Bu yazımda aradan yıllar geçse de vazgeçemediğim, vazgeçemediğimiz bir yapımdan bahsetmek istiyorum: Gilmore Girls. Dizinin (A Year in the Life sayılmazsa) son bölümünün yayınlanmasının üzerinden 13 yılı aşkın zaman geçmiş ve buna rağmen günümüzde dahi izleyeni ve seveni çok. Kısaca bilgi vermek gerekirse Gilmore Girls genç yaşta anne olmuş Lorelai ve kızı Rory’nin hayatını anlatıyor.
2000-2007 yılları arası yayında olan dizi Emmy ödülüne de layık görülmüş, benim içinse her zaman bir teselli olmuştur. Canım sıkkın olduğunda ya da azıcık kafa dağıtmak istediğimde kendimi rastgele bir bölüm açarken bulduğum çok oldu. Son 3 yılda diziyi kaç kere baştan sona izledim bilmiyorum ve bu durum her seferinde beni şaşırtıyor. Peki nasıl oldu da iddiasız denebilecek bu komedi-dram dizisi kendini bu kadar izleyicilere sevdirdi, hangi özellikleriyle kendine sağlam bir yer edindi?
Şaşkınlığımı gidermek için kendimce bazı nedenler bulmaya çalıştığım bu yazının kalanı bazı sürpriz bozanlar içerebilir, dikkat!
Aile İlişkilerini Ele Alışı
Nereden bakarsak bakalım Gilmore Girls bir aile dizisi. Baş karakter olan Lorelai’ın anne ve babasıyla olan karmaşık ilişkisinin yanı sıra kızı Rory ile kurmuş olduğu güçlü bir arkadaşlığa dayanan annelik ilişkisi dizinin ana konusu.
Yapım aileyi pek çok yönden ele alıyor, aile dediğimiz şey çok karmaşık bir kurum. Haliyle dizi de bunu pek çok perspektifle yansıtıyor izleyiciye. Lorelai’ın ebeveynleri Richard ve Emily ile olan ilişkilerini ele alalım mesela. Evet hepsi aynı ailenin üyesi, kan bağıyla beraber toplumsal kodlarla da birbirlerine bağlanmışlar bir şekilde ve bu bağ bozulamıyor. Bu üç kişiyi göz önüne aldığımızda üçü de birbirinden tamamıyla farklı hayat beklentilerine ve karakterlere sahip, bu pek çok gerilim ve anlaşmazlık da çıkarıyor. Belli başlı uzaklaşmalar gerçekleşiyor ancak bağlarının kopması söz konusu bile değil, aile olmak böyle bir şey çünkü. Bambaşka da olsanız, zıt kutuplar da olsanız ayrılmaz bir bütünsünüz. Zıtlaşıp korkunç kavgalar etseniz de günün sonunda yanında ne olursa olsun olacağınızı ve olacaklarını biliyorsunuz. Aile koşulsuz şartsız kabullenme veyahut onaylamak demek değil ama koşulsuz şartsız gerektiğinde birbiri için orada olmak demek, Richard ve Emily ne olursa olsun hem kızları hem de torunları için hep orada.
Gördüğümüz bir başka dinamikse Rory ve Lorelai’ın anne kız ilişkisi. Bu ikilide de ne olursa olsun birbirine destek olmak var, zaman zaman anlaşamalarsa Rory ve Lorelai birbirlerinin en yakın arkadaşı aslında. Beraber vakit geçirmeyi, film izlemeyi, seyahat etmeyi seven iki hareketli insanlar, beraber eğlenmeyi seviyorlar ama bu mutlak eğlence demek değil tabi ki evlerinde bir işleyiş –pek geleneksel olmasa da- söz konusu. Rory ve Lorelai aralarındaki az yaş farkına,kimi zaman kız kardeş vari kimi zaman anne-kız vari olan ilişkilerine rağmen bir aileler. Aile olmak için birbirini seven ve destekleyen bir anne ve kızın gayet yeterli olduğunun kanıtılar aslında, klasik aile tanımını esneten bir ikililer ama kesinlikle bir aileler.
Buna ek olarak tüm Stars Hollow kasabası da koca bir aile gibi bana sorarsanız; atışmaların, şakalaşmaların bol olduğu, kucaklayıcı ve sıcak bir yer Stars Hollow. Tüm kasaba Rory ve Lorelai’a oldukça düşkün, ikisini de kızları gibi benimsiyorlar.
