Dünya Kadınlar Günü’nde Dünyalar Tatlısı Bir Kadın – Banu Yelkovan

2013-03-08-247

Banu Yelkovan’la çok keyifli bir sohbet gerçekleştirdik

 

Bilkent Üniversitesi IEEE Kulübünün WIE (Women In Engineering) alt biriminin her yıl geleneksel olarak düzenlediği İş’te Kadın söyleşilerine 8 Mart’ta Radikal gazetesi spor yazarı Banu Yelkovan konuk oldu. Söyleşinin ardından Banu Yelkovan’la gerçekleştirdiğimiz  bu keyifli röportaj için kendisine çok teşekkür ediyoruz.

GazeteBilkent:
Öncelikle Ankara ve okulumuza hoş geldiniz diyoruz ve kadınlar gününüzü kutluyoruz. Eminim herkes biliyordur ama ilk başta kendinizi tanıtmak isterseniz, nasıl bir Banu Yelkovan profili çizersiniz?

Banu Yelkovan:  Gazetecilik ve kariyerimle ilgili olarak çok uzun yıllardır bu sektörün içinde olan, her kademesinde çalışmış, 2003’den bu yana da spor yazarlığı yapan, bu konuda kafa yoran, farklı bir bakış açısı getirmeye çalışan bir gazeteci olarak tanıtırım. Bunun yanında, herhalde son dönemde her şeyin önüne anneliğimi koyarım.

GazeteBilkent: Peki futbola olan sevginizin nasıl başladığını sormak istiyorum. Bir bayan olarak yıllardır yorumculuk yapıyorsunuz, futbol üzerine programlar yapıyorsunuz, çok sayıda maç izliyorsunuz. Banu Yelkovan’ın futbola olan bu bağlılığı nasıl başladı?

Banu Yelkovan: Aslında futbolu seven herhangi bir erkekten farklı bir şekilde başladığını düşünmüyorum. Futbola merak duyan bir erkek çocukla aynı yaşta merak duymaya başlayan bir kız çocuğuydum. Babamın büyük etkisi olduğunu söyleyebilirim. Onun sürekli spor müsabakaları izlemesi, kendi takımını bile empoze etmeyecek kadar sporu üstün tutan bir sporsever olmasının etkisi vardır. Kız kardeşimin de benim gibi olması, maçlara gitmek için 3.kişiye ihtiyaç duymadan iki kız kardeş maçlara gidebilmemizin de etkisini mutlaka belirtmem gerek. Ben buna kesinlikle inanan biriyim. Maçlara gitmeden futbol sevilmez. Ekrandan, kameranın size gösterdiklerini takip etmeye çalışarak futbolun sevilebileceğini düşünmüyorum. Bir takımı ya da futbolcuyu sevip, onunla ilgili okumaya başlayıp, onun etrafına ilgi duymaya başladıktan sonra futbolun sevilebileceğini düşünüyorum. Hiç maça gitmeyen, futbolu sevmediğini düşünen bütün kadınlara tavsiyem önce birkaç kere maça gidin, maçta kendinize bir arkadaş grubu oluşturun, maç grubu oluşturun. Bunun bir sosyal aktivite olduğunu anlayın. Ondan sonra zaten futbol sevgisi kendiliğinden gelecektir. Tribün arkadaşlığı çok özel bir dostluk şeklidir. Ben böyle sevdim futbolu. Tabi ki tek yol bu değildir ama maçı sevmediğini zanneden bütün kadınlara tavsiyem önce birden çok maça gidip sonra karar vermeleri.

GazeteBilkent: Ntvspor ve programlarınız hakkında konuşmak gerekirse, Yenilsen de Yensen de programınız uzun süredir devam ediyor. Sanırım böyle bir konsept ilk kez yapıldı ülkemizde. İlk fikrin nasıl ortaya çıktığını merak ediyoruz. Bir de tabi Veni Vidi Vici programınız vardı. Yayında olduğu dönemlerde o program da çok başarılıydı gerçekten. Neler demek isterseniz?

