Beşiktaş maçının ilk 25 dakikası belki de sezonun en iyi futbolunu oynadı Fenerbahçe. 2 gol attı, tabelaya 1 yazdılar. Hoca’nın pas senfonisi, topu daima kontrolünde tutma isteği tıkır tıkır işledi. Bir ara Lig Tv’nin istatistiklerinde, topla oynama %65-25 Fener’deydi. 24. dakikada ‘verilen golü attıktan sonra oyun durgunlaştı, dengelendi. Sonra Beşiktaş neredeyse hiç pozisyona girmeden, olmayan bir serbest vuruştan olmayan bir gol attı 40. dakikada. İkinci yarı Beşiktaş aldı sazı eline, her iki takımda 3’er gol atmasına rağmen maçı Beşiktaş 3-2 kazandı. Maçtan sonra Aykut Kocaman, Beşiktaş’ı tebrik etti, çekildi. Çünkü dokunsan dökülecekti, her basın toplantısında geniş kelime haznesiyle konuşan, klişelerden daima ötede duran adam, hiddetine hakim olamayacaktı belki de.
Hafta içi Avrupa Ligi’nde çeyrek final biletini cebine koymak için Çek Cumhuriyeti’ne hareket etti Fenerbahçe. Rakip Viktoria Plzeň Çek Ligi, Gambrinus Liga’nın 2010-11 şampiyonu, bu ligde tek şampiyonlukları. Bu sezon Avrupa Ligi’nde grup maçlarında Academica’yı 3-1, Hapoel Tel Aviv’i 4-0, Atletico Madrid’i 1-0 devirdi kendi evinde. Sonra Napoli’yi deplasmanda 3-0, evinde 2-0 mağlup etti ve Fenerbahçe’nin rakibi oldu. Genel görüntüsü; ‘tipik doğu bloku ülkesi zor deplasmanı’ ve özellikle geriden atağa çok iyi çıkan bir takım, genelde kendilerine karşı kazanmak için oynayan takımları bu yolla ‘tokatlıyorlar’.
Beşiktaş maçından sonra Fenerbahçe için böyle bir deplasmanda beraberliğin avantaj olacağı düşünülüyordu. Fenerbahçe maçın başından itibaren topu kontrolüne aldı, pas oyunu yine işliyor ancak Beşiktaş maçı kadar sık pozisyona giremiyordu çünkü bu defa Plzeň’in taktiğine karşı mücadele ediyorlardı. Plzeň geride bekleyecek, Fenerbahçe üstüne gelecek topu alıp hızlı hücumla golü bulacak. Ancak Fenerbahçe buna uyanmış olacak ki kaleye hunharca saldırmadan, topu sabırla çeviriyorlardı. Hal böyle olunca top çok nadir Plzeň’li futbolcuların ayağına değiyordu. Aslında Plzeň ölümüne defans futbolu falan oynamıyordu, çok adamla kendi sahasında kalıyordu. Fenerbahçe saldırıp gol atabilirdi ancak bu noktada takımı gole götürecek ayakların eksikliği ciddi şekilde hissediliyordu. Takımda golü atacak oyuncular var ama takımı gole götürecek oyuncuların azlığı Fenerbahçe’nin gole gidememesinin en temel sebebi gibi görünüyor, bu noktada Alex’in eksikliği hissediliyor belki de. Orta sahada Emre’nin olmaması, Cristian ve Selçuk’un kısıtlı oyun zekası nedeniyle top ileri taşınamıyor. Kanatlarda sadece Gökhan’ın bindirmeleri ve ortaları golün gelebileceği yegane yerlerden biri olarak görünüyordu, burada Ziegler’in ofans yönünün eksikliği Fenerbahçe’nin gole gidememesinin başka bir nedeni olarak görünüyor. 65-70 dakika boyunca pas oyunu, diğer bir deyişle sabır oyunu oynadı. 70. dakikadan sonra ortaya çıktı ki Fenerbahçe bu oyunu mecburiyetten değil; taktiksel anlayışla oynuyordu, bu dakikadan sonra Fenerbahçe oyunu rakip sahaya yığmaya, hücuma gidebilecek tüm yolları kullanmaya başladı. Ziegler bindirmeler yapıyor, Cristian başta olmak üzere neredeyse tüm takım kaleye şut atıyordu. 80. dakikada Fenerbahçe taktiğin meyvesini aldı. Gökhan’ın ortasında Sow’un kafası kaleciden sekip Webo’nun önünde kaldı, Webo topu ağlara gönderdi. Hoca’nın pas senfonisi bu sefer alametini gösterdi. Fener maçı 1-0 kazandı ve çeyrek final biletinin yarısını cebine koydu.
Tanıl Bora, istifa duruşu yazısında Aykut Kocaman’ın oynatmaya çalıştığı oyun için şöyle diyor: “Uzun bir pas senfonisi bestelemek istiyor. Kontrol saplantılı; topa sahip olmak, ‘oyunu tutmak’ önemli onun için. Tercih etmeyebilirsiniz ama bir oyun felsefesi var” Bunu Türkiye’de anlayabilmek için Tanıl Bora olmak gerek belki. Kurulan cümleler hep benzer: “Aykut Kocaman iyi adam ama; antrenörlük yapamıyor” belki de “7 yesek 8 atardık” ya da “biz Fenerbahçe’yiz vurar, kırar, parçalarız.” deseydi Türkiye’nin en iyi antrenörü olabilirdi. Ama her zaman şovenist söylemlerden kaçındı, hiçbir zaman inandığı doğrulardan vazgeçmedi, Alex kafasındaki kadroda yoktu, gelen tüm tepkilere rağmen oynatmadı, düşündüğünden vazgeçmedi. Her zaman kafasında kurduğu pas futbolunu oynatmaya çalıştı. Yıllar sonra Fenerbahçe’ye alt takımlardan oyuncu kazandırdı. Sadece biraz futbol şansı gerekti hocaya, o da Plzeň maçıyla birlikte geldi. Hoca bu defa şeytanın bacağını çok iyi kırdı. Umarım futbol şansı daimi olur.
Şimdi Aykut Hoca ve tebaası için fonda The Doors’tan ‘Riders On The Storm’ çalıyor.