Stars Hollow: Rüya gibi bir kasaba
Rory ve Lorelai’ın evi olan Stars Hollow bana sorarsanız bir ütopyadan farksız. Rengarenk karakterlere sahip olan Stars Hollow’da, bu karakterlerin hepsi oldukça mutlu ve kayda değer bir refah seviyesine de sahip. Geçim sıkıntısı söz konusu değil mesela bu kasabada, rengarenk ve müstakil evlerde yaşayan tüm kasaba üyelerinin keyfi yerinde diyebiliriz. Her ne kadar bir parçası olmasak da böyle bir düzeni ve refahı izlemek insana bir teselli sunuyor bana sorarsanız.
Buna ek olarak da bahsettiğim gibi Stars Hollow koca bir aile gibi. Kasabadaki herkes birbirini tanıyor, yerel kuruluşlar ön planda, sosyal aktiviteler hat safhada ve her zaman üzerine konuşulacak bir şey var. Kasabanın bu hali bana eski, nostaljik mahalle kültürünü anımsatıyor. İçinde yaşadığımız hızlı şehir hayatında bu tür küçük heyecanlardan mahrum kalıyoruz, bu sıcak ilişkilerle beraber gelen nostalji hissi de insanı rahatlatıyor. Ailenin üyesi olan renkli karakterler de cabası; her bölüm şekilden şekle giren Kirk, eski çapkınlardan Miss Patty ve muhtardan farksız olan Taylor gibi karakterler ortaya koydukları komedi performansıyla da bir keyif sunuyor izleyicilere.
Karakter ve İlişki Gelişimi
Diziyi en gerçekçi kılan şeylerden biri de karakterlerine ve onların aralarındaki ilişkilere bir yol çizmesi. Rory en çok gelişimine (gerçekten ileriye doğru bir gelişim mi tartışılır tabi) şahit olduğumuz karakter; kendisinin büyümesiyle beraber sahip olduğu ilişkiler de bambaşka yollara evrildi. Lane her zaman en iyi arkadaşıydı, orada belki pek bir değişim söz konusu değil ama Paris’le olan inişli çıkışlı dost/düşman ilişkisine de değinmeden olmaz. Son derece mükemmeliyetçi ve kontrolcü olan Paris bu özelliklerini hiç kaybetmedi, ikisi için de yorucu olsa da bir şekilde bunu arkadaşlıklarının bir parçası haline getirmeyi başardılar ama, çünkü ortak idealler söz konusuydu.
Buna ek olarak romantik ilişkiler var bir de. Rory’nin ilk erkek arkadaşı Dean ile tanışıp ona aşık olmasına, sonrasındaysa nasıl birbirlerinden uzaklaşarak büyüdüklerine tanık olduk. İlişkilerinin bitmesi pek çok açıdan üzücüydü, ilk aşkların bitmesi kolay olmasa da kaçınılmaz olabilen bir durum; Rory her ne kadar karşı koymaya çalışsa da Dean ile olan ilişkisi bitti ve kendini başka biriyle, Jess’le buldu.
Jess ile olan ilişkisi ise apayrı bir vaka, zira Jess düzensiz bir aileden gelen akıllı ancak potansiyelini bilmeyen biriydi; bana sorarsanız zamanlamaları, sonuç olarak birliktelikleri yanlıştı. Ancak bunlara rağmen üç erkek arkadaş arasında favorim açık ara Jess, çünkü müthiş bir karakter gelişimi gösteriyor. Liseyi bile doğru düzgün okuyamayan Jess potansiyelinin farkına varıp bir yazar oluyor, kendine bağımsız bir gelecek çiziyor. Belalı, “kötü çocuk” olarak nitelendiriliyor ancak aslında sadece kendi yolunu arayan birisi; bizden çok da farklı değil. Jess hep Rory için yeterince iyi olmamakla suçlanırken A Year in the Life’da bence Rory onun için yeterli değil, zira Rory hala kendini gerçekleştirebilmiş değil.
