Bir önceki yazımızda evrenin oluşumu konusunu yaratılışçılık ve bilimsel yönden incelemiştik ve bilimin gerek görecelikten uzak olması gerekse kanıt bolluğu ile bu konuda daha tatmin edici olduğu kanısına varmıştık. Bu yazımızda ise dünyanın oluşumu ve işleyişini ele alacağız.
[box_light]Dünya’nın Oluşumu ve İşleyişi[/box_light]
İşte tartışmanın asıl alevlendiği nokta burası olsa gerek: üzerinde yaşadığımız Dünya’nın yaratılış ya da oluşum sorunsalı. Yaratılışçılar cephesine göre, Dünya aynı kozmik ve her şeyi güce yeten varlık veya varlıklar tarafından, Evren’e ayrılan zamanı ve önemi önemsiz bırakacak şekilde yaratılmıştır. Büyük dinlerde, birçok kaynağa göre Dünya genel olarak 6000-7000 yıl önce 6 günde yaratılmıştır. Bu sürede Dünya’nın büyük çoğunluğu tam 5 günde ve geri kalan her şey ise 1 günde yaratılmıştır. Mitolojiler ve eskinin inanç sistemleri ise Dünya’nın, neredeyse evrenin kendi olduğunu belirtmektedir: boğanın boynuzlarındaki Dünya, Titan Atlas’ın omzundaki Dünya, İskandinav Dünya Ağacı’nın taşıdığı Evren (Dünya), Cthulhu’nun kaotik karanlık dünyası… Bilim cephesi, buna tamamen karşı çıkmaktadır ve burada Evren’in büyüklüğünden bahsederek iki çelişkiyi ortaya koyar. Birincisi, her şeyin başında Evren’in oluşumu gerekir ve yapılan fizik ve jeoloji alanındaki bilimsel araştırmalar, Evren’in 13,7 milyar yıl önce, Dünya’nın ise 4,5 milyar yıl önce oluştuğunu kanıtlamıştır. Bu artık, tüm insanlık tarafından yadsınamaz bir gerçek haline gelmiştir. Yani bilimin sundukları, Dünya’nın sanılanın çok ama çok daha üstü bir zaman periyodunda oluştuğu ve Evren’e oranla çok genç ve önemsiz oluşudur ki ister taraflı bakın ister tarafsız, bu salt ve değişmeyen gerçektir. İkinci olarak ise Dünya’nın oluşumu için, Evren’e oranla çok ama gerçekten çok daha az el işçiliğinin gereksinim duyduğudur ve bunu bilim, yine yadsınamaz bir şekilde Evren’in devasalığını keşfederek kanıtlamıştır. Bir önceki yazılarımdan “Kozmostaki Yerimiz ve Hayatın Anlamı: Biz Yıldızların Çocuklarıyız” da anlattığım gibi Evren’de Dünya’nın etrafında döndüğü Güneş gibi 10^22-10^29 arası mevcut yıldız ve içinde bulunduğu Samanyolu gibi 400 milyardan fazla galaksi bulunmakta ki buna geri kalan büyük karanlık boşluğu da eklemeliyiz. Bu durumda, nesnel olursanız eğer, Dünya’ya yaratılmak için 5-5,5, Evren’e ise yarım gün bahşedilmesinin ne anlama geldiğini siz kolayca anlayacaksınızdır. Bununla birlikte tarih boyunca da Dünya’nın oluşumu ve sonraki şekillenmeleri hakkında birçok görüş, yaratılış cephesi tarafından ortaya atılmıştır. Maalesef, bazıları o kadar katıydı ki bilim cephesinden birçok kişinin hayatının tehdit edilmesi ve kaybıyla sonuçlandı. Mesela, ünlü gökbilimci Galileo Galilei’nin hikâyesi. Hâlâ daha yaratılış cephesinden birçok insanın inandığı şekilde, o dönemde de insanlar Dünya’nın düz bir tepsi olduğuna inanıyordu ve Galileo, cesur bir çıkış yaparak Dünya’nın yuvarlak olduğu ve Güneş etrafında döndüğünü ispatladı. Bu çıkış neredeyse canına mal oluyordu ve Vatikan’ın engizisyon mahkemesi, ondan bu düşüncesini terk etmesini istedi. Görünüşte bu düşüncesini terk etmiş gibi yapsa da ölmeden önce, tarihe geçen o ünlü sözünü söyledi: çok sevgili bir dostumun da kolunda dövme olarak bulunan “Eppur Si Muove” (Yine de [Dünya] dönüyor). Evet, moderatör koltuğumdan baktığımda, Galileo’nun o gün söylediği bu sözün gösterdiği gibi bilim, Dünya’nın oluşumuna yadsınamaz doğrular sunmakta ve yaratılış düşüncesini alt üst ediyor gibi görünmekte. Bunun yanı sıra, baktığımızda yaratılış cephesi, Dünya’nın yaratılışı ve işleyişi konusunda çok az kanıt ve kaynak sunmakta. İster Eski Mısır’daki Ra’nın dünyası olsun ister günümüz dinlerinden yüzlerce tanrının birlikte yönettiği Hinduizm’in dünyası, hepsinde Dünya’nın yaratılışı, çok az yazılı kaynakla temellendirilmektedir. Bu yazılı kaynakların da genel olarak çok ama çok az bir kısmı bu konuyla ilgilidir. Örneğin, etik, kadın ve erkek ilişkileri, ahlak ve tapınma işleri gibi diğer konular bu kitapların neredeyse % 80’ini oluşturmaktadır. Öbür yandan baktığımız da ise, bilim bize sadece Dünya’nın düzeniyle ilgili bir unsur hakkında bile binlerce kalın kitap sunmaktadır ve buralardaki bilgilerin doğruluğu da, bilimsel araştırmalarla sürekli test edilmektedir. Örneğin, olaya yine objektif yaklaşacak olursak, yaratılış cephesi bize Dünya’nın tümüyle ilgili en fazla bir kitap sunabilirken, bilim cephesi bize Dünya’daki yerçekimi ile ilgili başlı başına bir devasa kitap sunmakta. Bu durumda yine artıların kime gittiğini konuşacaksak, bu konudaki kararı size bırakıyorum. En sonunda, Evren’in ortaya çıkışındaki tartışmanın sonucu gibi Dünya’nın kendisi konusunda da benzer bir sonuç elde edilebilir gibi görünmekte; ama iki taraftan da sunduğum veriler ışığında son kararı yine size bırakıyorum.
Son maddemiz ise Dünya’da yaşamın başlangıcı ve işleyişi olacak. Bu konuda yaratılış cephesi, en güçlü çıkışlarını yapmakta, bilim cephesi ise olayı Darwinist bir yaklaşımla ele almaktadır. Yazımın ikinci bölümünde size, insanın yaratılışı, ortaya çıkışı, türlerin kökeni, Nuh’un Gemisi, Sümerler, genetik bilimi ve daha birçok farklı konudan alıntılar ve bilgiler sunarak, Dünya üzerindeki yaşamın hangi cephe tarafından nasıl kabul edildiği ve hangisinin daha gerçekçi olduğu konusunda ışık tutamaya çalışacağım. Beklemede kalın.
Kaynakça
http://www.ancient-literature.com/greece_hesiod_theogony.html
http://norse-mythology.org/cosmology/yggdrasil-and-the-well-of-urd/
http://www.space.com/52-the-expanding-universe-from-the-big-bang-to-today.html
http://hubblesite.org/reference_desk/faq/all.php.cat=cosmology