Her gencin hayatındaki dönüm noktalarından birinin tuttuğu takımı belirlemesi olduğuna inanırım. Hayatımızın geri kalanını etkileyen bu sürecin başlangıcı kişiden kişiye değişmiştir hep; kimimiz babamızdan miras alır, onun yolundan gitmek için, kimimiz o dönemki başarılardan etkilenerek, kimimiz de bir futbolcudan etkilenerek bir takımı tutarız. Futbolcudan etkilenme olayı bana hep ilginç gelmiştir –belki de kendim böyle bir durum yaşamadığım içindir-. Benim çocukluk dönemimde bu kategoriyi Hakan Şükür, Hagi, Şifo Mehmet, Okocha, Aykut Kocaman gibi isimler doldururken daha eskilerde bugün bile herkesin tertemiz andığı, rahmet ile yâd ettiği birkaç isim bu işi görüyordu; Metin Oktay, Baba Hakkı ve bu yazının konusu, bu günün anlam ve önemi Lefter.
Lefter 50’li yıllarda birçok gencin Fenerbahçe sevdalısı olmasının yegane nedenlerinden biriydi. O dönemlerde Avrupalılar hayranlıkla Puskas, Kubala, Di Stefano gibi oyuncuları izlerken Anadolu’nun ve İstanbul’un şanslı insanları da Lefter’i izleyebiliyorlardı. Yetenekleri, yapabildikleri herkesi büyülüyordu. Futbol sanatının gerçek üstadıydı. Bundan dolayıdır ki kendisi her daim “Ordinaryüs” olarak kabul edildi.
Lefter’in Fenerbahçe aşkı bambaşkaydı hiç kuşkusuz. Yıllar boyunca formasını giydiği takımın stadına 80 yaşında tekrar geldiğinde bile kalbi küt küt atan birinden bahsediyoruz. Ya Fenerbahçeli’nin ona olan sevgisi, aşkı.. Kolay mıydı kendisi futbolu bıraktıktan on yıl sonra bestelenen ve seslendirilen ve de 40 yıldır her Fenerbahçe maçında söylenilen bir marşta “..cihatlar,lefterler,canlar,fikretler” diye yer almak? Kendisi bile bir röportajında dile getirmiş bu sevgiyi; “…’Takım kaptanıyım.yetenekli bir genç transfer ettiniz. Ben Lefter olarak “ya ben ya Ogün (Altıparmak)” dersem bu gence yazık olur. İzin verin futbolu bırakayım.’ Fikret (Arıcan) abimin bu isteğime cevabı şöyle oldu: “Hayır bırakamazsın. biz Lefter’siz bir Fenerbahçe’yi tribünlere anlatamayız. Taraftarın Kadıköy’e yürüyüp Fenerbahçe Kulübü’nü yakmasını mı istiyorsun? (1) ”
Lefter’in futbol sevgisi de bambaşkaydı tabi. Anadolu turu düzenlediği 1959 yılında ülkeyi bir uçtan diğer bir uca gezmiş, maçlar düzenlemiş gençlerle karşılıklı futbol oynayarak onlara futbolu sevdirmişti. Belki de 1960’lara kadar kulüp takımları olmayan bir çok Anadolu şehrinde bu kıvılcımı ateşleyendi.
Bu ülkede azınlıkların az da olsa insan gibi yaşayabildiği zamanlarda doğmuş olsa da, maalesef insan gibi görülmediği zamanları da yaşamıştı Lefter . 6-7 Eylül olaylarında evinin basmaya yüz bulup cesaret edenleri, kendisini korumaya gelen Fenerbahçeli’lere ihbar etmemişti Lefter, hem de sabaha kadar silahla nöbet tutmasına rağmen kapının önünde. Ne kadar ironiktir ki sevdalısı olduğu takımın stadı kendisinin de yaşadığı 6-7 Eylül olaylarının fitilini yakan Varlık Vergisi’nin mucidi Şükrü Saraçoğlu’nun adıyla anılırken, kendisinin adını bir tesise vermek için 2009 yılına kadar, kulübe üye yapmak içinse 1980 yılına kadar beklenmiştir.
Bütün bunlara rağmen Lefter, kendisine milli takımları için para teklif eden Yunanistan’ı reddedip doğduğu ülkenin, 4 yıl askerlik yaptığı ülkenin milli takımında oynamış, bu da yetmezmiş gibi Atina’da bir milli maçta attığı iki golden sonra yuhalanmıştı.
Bu ülkenin belki de aradaki noktasıydı Lefter; Yunanlıların gözündeki hain, Türklerin gözündeki Rum. Bu iki ülkedeki bazılarının gözünde ne İsa’ya yaranabildi ne de Musa’ya. Çocukları hor görülmesin diye kendi kültüründeki isimleri dahi onlara verememiş olmak ama yine de bazı kesimlerce kabul edilememek…
“Beni düşkün kaldı zannetmesinler” diye yıllarca adına belgesel yapılmasına karşı çıkardı ama anılarını anlatmaya başladı mı Büyükada’ya gelen herkesi büyüler, eski günlere götürür, o günleri görememiş olanları da mutlaka hayıflandırırdı.
Lefter gerçekten de bütünleştirici bir insandı. O keder dolu günde, hepimizin başını öne eğdiği günde, aşık olduğu takımın stadında binlerce farklı takımın taraftarını bir araya toplamak kolay değildi. Bir Fenerbahçeli’nin bir Galatasaraylı’ya “Sonra günün birinde yine küfürleşiriz ama bu bereyi şimdi al ve lütfen sakla” diyerek sarılmasını sağlamak her baba yiğidin harcı değildi(2). Gitmişti, bizleri üzmüştü, tribünleri hüzünlü bırakmıştı ama bir günlüğüne de olsa insan olduğumuzu ve renklere olan sevdamızın aslında nefretten, hakaretten, küçük görmeden uzak olması gerektiğini hatırlatmıştı. Yine bu bütünleştiriciliğinin bir diğer örneği de ölümünün yıl dönümünde bu Pazar günü (13 Ocak) Afyonkarahisar’da “Yazdı kalem, doldu defter, çocukların okuyor Lefter” sloganıyla Fenerbahçe taraftar grubu “Sol Açık”ın katkılarıyla açılacak olan kütüphane.
Lefter’den sonra çok 10 numara gördü sarı-lacivert renge gönül veren taraftar. Kimi çok kalmadı, kimini yeni bulmuşken kaybetti, kimi ağızlarda hoş bir tat bırakarak gitti, kimi de bu taraftarın gönlünde taht kurmasına rağmen gönderildi. Ama şu bir gerçek ki 10 numara kimseye yakışmadı Lefter’e yakıştığı kadar ve yakışmayacak da.
“Tribünler söyledi binlerce kere
Ver Lefter’e yaz deftere
Bitti kalem doldu defter
Bu alemde kral Lefter…”
Toprağın bol olsun…
[1] http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=27417784
[2] http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1075725