Tüm bunlara değinip Luke’tan bahsetmeden yazımı bitirmek istemiyorum açıkçası. Stars Hollow’un agresif, inatçı, dar fikirli restoran sahibi. Luke kendi fikirleri söz konusuysa değişime neredeyse hiç açık olmayan bir karakterdi, oldukça inatçıydı da. Ayrıca son derece nazik, özverili ve düşünceli biri, gerçekten sırt dayanabilecek bir dost- ki Lorelai için öyle de. Tüm dizi süresince bu ikilinin birbirine bir şeyleri itiraf etmelerini, bir araya gelmelerini bekledik durduk çünkü birbirleri için harikaydılar. Söz konusu ilişkiler olunca şartlar el vermeyebiliyor, birlikteliklere ara verilebiliyor. Ancak eğer doğruysa, olması gerekiyorsa, bir şekilde yolu bulunuyor; Luke ve Lorelai bunun en iyi örneği. Bu ilişki bence doğru bir ilişki, en azından Luke’un değişimini göz önüne alırsak. Değişime karşı koyan Luke, konfor alanından az da olsa çıkmayı başarıyor; bir aile ve çocuk fikrini kendine uzak bulsa da bu tür bir bağlılığı gösterebilecek kadar insanlara güvenmeye başlıyor. Kasabanın daha aktif bir üyesi haline geliyor, kendsini çevreleyen duvarları kaldırıyor diyelim. Kendini açmayı, yeni şeyler denemeyi ve güvenmeyi öğreniyor.
Bana sorarsanız bir yapımı; hikaye, roman, film veyahut dizi hiç fark etmez en iyi yapan şeylerden biri karakterler ve onların gelişimi. Gilmore Girls sahip olduğu çeşitli karakterlerle (her ne kadar etnik ve cinsel yönelim açısından yeterli bulmasam da) bu karakter gelişimini işlemeyi başarıyor.
Güçlü Kadınlar
Dizi adı üstünde “Gilmore Girls”. Dizinin ana karakterlerinin hepsi kadın ve hepsi birbirinden çok farklı. En büyük Gilmore Kızı, Emily ile başlayalım. Emily sosyeteye ve sosyal çevresine çok önem veren, ailesine düşkün ve işlerin kendi yöntemiyle halledilmesini isteyen biraz kontrolcü bir kadın. Genel deyimle “büyük işler” başarmamış biri, ailesine düşkün bir ev kadını aslında. Buna rağmen söz konusu kendi gururu ve ihtiyaçları olduğundaysa oldukça talepkar ve azimli, tam anlamıyla bir iş bitirici. E kendisi böyleyken kızının da böyle olması şaşırtıcı değil, Lorelai aslen Emily’den çok farklı değil sadece hırsları farklı. Sosyete ve sosyal kalıplar ona göre değil, anda yaşamayı seven hareketli bir kadın. 16 yaşındayken evini terk edip bir bebekle kendine yepyeni bir hayat kurmayı başaracak kadar çalışkan da, söz konusu hedefleri olduğunda yolundan asla şaşmayan ikna kabiliyeti yüksek ve akıllı biri. Rory ise bu kadınlardan farklı olarak daha sakin ve uysal bir yapıya sahip, oldukça da idealist. Geleceğine dair planlar yapan bunları yapmak için elinden geleni ardına koymayan çok çalışkan ve zeki bir kadın. Dizinin son dönemlerinde kendi ideallerinden kopmuştu, bahsettiğim özelliklerden şaşmıştı bana sorarsanız ama yine de en sonunda istekleri ve hedeflerinin ön plana koymaktan çekinmedi. Her ne kadar Logan’ı sevse de kariyeri daha önemliydi onun için mesela, büyük bir risk alıp kendine güvendi ve bir fedakarlık yaptı.
Bu üç kadın da farklı azimlere ve önceliklere sahip: Emily için aile ve sosyal yaşantısı öncelikken, Lorelai bağımsız ve anda yaşayan bir kadın, Rory ise hayalindeki mesleği için fedakarlık yapmaktan ve risk almaktan çekinmiyor. Bu kadınların üçü de istenilen her ne olursa onun peşinden gitmeye ve tuttuğunu koparmaya teşvik ediyor.
Aile kurumu, karakter çeşitliliği ve gelişimi, insan ilişkileri üzerine gerçekçi senaryolarıyla Gilmore Girls ilgimizi çekmeyi başarıyor. Yarattığı sevecen, sıcakkanlı ve refah dolu dünyayla da izleyicilere bir teselli ve rahatlık sunuyor.
2021 yılı geldi bile ve ben biliyorum ki önümüzdeki yıl da sayısız kez bu diziyi izleyip Luke’un restoranındaymışçasına kahvemi yudumlayıp keyfini çıkaracağım. Umarım Stars Hollow sakinleri kadar hareketli ve mutlu bir yıl geçirirsiniz, sağlıkla kalın!