You’re Killing Your Father Larry – Büyük Lebowski

Bazı hikayeler -romanlar, şiirler, filmler- yazıldığı, söylendiği dilden çevrilince etkisini kaybeder. Büyük Lebowski de tam olarak böyle bir film. Söyleneni birebir değil de anlamını çevirince bile komikliğinden büyük ölçüde ödün veriyor çünkü filmin olayı saçmalıklardan ibaret olması. Türkçede komik olan saçmalıklar İngilizcede bir anlam ifade etmeyeceği gibi İngilizcedeki saçmalıklar da dilimizde bir anlam ifade etmiyor. Bu yüzden filmi izlemeden önce Amerikan kültürüne, diline hâkim olmak; gözümde bir başyapıt olan Büyük Lebowski filminden alınan keyfi zirveye çıkaracaktır. Bu sebepten ötürü yazım Türkçe olmasına rağmen başlıkta yaptığım gibi beğendiğim replikleri çoğunlukla orijinal halleriyle yazacağım.

Yazıma bununla başlamamın sebebi ise yazmaya başlamadan önce internette insanların film hakkındaki düşüncelerini gözden geçirip aslında filmi çok sıkıcı ve kötü bulan yadsınamayacak sayıda insan olduğunu görmüş olmam çünkü filmdeki şakalar ve yapılış biçimleri, yalnızca İngilizce düşünülerek izlendiğinde komik olan enstantaneler. Bunu demekle birlikte elbette bütün bunlara rağmen filmi sevmeyenlerin olacağı, çünkü zevkler ve renklerin tartışılmaz olduğu gerçeğini de kabul etmek lazım.

Olay Örgüsü (Gibi Bir Şey)

Filmde birçok olay yaşanırken neyin neden yaşandığını çoğu zaman anlamıyoruz, bu da aslında hayatın ne kadar rastgele olduğu gerçeğini bize gösterir nitelikte olmuş. Filmde geçen olaylar bir insanın başına gelme ihtimali düşük olan fakat aynı zamanda bir o kadar yaşanılabilesi olaylar. Absürtlüklerle dolu, saçmalığın tavan yaptığı, Amerikan stereotipleriyle alay eden, hiçbir sonuca bağlanmayan, komedi yazarlarının bence İncil’i olması gereken nitelikte eşsiz bir kahkaha silsilesi. 

Bu nedenle açık bir mesaj vermeyen, herhangi bir sonuca bağlanmayan filmleri sevmeyen izleyiciler için ne kadar sıkıcı olabileceğini tahmin edebiliyorum bu filmin ki zaten filmin anlatıcısı olan Kovboy (Sam Elliot), dördüncü duvarı en son sahnede kameraya dönüp izleyiciye şu minvalde bir şeyler söyleyerek yıkıyor: ”Güldünüz eğlendiniz, daha ne istiyorsunuz?” 

Karakterler

The Dude (Ahbap)

Ana karaterimiz The Dude için “rahatlığın vücut bulmuş hali” diyebiliriz. Hobileri; vodka, kahve likörü ve krema ile yapılan bir kokteyl olan White Russian (ya da bazen kendi deyimiyle “Caucasian”) içmek ve bovling oynamaktan ibarettir. Bovlingin hayatında öyle bir yeri vardır ki boş zamanlarında bovling turnuvalarının ses kayıtlarını (yani tıngırtıları) dinler. Gardırobu ise bir gardıroptan çok ikinci el butik mağazayı anımsatır: Pijamalar, parmak arası terlikler ve o ikonik hırka. Eagles grubundan dayak yemiş halde bindiği taksiden atılmayı göze alacak kadar nefret eder. Sade zevklerin adamı olan The Dude, stresten uzak yaşam felsefesi ve sakinliğiyle Türkçeye çevirince anlamını yitiren o meşhur sloganı “The Dude Abides“ın kendisiyle ne kadar uyumlu olduğunu da bize her fırsatta gösterir.

Walter Sobchak

Bence filmin en komik karakteri olan, John Goodman‘ın eşsiz bir ustalıkla oynadığı Walter, en yakın arkadaşı ve bovling “buddy”si Dude’un tam tersine kurallara çok bağlı ve katı bir kişilik. Kurallar onun için uygulatmak uğruna bovling salonunda silah çekecek türden önemli ve hem yardımsever hem babacan hem de bir o kadar fevri olmasının sebebi Vietnam Savaşı gazisi olması. Hayattaki tek başarısı ”Nam Gazisi’‘ olmak olan Walter, yaşadığı en ufak olayı bile Vietnam’a bağlamayı başarabilir. Meşhur repliklerinden ”This is not Nam, this is bowling. There are rules.” kendi küçük dünyasına her an düzen getirme mücadelesini de özetler nitelikte. Boşandığı eşinin köpeğine hala bakıyor ve onun için din değiştirmiş olması, Walter’ın fevri kişiliğinin yanında ne kadar sadık olduğunun da bir göstergesi. Bütün bunlara rağmen kendisi hariç herkesi suçlayan, her durumda haklı olduğuna inanan birisi aynı zamanda. Burada tipik bir “loser beyaz Amerikan”ın abartılarak alaya alındığını söylemek mümkün. Tabiri caizse patlamaya hazır bir bomba olan Walter, The Dude için bulunmaz bir dosttur. Onu tek bir söylemle özetlesem ”pimi çekilmiş bir kedi” derdim.

