Orta çağ Avrupası’nın gördüğü en büyük imparatorluklardan biri: Angevin İmparatorluğu. Rollo ve Alfred’in soyundan gelen Plantagenet Hanedanı’nın İskoçya’dan İspanya’ya uzanan sınırları. 12. yüzyıldaki bu büyük miras, Aslan Yürekli Richard’ın fetih hayalleri, Yurtsuz John’un zalim yönetimi ve III. Henry’nin imparatorluğu yeniden kurma hayalleri ile bir yüzyıl içerisinde yok olmanın eşiğine geldi. Bir zamanlar Henry’nin diz çöktürdüğü baronlar artık İngiltere’ye hükmediyordu. III. Henry ise kukla bir kral olarak halkın tepkisini azaltmak için tahtta oturuyordu. Kuklanın ipleri ise bir zamanlar kralın en yakın dostu ve eniştesi olan Simon de Montfort’un elindeydi. Toprakları, gücü ve haysiyeti elinden alınmış Plantagenetlerin bütün sorumluluğu Prens Edward’ın omuzlarındaydı. Zor zamanların yarattığı güçlü bir adam olarak Edward, İngiltere’nin gördüğü en önemli fatihlerden ve yasa yapıcılardan biri olarak tarihte yerini aldı.
Edward, 17 Haziran 1239’da Westminster Sarayı’nda dünyaya geldi. Babası III.Henry Edward the Confessor’a duyduğu hayranlıktan ötürü İngiliz soylular arasında çok da yaygın olmayan bu ismi oğluna verdi. Edward, zayıf ve sık sık hastalanan bir bebekti. Bu yüzden birçok kişi prensin çok da fazla yaşayamayacağını düşünüyordu. Ancak, Edward seneler ilerledikçe daha da sağlıklı bir hale gelmeye başladı, öyle ki dönemin şartlarına göre çok uzun kalan boyundan, tahmini 1.90 m, ötürü askerler arasında uzun bacaklı anlamına gelen Longshanks olarak tanınmaya başladı.
Orta Çağ’daki her büyük hanedanın üyesi gibi 14 yaşında siyasi ilişkileri güçlendirmek amacıyla evliliği ayarlandı. Fransa’daki topraklarının büyük kısmını kaybetmiş olan III.Henry, Gaskonya’yı olası bir Katalonya işgalinden korumak için Edward’ı Katalonya Kralı X. Alfonso’nun kız kardeşi Eleanor ile evlendirdi. Zamanın diğer evliliklerinin aksine Edward ve Eleanor’un son derece mutlu ve sevgi dolu bir evliliği oldu. Evliliklerinin ilk dönemini babası tarafından kendisine tahsis edilen Fransa topraklarında geçirse de sonrasında Galler’deki topraklarına döndü. Bu süreçte Edward, Fransız olan dayılarının etkisi altındaydı ve bu sebepten İngiliz soylular tarafından fazla sevilmemeye başladı. Hem itibar kazanmak hem de topraklarını genişletmek için Llywelyn ap Gruffundd’u yenip Galler’i krallığın topraklarına katma hayali ile sefere çıksa da babası tarafından istediği yardımı görmedi ve ağır kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kaldı.
Prens Edward, büyük hayaller ile çıktığı Galler seferinin başarısızlığıyla öncekinden daha da zor bir durumda kaldı zira babası ile arası açılmaya başladı. Edward, soylular ile arasını düzeltebilmek için dayıları ile olan ilişkilerini kesti ve dönemin belki de babasından bile güçlü olan kişisi, eniştesi Simon de Montfort ile vakit geçirmeye başladı. Bu sayede güçlü baronlar ile arasındaki sorunları çözebilirdi.
Ancak 1258’de baronlar güçlerini daha da arttırmak için III.Henry’i Provisions of Oxford’u kabul etmeye zorladı. Böylece İngiltere kralı yönetimdeki haklarının büyük bir kısmını kaybedip baronların elinde bir kuklaya dönüşmüş oldu. Geleceğin kralı olarak haklarının ve gücünün elinden alınmasına izin veremezdi ancak elinden de pek bir şey gelmiyordu. Bu durumdan en karlı çıkacağı yolu babası ile arasını düzelterek buldu. İkinci Baronlar Savaşı başladığında kendi kanına ihanet etmedi ve kraliyet ordusunun yanında yer aldı. 1264’teki savaşların sonucunda baronlar neredeyse tüm yetkiye sahip oldu ve kralı ellerinde tutup istedikleri kararları aldırtmaya başladı. Simon de Montfort, döneminin en büyük şövalyelerinden biriydi ve İngiltere topraklarında artık karşısında durabilecek kimsenin kalmadığını düşünüyordu. Prens Edward’ın ise pes etmeye niyeti yoktu.
