1 Kasım 2015 tarihinde yapılan ve kimsenin beklemediği şekilde AKP’nin güçlenerek çıktığı ve muhalefetin hayal kırıklığına uğradığı genel seçimler, bütün muhalefet partilerinde olduğu gibi MHP seçmeninde de bir yıkıma sebep oldu. Milliyetçi Hareket Partisi’nin 2 milyona yakın oy kaybı ve mecliste yarı yarıya düşen sandalye sayısı hem parti genel merkezinde hem de partiye gönül vermiş milyonlarca insanda hüsrana neden oldu. MHP tabanı üzerinde etkisi olan köşe yazarlarının, aydınların ve siyasetçilerin ciddi ve bazen de haksız ithamlarına maruz kalan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin ve genel merkez yöneticilerinin muhalefete karşı tavrı ise MHP’de her şeyin yolunda gitmediğinin açık göstergesi olarak değerlendirilebilir. Bütün bunları bir kenara bırakarak sandıkta Türk milliyetçiliğinin mağlup olup olmadığı ve milliyetçi-ülkücü camianın tavrının bundan sonra nasıl olması gerektiği meselesi de tartışılmayı hak ediyor.
Sandıklardan çıkan sonuçların kesinleşmesi ve MHP’nin siyaseti rakamlara indirgeyen insanların ifadesiyle mağlup olması, MHP’ye ve Türk milliyetçiliğine gönül vermiş birçok insanda küskünlüğe, hayal kırıklığına ve kızgınlığa neden oldu. Yalnızca benim gözlemleyebildiğim kadarıyla “Bundan sonra şu partiye oy vereceğim nasıl olsa iki türlü de oyum boşa gidiyor.”, “Devlet Bahçeli bırakmadığı sürece bir daha MHP’ye oy vermem” diyen insanların sayısı azımsanmayacak ölçüde arttı.
Peki, Türk milliyetçisi olduğunu iddia eden, inandığı fikirler doğrultusunda millete hizmeti amaç edindiğini söyleyen insanların millete yahut inandıkları siyasi partiye küsme hakkı var mıdır? Elbette, kırgınlık, kızgınlık ya da parti içi muhalefette yer alma güdüsü gibi duygulara sahip olmayı bir kenara ayırarak soruyorum bu soruyu. Bundan sonra siyasetle ilgilenmemeyi, MHP’nin varlığının da artık hiçbir anlamının kalmadığını ve milletin siyasetten anlamadığı gibi söylemlerle kendisini kenara çeken insanlar için soruyorum. Bir Türk milliyetçisinin milletine ve siyasete küsme gibi bir hakkı var mıdır? Hemen cevaplamak gerekirse, yoktur. Bunu daha detaylı anlatmak için milliyetçiliğin ne olduğunun iyice anlaşılması gerekecek. Türk milliyetçiliği neyi ülkü edinir? Bu soruyu 1912’den itibaren Türk milliyetçiliğinin önemli bir kalesi olan Türk Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı’nın Vakıf Senedi şu şekilde cevaplıyor, vakfın amaçlarını yazdığı ancak fark edilmeden milliyetçiliği açıkladığı maddede:
“Millî kültür, millî ahlâk ve manevî değerlerin korunması ve inkişafı ile millî birlik ve içtimaî ahengin sağlamlaştırılması ve Türklüğün yüceltilmesi için; Müslüman, milliyetçi, vatansever, öz değerlerine bağlı, medeniyetçi, çalışkan, vasıflı ve fedakâr nesillerin yetiştirilmesi, eğitilmesi, korunması ve desteklenmesi; bu ölçülerle yetişmiş gençlerin ilim, fikir, sanat ve iş hayatlarında, milletimiz için faydalı birer mümtaz şahsiyet hâline gelmelerinin teşviki ve onlar için iş ve faaliyet imkân ve sahalarının yaratılması, maddî ve mânevî her türlü destekle mücehhez kılınmaları; gelecek Türk nesillerinin vücut ve kafaca sıhhatli olmalarını temin edecek tedbirlerin alınması; ….. millî düşünce, kültür, dil ve sanatın idâmesi, tekâmülü, korunması, yaygınlaştırılması ve her türlü vâsıta ile neşri; Türkiye dışında yaşayan Türk toplulukları da dâhil bütün Türk dünyasının kültür varlıklarının araştırılıp geliştirilmesi ve tanıtılması; yukarıdan beri sayılan bütün bu sahalarda gerekli teşebbüslerde bulunulması, müesseseler kurulması, kurulmuş bulunanlara iştirak edilmesi ve desteklenmesi” vakfın gâyesidir.”
Burada sözü geçen amaçların Türk milliyetçilerinin amaçları olduğunu ve bu yollarla Türk milletinin birliğini ve gücünü korumayı ve gelişmesini sağlamayı düşünen bir Türk milliyetçisinin millete küsmesi elbette mümkün değildir. Mümkün değildir çünkü bir Türk milliyetçisi, her şeyden önce milletini düşünür ve milleti uğruna fedakârlıklar yaparak milletinin faydasına çalışır. Bu düşünce elbette siyasi bir partinin kurulmasıyla ortaya çıkmamıştı, bir siyasi partinin çok oy almasıyla galibiyete taşınamayacağı gibi az oy almasıyla da mağlup olmaz. Siyasi partiler de Sivil Toplum Kuruluşları da bu ülküye ulaşabilmek için kullanılan araçlardır yalnızca. Esas olan MHP değil Türk milliyetçiliğidir.
