Bir gün daha geçti işte… Bunca yıldan sonra, insanları tanıdığına neredeyse eminken, bir daha kimseye açmamaya yemin ettiğin hislerini son bir umutla açmışken, bir bakmışsın ki yine olduğun yerdesin. Kimin hatası bu? Benim mi? Yoksa içimdeki başka bir “Ben” mi bu güvensizliği yaratan? Ruhumun hiçbir suçu yok, biliyorum. Tek suçlu gururum.
Hayatıma giren insanların ten kokularını karıştırır oldum artık. Beynim, halimin dağınık kalmasından yana; ruhum ise hala geride bıraktığını kovalamanın peşinde. Ne alkolün dudaklarıma değdiği anda benliğimde yarattığı geçici huzur, ne de içime son nefesimmiş gibi çektiğim sigara dumanı bana o geride bıraktığımı getirebiliyor. Bir saniye, onu geride bırakan ben değildim. Suçlu gururumdur, kadınlık gururum.
Geride ne mi bıraktırdı bana bu gurur? Bir erkek? Bir kadın? Hayır. Geride hissedebilmeyi bıraktırdı. Sırf bitmez tükenmez egosundan, dik başlılığından diğer her şeyi defetti benliğimden. Önceleri destek verdim gururuma, nefretimi körüklüyordu çünkü. Nefretim ise tutkumla bir olmuş, ruhuma meydan okuyordu ve bu beni mutlu ediyordu. Akıp gidiyordu hepsi hayatımdan.
“Fakat artık öyle değil.” mi demem gerekiyor şimdi? Üzgünüm, pişmanlık yok bende. Sadece ne yarattığını itiraf edebilirim tüm bu yılların; bir cehennemim var, tahtında oturduğum. Bir cennetim var, hizmet ettiğim. İkisini de bırakamıyorum. İşin en akıl almaz yanı ise, tutkumu kattığım tüm günahlarımı, ruhumla yarattığım iyiliklerime tercih ediyor olmam.
Şarabımın kırmızılığındayım yine. İçimdeki nefret bitmedi daha. Bu tıpkı bir çığ gibi, önüne geleni katacak güçte. Bunca yaşanmışlık… Bunca aşk… Bunca dostluk, bir o kadar da düşmanlık…
Bardağın yarısını dolu görme zamanı değil şimdi.
Ben kaybettiklerinin peşinde olan bir kadınım…
Kazandıklarım sermayem, kaybettiklerim ise bana kalması gereken kârım.
Peşini bırakmaya niyetli değilim, tam da hatıraların tüm kadınları yakaladığı zamanda;
Bir gece yarısının karanlığında kovalıyorum tüm arzularımı.