Kral III.Henry baronların eline düşünce Plantagenet ordularının başına geçmek Edward’a düştü. Edward 1264 sonlarına doğru baronlarla birçok mücadeleye girdi, bazılarını kazandı bazılarını kaybetti ama bir şekilde kuvvetlerini yeniden toparlamayı başardı. Bu dönemde bir süre Simon de Montfort’un esiri dahi oldu ama kaçmayı başardı. 1265’te Kenilworth Kalesi’nde Simon de Montfort’u yenip kralı kurtardı. Çağının büyük şövalyesi Simon de Montfort ise savaş alanında parçalarına ayırtıldı. Bu soylulara yapılmayan bir hakaretti. Edward, kralı ve krallığı kurtarmış hainleri ise gaddarca cezalandırmıştı.
İngiltere halkının ve soylularının hem saygı duyduğu hem de korktuğu Edward, Baronlar Savaşı’ndan sonra kendisini daha büyük bir gayeye adamaya karar verdi. O yıllarda Fransa Kralı IX. Louis yeni bir Haçlı Seferi düzenliyordu ve Edward bu seferde yer alacaktı. Son yüzyılda İngiltere’nin en güçlü iki yöneticisi de Aslan Yürekli Richard ve Simon de Montfort Haçlı Seferleri’nde yer almıştı ve büyük prestij kazanmışlardı.
Edward’ın yeterli parayı ve askeri toparlaması zamanını aldı ama 1270’te Sicilya’da Fransa Kralı’na katıldı. Fakat ne var ki IX. Louis yola çıkamadan vefat etti. Edward her şeye rağmen Akka’ya gitti. Karşılarında Memlukler ve Baybars vardı. Tarihe 9. Haçlı Seferi olarak geçen bu mücadele Haçlıların istediği gibi gitmedi. 1271-1272 yıllarında Akka’da kalan Edward, kahramanlıklar gösterse de büyük bir askeri başarı kazanamadı. Özellikle suikastçılardan kurtulması ile askerlerinin arasında kahramanlığı övgü konusu oldu. Evine dönüş yolunda babasının ölüm haberini alan Edward, tahtın tek güçlü adayı olduğu ve Londra’da birçok güvenilir adama sahip olduğu için tahta çıkmak için çok da telaş etmedi ve 1274’e kadar İngiltere’ye dönmeyip Fransa’daki topraklarında vakit geçirdi.
Nihayet Londra döndüğünde babası ve dedesinin hatalarını tekrarlamamaya kararlıydı. John kazanamayacağı savaşlara girip Magna Carta’yı imzalamaya mecbur kalmıştı. Henry ise tahta henüz çocuk yaşında geçtiği için halkı ve sorunlarını tanıyamamıştı. Edward ise senelerce farklı yerlerde bulunup savaşlar ve deneyim kazanmıştı. Magna Carta ile başlayıp tutulmayan sözlerin ve yönetimdeki hataların sonuçlarını görmüştü. Baronlar daha fazlası için gelmişti. Bu yüzden ilk yıllarını yeni yasalar çıkararak ve bunları uygulamaya koyarak geçirdi. Yasaların uygulanması ve krallığın adil bir şekilde yönetilmesi için ise soylular ve düşük rütbeli memurlardan oluşan parlamentoyu toplamaya başladı. Otuz beş yıllık hüküm süresinde parlamento tam kırk altı kez toplandı. Edward’ın bu tutumu günümüz İngiliz parlamenter sisteminin temellerini atmış oldu. Yapmış olduğu yasalar ve devlet sisteminden ötürü İngiliz Jüstinyen olarak da anılmaya başlandı.
Yönetimde düzeni sağladıktan sonra ise gözünü fetihlere dikti. Babası zamanındaki isyanlarda en büyük sorunun yardım için adadaki diğer iki devlet olan Galler ve İskoçya’ya giden soylular olduğunu görmüştü. Şimdilik soylular mutlu bir şekilde yaşıyordu ama tüm Britanya topraklarını birleştirmek Edward’ın iradesini daha da sağlamlaştırabilirdi. Buy yüzden ilk hedef olarak Galler’i belirledi. Henüz genç bir prensken kaybettiği Llywelyn ap Gruffundd’u bu sefer bozguna uğrattı ve Galler’i hakimiyeti altına aldı. Egemenliğini pekiştirmek için birçok kale inşasını başlattı. Tarih yaprakları 1301’i gösterdiğinde oğlu Edward’ı Galler Prensi ilan etti, böylece Galler kalan son bağımsızlık hayallerini de kaybetmiş oldu. Edward’dan sonra bütün veliaht prensler Galler Prensi unvanını aldı.