Donny Kerabatsos

Varlığından çok yokluğunun etkisi olan, konuşulanları çoğu zaman geriden takip eden, sözü kesilen ve ”O ne? Bu ne?” gibi soruları genellikle Walter tarafından ”Shut the f*ck up Donny!” ile cevaplanan karakter. Ölümüne kadar filmde neredeyse varlığından bile haberimiz olmayan Donny (Steve Buscemi), bence The Dude ve Walter gibi zıt kutup iki karakterin arkadaşlıklarını dengede tutan parça. Walter tarafından sürekli küçük düşürülmesine rağmen hiçbir tepki vermeyen ve bunu eziklikten değil de gerçekten kendisi için bir problem değilmişçesine yapan Donny, tepkisizlik alanında bir Olimpiyat Dalı olsa Michael Phelps’ten daha çok altın madalya alır. Kendi yüzünden öldükten sonra Donny’nin küllerini saçarken bile Vietnam göndermesi yapan Walter’a buradan saygılarımı iletiyorum. 

Maude Lebowski

Milyoner olan asıl Lebowski’nin ”garip” kızı. Tavandan asılı olarak çıplak bir şekilde resim yaparken tanıştığımız Maude Lebowski (Julianne Moore), insanların objeleşmemesi gerektiğine inanan, kadınlarda ”nemfomani”, erkeklerde ise ”satiryaz” denilen seks bağımlılarına ve seksi duygusuzca yaşayanlara acıdığını söyleyen bir feminist. İşin komik tarafı ise filmin sonuna doğru kendisinin tam olarak böyle biri olduğunu, Dude’u adeta bir spermmatik olarak kullanarak çocuk sahibi olmaya çalışmasıyla öğreniyoruz. Coen Kardeşler burada da prensip sahibi, sosyal farkındalığı yüksekmiş gibi görünen insanların ikiyüzlülükleri alaya alıyor olabilir.

Jesus Quintana

Bovling dünyasının moda ikonu diye nitelendirdiğim karakter. Gerek mor kıyafeti gerek renkli taşlı yüzükleri gerekse serçe parmak tırnağı ojesiyle ekranda gördüğüm anda burnuma lavanta kokusu serpiştiren Jesus Quintana (John Turturro), akla mantığa sığmayan bir kişilik. Meşhur ”Nobody f*cks with the Jesus.” repliğiyle 2-3 dakikalık ekran süresine rağmen aklımda büyük yer etti. Kendisiyle tanıştığımız sahnede arka planda Eagles’tan Hotel California’nın İspanyolca versiyonunun çalıyor olması, filmin ikinci yarısında Dude’un aslında Eagles grubundan nefret ettiğini öğrendiğimizde, aralarındaki düşmanlığa çok güzel düşünülmüş bir gönderme.

Jeffrey (The Big) Lebowski

Gerçek Büyük Lebowski (David Huddleston); zengin, kendini yetiştirmiş bir iş adamıdır. Rahat bir yaşam tarzını temsil eden The Dude’un aksine Büyük Lebowski, Amerikan rüyasının materyalist ve başarı odaklı yönünün vücut bulmuş halidir. Kendisinden çok daha genç eşi Bunny Lebowski (Tara Reid) ile lüks bir malikanede yaşayan, statü ve başarı sahibi bir adam olarak tanıtılır. Her şeyini kendi alın teriyle kazanmış gibi yapan biri olan Büyük Lebowski, aslında ölen karısının parasıyla bulunduğu konuma gelmiş hatta yönetmesi için kendisine verilen şirketi bile batırmayı başarmış biridir. Yozlaşmış kapitalist düzenin patron tiplemesiyle ve ikiyüzlülüğüyle alay eder.

Düşüncelerim

Büyük bir Coen Kardeşler hayranı olma sebeplerimden biri olan Büyük Lebowski, 1998 yılında ilk çıktığında beyaz perdede o kadar rağbet görmemiş, yıllar geçtikçe kıymeti bilinmişti. Bunun sebebinin ise filmin zamanının çok daha ötesinde olması çünkü günümüz kapitalist dünyasında her geçen gün giderek artan stresle baş etmenin en güzel yolunun Dude’un kayıtsız tavrı olduğunu ancak zaman geçince fark edebildik. Hayatın bize fırlattığı saçmalıkları zen sakinliğiyle karşılamayı gösteren fevkalade bir film.

Leave a Reply