Bunlara Kim İnanıyor?: Yalan Hortumu’nun Siyasetteki Yeri

Televizyonlarımızda, ekranlarımızda, tek başımıza kahvemizi içerken yan masamızda… Siyasilerin gerçeklikle alay edercesine söyledikleri absürt açıklamalara artık hepimiz aşinayız. Duyduğumuzda iç çekiyor, başımızı iki yana sallıyoruz: Kim böyle bariz saçmalıklara inanıyor ki? Fakat seçim sonuçları, sokak röportajları ya da sosyal medyada yükselen toplumsal tepkiler gösteriyor ki, bu kadar açık yalanlar bile kitleler üzerinde şaşırtıcı derecede güçlü bir etki yaratabiliyor. Acı ama bir o kadar da ilginç bir gerçekle karşı karşıyayız: Bu absürt yalanlar, aslında son derece etkili bir propaganda yöntemleri. Birer hatadan ya da dil sürçmesinden ibaret değiller; aksine, bilinçli olarak tasarlanmış iktidar araçları.

Peki nasıl oluyor da bilgiye erişimin bu kadar kolay, herhangi bir iddianın doğruluğunun dakikalar içinde kontrol edilebildiği bir çağda, bize yedirilen yalanlar hâlâ toplumun bu kadar geniş kesimlerini etkisi altına alabiliyor? Sorun şu ki, bu durum klasik yalan söyleme mekaniğinden tamamen farklı işleyen bir stratejinin ürünü.

Bu stratejiye “firehose of falsehood” yani “yalan hortumu” deniyor. Adı üstünde; gerçeği boğmak için sürekli, yüksek hacimli, tutarsız ve umursamaz biçimde yalanlar pompalanıyor. Bu modelin klasik yalanlardan farklı olarak göze çarpan iki özelliği var: gerçekliğe ve tutarlılığa bağlı olmama. Yani aslında amaç gerçeği çürütmek değil, onu görünmez kılmak. Sürekli yalan söyleyerek başa çıkılamayacak miktarda bilgi kirliliği üretmek. Firehose of falsehood terimi Vladimir Putin’in 2014 Kırım işgali sırasında “Rus askerleri yok” derken aynı anda “Rus askerleri kahramanca savaşıyor” gibi yanıltıcı ve tutarsız açıklamalarından doğmuş olsa da modern siyasetçilerin çoğunun davranışlarını açıklıyor aslında. Donald Trump bunun modern zamanlardaki en açık örneklerinden biri. Yalan haberleri çürütmesi ile tanınan ünlü gazeteci Daniel Dale’e göre Donald Trump sadece bir haftada 10’a yakın yalan bilgi veriyor ve bunlar çürütülmesine rağmen tekrarlanmaya devam ediyor. Kendisi ise şu an Amerika Birleşik Devletleri’nin başkanı.

Bu aslında alışılmışın dışında bir davranış biçimi. Çünkü biz “normal” insanlar yalan söylediğimizde, genellikle inandırıcı olmaya çalışırız. Birinden gizlice bir kalem çaldığımızı düşünelim. O kişi bize, “O elindeki benim kalemim mi?” diye sorduğunda, refleks olarak “Hayır, aynısından bende de var” deriz; yani yalanımızı olabildiğince gerçekliğe benzetmeye çalışırız. Fakat bu siyasi figürler tam tersini yapıyor: “Hayır, senin hiç kalemin yoktu ki zaten” diyorlar. Peki, bu kadar bariz yalanlar bizi ikna etmek için söylenmiyorsa, ne için söyleniyor?

Literatürde “firehose of falsehood” (yalan hortumu) olarak tanımlanan bu stratejinin temel hedefi, tek tek bireyleri ikna etmekten ziyade, olguların kendisini aşındırmaktır. Amaç, gerçekleri kendi bağlamlarından kopararak tarafsız bilgi olmaktan çıkarmak ve onları seçilebilir, savunulabilir pozisyonlara dönüştürmektir. Böylece doğruluk, nesnel bir ölçüt olmaktan ziyade, aidiyetle ilişkilendirilen bir tercih haline geliyor.

Bu stratejinin Türkiye siyasetinde de belirgin örneklerini görüyoruz. Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ekonomi alanındaki söylemleri, bu model çerçevesinde rahatça değerlendirilebiliyor. Erdoğan, zaman zaman “ben ekonomistim” diyerek ekonomik politikalara dair iddialı açıklamalarda bulunmakta; ancak uyguladığı yaklaşım, ana akım iktisat literatüründen çok kişisel yorumlar ve ideolojik referanslarla şekillenmektedir.