Ne MHP ne de onun seçmenleri, yöneticileri henüz var olmamışken Türk milliyetçiliği, milletini kurtarmayı ve güçlendirmeyi kendisine görev edinmiş insanlar tarafından savunuluyor ve temsil ediliyordu. Henüz meşrutiyet bile yokken başlayan ve cumhuriyetin tek parti sistemine kadar ilerleyen süreçte bu davaya hizmet eden Ahmet Ağaoğlu, Mehmet Emin Yurdakul, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Ziya Gökalp gibi isimler bu davayı ilerletmiş, Yusuf Akçura siyasi hale getirmiş ve dava Genç Kalemler Dergisi, Türk Ocakları, Türk Derneği gibi yapılanmalara gitmiştir. Türk Ocakları Türkiye Cumhuriyeti’nin en yaygın sivil toplum örgütü haline geldiğinde Türkiye’de herhangi bir muhalefet partisi bulunmuyordu. Bu sebeple Türk milliyetçiliği davasının 1 Kasım seçimlerinde mağlup olduğunu iddia edenler, davaya küstüğünü iddia edenlerin silkinip kendilerine dönmeleri için birçok sebep vardır. Türk milliyetçiliği yolunda gözünü kırpmadan ölüme giden Mustafa Pehlivanoğlu’nun “Mustafalar ölür Allah davası ölmez, milliyetçilik yaşar.” sözünü unutup da “Oy oranı düştü, milliyetçilik öldü.” diyenler en basit kelimeyle bu davanın tarihine, köklerine ve kendilerine ihanet içerisindedirler.
Başarı var mı yok mu meselesini irdelerken bakılması gereken de siyasi partiler için başarı ölçütünün ne olduğudur. Alınan oy oranı mıdır sadece başarı yoksa ilkelerinden taviz vermeden, oyunu yani vekâletini aldığı insanların isteklerini, beklentilerini karşılamak mıdır? Yazının geneline uygun şekilde Milliyetçi Hareket Partisi’nin başarılı mı başarısız mı olduğunu açıklamak gerekir. Çok sevdiğim bir arkadaşımın bana söylediği “İdeolojisi ve imanı olmayanlar siyaseti rakamlardan ibaret olarak görürler.” sözü bu noktada iyi bir açıklamadır kanımca. Bir MHP seçmeni olarak, bir ülkücü olarak MHP’nin 7 Haziran seçimlerinden sonraki süreçte ve 1 Kasım seçimlerinde başarısız olduğunu düşünmüyorum. Çünkü inanıyorum ve biliyorum ki MHP 7 Haziran’dan sonra milletin hayrına olduğunu düşündüğü ilkelerinden vazgeçmemiş, Anayasanın, milli ahlakın ve milletin birliğinin gerekliliklerine uyulmasını istemiştir. Bir siyasi partinin, hele de Türk milliyetçisi bir siyasi partinin başbakanlığı, bakanlıkları ya da bürokrasi kadrolarını işgal etme imkânlarını milletin ikbaline, birliğine ve dirliğine tercih etmesi beklenebilecek bir durum değildir. Devlet Bahçeli’nin de başbakanlık teklifini reddetmesinin sebebi burada yatmaktadır.
Önemli siyaset adamı olmak, milletin hayrını düşünmek konusunda Devlet Bey’in bu tutumundan önce Şubat 1965’te Osman Bölükbaşı’nın tavrını da örnek olarak görebiliriz. Türk milliyetçileri için önemli isimlerden olan Osman Bölükbaşı, genel başkanı olduğu partinin içinde olduğu koalisyon hükümetinde yer almamış, hükümete eleştiriler yöneltmiştir. Bu davranış da müzmin muhaliflikle değil inandıkları doğrultusunda yaşama örneğidir. MHP’nin koalisyon içinde yer almaması ve şartlarından, ilkelerinden taviz vermemesi de 21. Yüzyılın pragmatist yaşam şartlarında, bazı değerlerin çıkarlardan çok daha önemli olduğunun bir göstergesi ve gelecek nesillere verilmiş bir derstir. Bu sürecin sonunun AKP’nin tek başına iktidar olmasına çıkması ise milletin tercihidir ancak elbette tarih, haklının kim olduğunu gösterecektir ve tarihin haklı çıkardığı %12 oy alan bir partiye mensup olmayı, %50 oy alan bir siyasi partiye mensup olmaya tercih edenlerin davasıdır milliyetçilik.
MHP’nin 1 Kasım seçimlerinde başarılı mı başarısız mı olduğunu ve de Türk milliyetçilerinin yılmadan, yıkılmadan yollarına devam etmeleri gerekliliğini Milliyetçi Hareket Partisi’nin kurucu genel başkanı merhum Alparslan Türkeş şu sözlerle vurguluyor ve ders veriyor milliyetçilere:
[quote]“Sandıktan bize tek oy çıkmasa dahi, İslam’dan, insaniyetçilikten, Türkçülük’ten vazgeçmeyiz. Biz politikacı değil bir davanın takipçisiyiz.”[/quote]
Türk milliyetçileri bundan sonra, önce davanın siyasi aracı olan Milliyetçi Hareket Partisi’nin ve sonra da Türk milletinin ve devletinin sorunlarını gidermek için hiç olmadığı kadar çok çalışmak, hiç yılmadan, durmadan mücadele ederek gerçekleri daha çok insana daha gür sesle anlatmak ve bugüne kadar yaşanan sorunların üstesinden gelmek zorundadır. Hiç kimse merak etmesin ki bu davaya iman eden gençlerin varlığı, seçim sonuçları ne olursa olsun, bu davanın ölmeyeceğinin teminatıdır.
Not: Yukarıda seçim özelinde ve yaklaşık 5 aylık süreçte başarılı olduğunu düşündüğümü vurguladığım MHP’nin ve genel başkanı Devlet Bahçeli’nin 18 yıllık süreçte çok mu başarılı olduğunu düşünüyorum? Bu sorunun cevabını da bir sonraki yazıda vermeye çalışacağım.