil’de, toplumun otoriteye karşı güven duyduğunu söylemek çok güç.

Totaliter bir yönetim olmanın neredeyse bütün koşullarını bir bir yerine getiren Brazil’deki otoritenin mevcut statükoyu koruma yöntemi ise diktacı bir rejim hayali kuran hevesli liderler için bir rehber niteliği taşıyor. Illinois State Üniversitesi’nden Richard Stivers, Brazil‘deki teknoloji ve terörizm ilişkisini irdelediği makalesinde devlet otoritesinin sıkı bürokratik düzendeki herhangi bir sapmayı terörizmle eşdeğer tutmak suretiyle gücünü pekiştirdiğini belirtiyor. Yalnız otoritenin terörist sıfatını yapıştırdığı tek güruh, şüphesiz, sadece işini aksatan bürokratlar ile sınırlı değil. Karşıt fikirlerini beyan eden, devlet kontrolünün sınırlarının dışına taşmayı gaye edinen veya otoritelerin buyruklarına karşı direnen her türlü bireyi ya da yapıyı “terörist” ilan eden ve bu doğrultuda propaganda kampanyaları düzenleyen otorite, böylece insanların birbirinden nefret etmelerini ve toplumu kutuplaştırmayı hedefliyor. Aşırı güç kullanımını meşrulaştırma, toplum içine korku ve endişe salma ve sarsılmaz kudretini sağlamlaştırma niyetinde olan devlet için kutuplaştırma, statükoyu korumak için bulunmaz bir fırsat olarak karşımıza çıkıyor.

Serbest piyasada tesisatçı olarak çalışan Harry Tuttle’yi canlandıran Robert De Niro’nun filmde kısa ama güçlü bir yeri var.

Lakin değinilmesi gereken ironik bir nokta var ki, o da devletin bıkıp usanmadan suçladığı teröristlerin kim olduğunu söylemekten devamlı kaçınması. Toplumu bilgilendirmekten öte, dezenformasyon yayma işlevi gören “Bilgi Edinme Bakanlığı”, terörist gruplardan söz ederken sürekli soyut kavramlarla zihinlerde yer edinme yolunda gayret sarfediyor. Nitekim filmin ana karakterlerinden yüksek bürokrat Sam Lowry, aşık olduğu muhalif kız Jill’in sorduğu “Hayatında hiç hakiki bir terörist gördün mü?” sorusunun ardından birkaç saniyelik kilitlenmenin akabinde adeta bir aydınlanma yaşıyor. Sorduğu sorunun cevabının “Hayır” olduğunu iyi bilen Jill, bu yolla hantal düzenin beslendiği en mümbit argümanın temelsizliğini ortaya koyuyor.

 

Filmde müsait hemen hemen her duvarda asılı duran propaganda posterleri üzerinde kurallara sıkı sıkıya uyulmasını, işten kaytaran arkadaşın ihbar edilmesini tembihliyor ve “kartal gözü” metaforuyla devletin her şeyi izlediğini ima ediyor.

Mevcut düzeni devam ettirebilmek adına Brazil’deki yönetimin hiçbir kademesi de görünürde herhangi bir kaytarmaya ya da “adaletsizliğe” prim vermiyor. Korkunç bir bürokratik ağa sahip olan otoritenin ne bir aksaklığa ne de bir fikir ayrılığına tahammülü var. Bununla birlikte, yönetim kadrosuyla yakın ilişkileri bulunan ayrıcalıklı kesimin üst kademelerdeki bürokrat atamalarına etki edebilmeleri, ilk bakışta üstte belirtilen duruma bir tezatmış gibi görünebilir. Fakat tesis etmiş olduğu insafsız düzen ile halihazırda adaletsiz bir duruşu olan otoritenin kendi yandaşlarına bu tür “ufak” kıyaklar sunması çok da şaşırtıcı bir hareket olarak değerlendirmenin ne kadar mantıklı bir akıl yürütme olacağı şüpheli.

Propaganda posterleri yoluyla Brazil’deki otoritenin kitleleri kontrol altında almayı, yönlendirmeyi veya kandırmayı amaçladığı söylenebilir.

Brazil’deki hakim yönetimin mevcut yapıyı muhafaza etmek için aldığı önlemler bunlarla sınırlı değil. Orwell’in 1984‘ündeki “Big Brother” figürünü hatırlatacak biçimde Brazil’de müsait hemen hemen her duvarın üzerinde kurallara sıkı sıkıya uyulmasını, işten kaytaran arkadaşın ihbar edilmesini tembihleyen ve “kartal gözü” metaforuyla devletin her şeyi izlediğini ima eden propaganda afişleri bulunuyor. Toplumu kontrol altına almak, yönlendirmek veya kandırmak amaçlı asılan afişlerde yer alan buyrukların tam tersini yapmaya yönelen kitleler ise, böylece insanların otoritelere karşı güvenini büyük ölçüde yitirdiğini gösteriyor.

Halkın arkası gelmez kaos olaylarına refleks olarak geliştirdiği devlete karşı güvensizlik duygusu, bir noktadan sonra sivil itaatsizliğe evrilmeye yeltense de bu girişim otoritenin kurmuş olduğu ürkütücü teknolojik sistem, üstün casusluk müessesesi ve acımasız kolluk kuvvetleri sayesinde bertaraf ediliyor. Bir güç sembolü olarak inşa edilmiş yüksek, kalın duvarlar ve karmaşık teknolojik sistemler halkın gözünü korkutarak statükoyu devam ettirme yolunda devletin sürdürmüş olduğu politikayı tamamlamış oluyor.

. Bir güç sembolü olarak inşa edilmiş yüksek, kalın duvarlar ve karmaşık teknolojik sistemler halkın gözünü korkutarak statükoyu devam ettirme yolunda devletin sürdürmüş olduğu politikayı tamamlamış oluyor.

Sonuç olarak, Terry Gilliam’ın distopik eseri Brazildeki devlet, totaliter bir otoritenin taşıması gereken aşağı yukarı çoğu özelliği bünyesinde barındırırken, kurmuş olduğu karmaşık bürokratik düzen, sahip olduğu gelişmiş teknolojik imkanlar ve acımasızca kullandığı toplumu yönlendirme ve kutuplaştırma gücü ile statükoyu koruyarak mevcut kudretini idame ettiriyor.

 

Yazı dizisinin diğer yazıları:

Brazil – II: Filmi “Distopya” Yapan Ne?

Brazil – III: Neden Distopya Üçlemesi’nin En İyisi? 

Leave a Reply