Bir efsaneye göre, Galliler savaşların ardından Kral Edward’a giderek kendilerini yönetecek kişiyi seçebileceğini ama bu kişinin ne İngilizce ne de Fransızca konuşmayan biri olmasını istediklerini söylediler. Edward’da bu isteği karşılıksız bırakmadı ve yeni doğmuş prens Alfonso’yu Galler’in idaresine atadı
Başarılarla dolu prenslik dönemini takip eden krallık yılları… Büyük askeri zaferler ve sağlam bir yönetim… Edward, kendisinden önceki Plantagenet krallarından sadece II. Henry ile kıyaslanacak bir iktidara sahipti. Karakter olarak da büyük atasına çok benziyordu. Plantagenet öfkesi ikisinde de çok fazlaydı, ama Edward’ın en büyük şansı Kraliçe Eleanor ve danışmanı Burnell’di. Bu ikili Edward’ı gerekli anlarda dizginleyebiliyordu. Ancak 1290’da Kraliçe Eleanor’un ölümüyle işler değişmeye başladı. Edward aynı sene içinde Galler savaşlarının hazineye getirdiği yükü azaltmak için İngiltere tarihine geçecek bir karar aldı: bütün Yahudileri sınır dışı etmek. Yahudiler sınır dışı edilirken malları ve toprakları hazineye geçti. Edward’ın aldığı bu sınır dışı etme kararı 1657’ye kadar sürdü. 1292’de Burnell’in de vefatıyla Edward’ın Plantagenet doğası tamamen serbest kalabilirdi.
Edward, 1292’de Britanya’yı birleştirme hayaline bir adım daha yaklaştı zira İskoçya kralı III.Alexander o sene vefat etti. İskoçya kralının vefatı ile tam anlamıyla Taht Oyunları başlamış oldu. Uzun süren tartışmaların sonunda İskoç soylular Edward’ın bu konuda hakem olmasını istedi. Edward bir kukla kral atayabilirdi. Beklediği fırsat ayağına gelmişti. Edward, kukla kralı olarak John Balliol’u seçti. Ancak kukla efendisine ihanet edecekti. Tahttaki dördüncü yılının ardından John Balliol, Fransa ile İngiltere’ye karşı planlar yapmaya başladı. Edward’ın cevabı ise çok ser oldu. 1296’da Edward İskoçya’yı fethetti ve John Balliol’u Londra Kulesine kapattı. Edward artık İskoçların Çekici olarak anılmaya başladı.
İskoçya’dan sonra sıra ittifakın diğer üyesine geldi. Uzun zamandır Plantagenetlerin Fransa topraklarında süren çatışmalardan ötürü Fransa ile ilişkiler gergin vaziyetteydi. Edward, İskoçlarla olan gizli ittifaklarının bedelini ödetmek için 1297’de kanalı geçerek Flanders’e gitti. Ancak, tam da bu tarihte Cesur Yürek filmine ilham kaynağı olan William Wallace’ın isyanı başladı. William Wallace güçleniyordu.
Edward, Fransa ile barış yaparak tekrardan İngiltere’ye döndü ve 1298’de William Wallace’i Falkirk Muharebesi’nde yendi. Ne var ki bu zaferin devamını getiremedi. Edward artık yaşlanmış ve uzun zamandır büyük savaşlara katılmamıştı. İskoçya topraklarındaki mücadele 1305’te William Wallace’ın yakalanıp idam edilmesine kadar sürdü. Tam durumlar İngilizlerin lehine gelişmeye başladığında 1306’da Robert the Bruce İskoç tacını giydi ve isyanları tekrar başlattı. Aynı sene Edward, hastalığından ötürü oğlunu ordunun başında kuzeye gönderdi. İskoçlar yenildi ve Robert the Bruce saklandı ama ailesi akıl almaz eziyetlere tabi tutuldu. Edward 1307’de Robert the Bruce’u saklandığı delikten çıkarmak ve son direnişi kırmak için ordunun başına geçti. Ne var ki yolda hayatını kaybetti. Bazı tarihçilere göre kalbinin, bazılarına göreyse kemiklerinin İskoçya üzerine yapılacak seferlerde orduyla birlikte götürülmesi son isteğiydi.
Verdiği kararlar ve yaptıklarıyla I. Edward, İngiltere ve Plantagenet tarihini büyük ölçüde şekillendirdi. Öyle ki belki de ölümünden yaklaşık 700 yıl sonra fantastik edebiyatın en büyük yazarlarından birini George R.R. Martin’i Tywin Lannister karakterini yaratırken etkiledi. Zayıf, kendi lortları tarafından bile dalga konusu olan bir baba ve genç oğlunun hanedanı kurtarması. Son ana kadar sevilen sevgili bir eş ve hanedanın mirasını yerle bir eden çocuklar… Kuzeyde baş belası olan bir çocuk kral ve onu yenmek için kullanılan acımasız yöntemler… Tywin Lannister için “Lort Tywin hiç taç giymedi ama olması gereken gibi bir kraldı” demişti Üstat Pycelle. Edward ise tam otuz beş sene o tacı taktı.
KAYNAKÇA
https://www.historic-uk.com/HistoryUK/HistoryofEngland/Edward-I/
https://www.britannica.com/biography/Edward-I-king-of-England
https://www.britannica.com/event/Provisions-of-Oxford
https://en.wikipedia.org/wiki/Edict_of_Expulsion
https://en.wikipedia.org/wiki/Edward_I_of_England#Welsh_wars