Güzel rollerimiz vardı hepimizin
Kırmızı güneşten perdesi yüksek sahnemizin arkasında
Hepimiz aynı heyecan ve hiçlikle koştuk.
Hüviyetsizdi rengi gözyaşlarımızın,
Kahkahalarımız hüviyetsiz.
Aynı şarkıyla ağlayıp,
Aynı düğünde omuz omuza halay çektik.
Aynı anda geldi anaların şuncacık oğulları askerden;
Cemre aynı baharda öptü toprağı;
Pembe yanaklı gelincikler aynı baharda açtı.
Her bebek, aynı dili konuşarak geldi dünyamıza.
Her çocuk, akşam beş sularında kapıya bir kez koştu
Sarılabilmek için bir babanın akşam yüklü omuzlarına.
Ve her hane, o incecik canı rutubetten titreyen akşamlarda
En vakur haliyle sakladı insanlarının derdini.
Bizler, kadın, erkek, uzun, kısa, siyah, beyaz,
Türk, Kürt, Rum, Çerkez, Ermeni ve Laz’dık.
Bizler şu koskoca dünya içinde bir küçücük insandık.
Deryada balık, mavide martı, bulutta yaştık bizler,
Her bedenin payına bir yürek vermişti Tanrı,
Ve o dört odacıklı yürekler içerisinde
Yağmurdan saklanan ürkek serçeler gibi,
Bir bilseniz kaç kişi yaşadık.
İnsan,
Toprak üzerinde konuşan tohum.
Şarkısı var; türküsü var; rüzgârı ve ıslığı var.
Elleri var insanın, düğünde de, cenazede de mendil tutar.
Bir de her insanın içinde dört tane odası var;
Doğar, büyür ve yaşar;
Taa ki tüm kapıları çarpıp, bir gün küsüp gidene kadar.
Ey koca dünya, ey güzel insan,
Tanrı misafirine bunca zulüm niye?