Fransızların 1791 tarihli ilk anayasa metnini içeren kitap, “İnsan derisi ile kaplanmıştır” etiketiyle müzede sergileniyor. Bu çarpıcı etiketin, çağlar boyu yaşanan hak ve özgürlük mücadelelerinin derin izlerini taşıdığına kuşku yok. Roma düzenine isyan eden köleler, kilisenin iktidarına karşı çıkan reformistler, yeni bir toplumsal sözleşme yapılması için yakılanlar, mülkiyeti reddedenler ve daha birçok hak ve özgürlük mücadelecisi, eşit ve özgür yaşama bayrağını daha da yükseğe çıkardılar.
Batı’da çetin mücadeleler sonucu anayasa kitapları “insan derisiyle” kaplanırken bizim tarihimizde benzer bir mücadele var mıdır?
Türkiye tarihinde de her ne kadar Avrupa’dakine benzer sert ve şiddetli olmasa da özgürlük mücadelesine rastlıyoruz. Bizde de Namık Kemal, Şinasi ve Mithat Paşa gibi kişiler iktidarın sınırlandırılması için mücadele ettiler. Bu mücadelenin ilk meyvesi bir anayasanın ilan edilmesidir. 1876 Kanun-ı Esasi’si (Anayasası) belki parlak bir metin değildi, ancak İslâm dünyası için bir ilerlemeydi. Dönemin Padişahı II. Abdülhamid bir eliyle verdiğini öteki eliyle aldı. Mithat Paşa ilk kurban oldu ve mücadelesinin bedelini canıyla ödedi. Gemiyle sürgüne gönderilirken son ana kadar halkın kitleler halinde gelerek kendini kurtarmasını bekledi. Ama hiçbir zaman o kalabalıklar ortaya çıkmadı ve Mithat Paşa’ları kurtarmadı. Burada çok önemli bir siyasal-toplumsal anlayışın altını çizmek gerek. Avrupa’da özgürlükler toplumsal baskı ve hareketlerin sonucunda alındı. Oysa Türkiye’de yukarıdan aşağıya, bir avuç aydının çabasıyla başarıya ulaştırılmaya çalışıldı.
Tarih, özgürlük fikrinin bulaşıcı olduğunu gösteriyor. Zira 23 Temmuz 1908’de bütün istibdatçı önlemlere rağmen “Hürriyet İlan” edilir. İnişler-çıkışlar birbirini izler. Bu dönemde Meclis’te gerçekleştirilen tartışmalarda milli hakimiyet, hürriyet, basın sansürü kavramları en fazla dillendirilen noktalar olur. Anayasa eksikliklerle dolu olsa da sık sık referans gösterilir.
Cumhuriyet böyle bir birikimin üzerine inşa edilir. Özellikle 1961 Anayasası’ndan sonra Meclis üstünlüğü, anayasa ve anayasa yargısı ön plana çıkarılır. Fakat, ne yazık ki zaman zaman “Anayasa’yı bir kere delmekle bir şey olmaz” sözleri de duyuldu. Anayasanın hükümlerine uyulmaz. Acaba muktedirler, yüzlerce yıllık mücadeleyi ellerinin tersiyle bir kenara mı atacaklar? Ama tarih şunu da gösteriyor ki hak ve özgürlük arayışları, eşit ve özgür bir dünya ideali bizi hep ileriye doğru taşıyor. Anayasa metni sadece bir söz yığını değil, yüzlerce, binlerce yıllık mücadelenin ruhunu bağrında taşıyor.