Çocukluğumdan hatırladığım en üzücü anım bir toplu taşıma aracında geçmişti. Ankara Metrosu’nun ilk açıldığı günlerdi, herkes gibi bizde annemle heyecanla metroya koşmuştuk. Bir eğlenceydi bizim için, parka gitmek gibi üstelik yeni bir eğlence. Çok heyecanlıydım ilk kez bir trene binecektim, üstelik yerin altından gidiyordu bu tren. Kapılar açılıp neşeyle yepyeni metro vagonuna adımımı attığımda bu anının belki de en travmatik hatıralarımdan biri olacağından habersiz çocukça bir mutluluk içerisindeydim. Sonra her şeyi mahveden o olay yaşandı.Saçlarından, giyim tarzından belli bir kesime ait olduğu belli olan yaşlıca bir teyze yanında oturan ve kendisine tıpatıp benzeyen diğer bayana dönerek: ‘’Küstahlığa bakar mısın şekerim, bunlar da metroya binmiş’’ deyiverdi. Şu an bu anı hatırladığımda anlıyorum ki kadın kendini bizden üst bir sosyal sınıfa dahil görüyordu.O zaman çocuk aklımla tam ne demek istediğini anlamamıştım belki ama yine de kalbimin kırılmasına yetmişti bu cümle. Ne neşem kalmıştı ne de heyecanım. Tesettür kıyafeti giyen annemin yüzündeki hüzünlü gölge beni de düşüncelere itmişti. 6 yaşındaydım sanırım.
Aradan yıllar geçti ve bazılarının dediği gibi devir değişti(!) ve ben aynı travmayı bir kez daha yaşadım. Bu kez metro değildi de bir halk otobüsüydü mekan. Kız arkadaşımla ön sıralardan birine oturmuş sohbet ederek yolculuk ediyorduk. Yine güzel başlamış günlerden biriydi mutluluk bizi yormuş olacak ki kız arkadaşım yavaşça başını omzuma koydu. Birden o ses duyuldu: ”Bizim gibiler iktidarda oldukça sizin bu ahlaksızlıklarınıza izin vermeyeceğiz!” Açıkçası bu suçlamanın muhatabının biz olabileceğini hiç tahmin etmemiştim ilk başta. Merakla ne olduğunu görmek için arkama döndüğümde yüzüme nefretle bakan iki kadınla burun buruna geldim. Yine giyim tarzları başka bir kesimin izlerini taşıyan iki bayan. Kanım donmuştu diyebilirim,sonuçta ahlaksızlıkla suçlanıyorduk, kız arkadaşımın ruh halini siz tahmin edin. Kendimizi savunmaya çalıştık; sadece omzuma başını yasladığını, kardeş olup olmadığımızı bile anlamalarının mümkün olmadığını söyledik. Sürekli söyledikleri şey artık iktidarda oldukları ve bizlerin nasıl sonumuzu getirecekleriydi. Sizler derken kimi kastettiğini bile anlamamıştım. Daha da acısı tıpkı çocukluğumda geçen olaydaki gibi hiç kimsenin ses çıkartmamasıydı bu iki bayana. Bir tek arka sıralardan bir genç ki hayatım boyunca onu unutmayacağım bizim elden bırakmamaya çalıştığımız nezaketi de bir kenara bırakıp itiraz etti o kadar. Hep minnettar kalacağım. Fakat bir daha asla eskisi gibi olamadık sevgilimle. El ele tutuşurken bile suçluluk duyduk çoğu zaman , korka korka yaşadık sevgimizi.
Ne yazık ki bu örnekler her birimizin hayatında rastlayabileceği sıradan örnekler ülkemizde. Yeni olan olaylar da değiller üstelik dediğim gibi 15 yıl öncesinden farklı değil hiçbir şey. İktidarlar, ekonomik sınıflar yer değiştirmiş olabilir ama “ötekileştirme” neredeyse bir ülke geleneği halini almış durumda. Diğerleri diye bir grup var zihinlerimizde ve onları küçümsüyor, onlardan nefret ediyoruz. Peki ama bu böyle olmak zorunda mı?Bir çocuk hayatı boyunca hatırladığında içinin burkulacağı bir anı yaşamak, sevgililer sevgilerini kötü bir şey yapıyormuş hissine kapılarak mı yaşamalılar?
Benim kişisel düşünceme göre insanların anlamadıkları şey her ne kesimden olurlarsa olsunlar asla sonsuza kadar ekonomik veya siyasi olarak diğer gruba baskın olmayı sürdüremeyecekleridir. Örneğin bugün ezen, küçümseyen gruba dahilseniz bu büyük bir ihtimalle yarın çocuğunuzun ezileceği anlamına geliyor. Ezmek fiilini özellikle kullandım çünkü durumu en iyi ifade eden kelime buydu. ”Ötekiler” oldukça ve bu “ötekiler”den nefret ettiğimiz sürece asla “biz” olamayacağız. Belki de artık farklılıklarımıza rağmen birlikte yaşamayı denememiz gerekiyor. Kendimiz için olduğu kadar gelecek nesillerin huzuru, ne ezilen ne de ezen olmamaları içinde. Ve son olarak; kız arkadaşımla devam edemedik bir süreden sonra, bizim suçumuz olmasa da o gün bir şeyler kırılmıştı içimizde o otobüste.