Örneğin yıllardır “faiz bütün kötülüklerin anasıdır” diyerek faiz karşıtı bir çizgiyi savunuyor ve ekonomik sorunların önemli bir kısmını faiz politikalarına bağlıyor. Ekonomistlerin büyük çoğunluğu ise bu görüşe katılmıyor; aksine, yüksek enflasyon ortamında faizin düşük tutulmasının ekonomik krizi derinleştirdiğini açıkça belirtiyorlar. Buna rağmen, Erdoğan’ın sürekli tekrarladığı bu söylemler, tıpkı firehose modelinde olduğu gibi, toplumda karşılık buluyor. İnsanların bir kısmı bu “faiz kötüdür” yaklaşımını sorgulamadan benimsiyor ve ekonomik sonuçları ağır olsa da bu inanca sadık kalarak sandıkta desteğini sürdürüyor. Bu da bize yalan hortumu modelinin teknik tartışmaları bile nasıl inanç düzeyine indirgediğini gösteriyor.

Bu iletişim tekniği sanıldığı gibi modern bir icat değildir. Tarihi açıdan bakıldığında, benzer mekanizmaların en uç ve en yıkıcı örneklerinden biri Nazi Almanyası’nda Joseph Goebbels tarafından sistematik biçimde uygulanmıştır. Goebbels, Yahudilerin “parazitik bir tehdit” olduğu yönündeki tamamen asılsız iddiayı, dönemin tüm iletişim kanallarında aralıksız biçimde tekrar ederek toplumsal algıyı dönüştürmeyi başarmıştır. Günlük deneyimlerle açıkça çelişen bu iddia, tekrar yoluyla tartışılmaz bir “gerçek” haline getirilmiştir.

Bilişsel yük altında zihnimiz kolay cevaplara yöneliyor. Biz insanlar bu bariz yalanlara inanıyoruz çünkü kendimizi, mücadele edilemeyecek derecede bilgi kirliliğiyle kaplanmış bir ortamın içinde buluyoruz. Gerçek bilgiye ulaşmak için çaba göstermemiz gerekiyor, ama çoğu zaman bunu yapmıyoruz; dikkatimiz dağınık, zamanımız kısıtlı, duygularımız ve önyargılarımız ise bir o kadar yanıltıcı.

Tam da bu yüzden, yalanlar bizim zihnimizde kolayca yer buluyor. Sürekli tekrarın yarattığı tanıdıklık hissi, eleştirel düşüncenin yerini alıyor. Tekrar edildikçe tanıdık hale geliyor, basit ve duygusal olduğu için akılda kalıyor ve kimlik ya da aidiyet duygularımızla örtüştüğü için sorgulanmadan kabul ediliyor. Kısacası, gözden kaçırdığımız şey şu: Bu yalanlar yalnızca bilgi vermek için değil; bizim gerçeğe ulaşma çabamızı boşa çıkarmak ve gerçeklik algımızı yönlendirmek için tasarlanıyor. Siyasi liderler ekonominin çok iyi olduğunu, dış güçlerin bizi kıskandığını söylediklerinde, bunlar bize bariz yalanlar gibi gelebilir. Bu belirsizlik ortamında, insanlar neyin doğru olduğundan emin olamadıkça, doğruluğun kendisinden ziyade otoriteye yönelir.

Bu noktada, gerçeklik artık bir olgu değil, bir inanç haline gelir. Yalanlar yalnızca kamuoyunu değil, kolektif hafızayı da şekillendirir. Gerçekler yoruma, kanıtlar inanca, fikirler aidiyete dönüşür. Kimin sesi daha gürse, kimin platformu daha geniş ise, onun “gerçeği” kazanır. Bizse bu gürültünün içinde, hangi bilginin doğru olduğunu değil, kimin söylediğine güvenip inanacağımızı seçeriz. Sonunda, gerçeğin pazarlık konusu haline geldiği bir dünyada, yalanı kontrol eden, dünyanın kendisini de kontrol eder. Bu yüzden eleştirel düşünce artık bir bireysel erdem değil, kolektif bir savunma hattı. Gerçeğin kendisi saldırı altındaysa, onu korumak da bir vatandaşlık refleksi haline gelir.

KAYNAKÇA

Dale, D. (2025, August 29). Fact check: Ten debunked lies Donald Trump has repeated in the last week alone | CNN politics. CNN. https://edition.cnn.com/2025/08/29/politics/fact-check-trump-ukraine-inflation

The Russian “firehose of falsehood” propaganda model: Why it might work and options to counter it | Rand. (n.d.). https://www.rand.org/pubs/perspectives/PE198.html

Leave a Reply