Banu Yelkovan: Bugüne kadar programdaki taraftarlar yüzleri boyalı, bayrak sallayan karikatür gibi çılgınca tiplerdi. Aslına bakarsanız fikir babası Fuat Akdağ’dır. Blogların zirve yaptığı, herkesin blog yazdığı bir dönemdi. Tabi şimdi öyle değil. Twitter geldi, mertlik bozuldu :) Bu bloglardan bir program yapalım dedik. Biz de Bağış’la o sırada Ntvspor’a gelmiştik. Dahil olduk ve programı şekillendirdik. Program ilk başta 5 Galatasaraylı, 5 Fenerbahçe’li ve 5 Beşiktaş’lı, hafta içi olacak bir yayın olarak kurgulanmıştı. Her hafta aynı insanlar konuşacaktı. Sonradan bu formatın bize uymayacağını, herkesin yan yana oturabileceğini gösterelim dedik. Fuat Akdağ’ın da aklına yatınca  programın formatını bu şekilde değiştirdik. Hep aynı insanlar çıkıyor, taraftarlar yorumcu gibi şeklinde eleştiriler aldı ilk sezonda. Programı her sezon birazcık değiştirerek, formatı da koruyarak, devam ettiriyoruz. Örneğin bu sezon, her hafta 20’ye yakın kişi çıkartıyoruz. Programda her hafta mutlaka 3-4 yeni yüz oluyor. Gelecek sene yine değiştirmeyi düşünüyoruz, konuşuyoruz şu anda. Zaman zaman bu insanlar taraftarı temsil etmiyor gibi eleştiriler alıyoruz. Aslında evet, etmiyorlar çünkü kendilerini temsil ediyorlar. Bir takımı seven bireyler ve illa grup olmalarına gerek yok. Bu bakış açısını, bu çizgimizi hep korumaya çalışıyoruz. Programın kendi kitlesini oluşturduğuna inanıyorum artık. Zaman zaman aramızda görüşüyoruz, partiler yapıyoruz :) Veni Vidi Vici ise, yapması çok zevkli bir işti gerçekten. Herkesin yapmak isteyeceği bir iş olduğunu biz yaparken farkındaydık. Geriye dönüp baktığımızda kendimizi kıskandığımız bile oluyor :)  Peş peşe yaptığımız için çok yorucuydu ama aynı zamanda çok da zevkliydi. Her sene gündemde olan, gündemden düşmemiş bir proje. Tabi bütçeli bir iş olduğu için kanalın da durumu önemli ama inşallah devamı da gelecek. Bana gelen mesajlardan anladığım kadarıyla seyircinin istediği de gerçekten devam etmesi yönünde, halen birçok mesaj alıyorum program hakkında. Derbilerden de tam ideal bir derbi yok ama hangisine gidilmez dersen Real Madrid-Barcelona’ya bence gidilmez. Dünya gözüyle Messi’yi, Ronaldo’yu görmek istiyorum dersen git ama onun dışında o derbi atmosferini, ateşini, ambiansını görücem diyorsan Madrid-Barcelona kesinlikle doğru tercih değil.

GazeteBilkent: Takip ettiğiniz, beğendiniz spor programları var mı?

Banu Yelkovan:  Aslında sporun kendisini olarak takip etmeyi daha çok seviyorum, canlı olarak. Program olarak Spor Servisi’ni seyrediyorum. Birincisi saat olarak rakibi yok tabi ki. Bir de gerçekten doğal bir muhabbet var orada. Kameraları kapatsanız da muhabbet aynı. Mehmet Demirkol’un analitik bir insan oluşu çok önemli. Farklı şeylerden bir kavram ortaya koyuyor. Katılıyorsun, katılmıyorsun ama o ana kadar düşünmediğin ya da düşünsen bile saygı duyduğun bir şekilde sunuyor sana. Bugün artık istatistik bilgilerinin önemi kalmadı. Ona bakınca neyi gördüğünün değeri var. Artık bilgiyi herkes buluyor. Önemli olan bilgi değil, o bilgiden ne yapacağın ve nereye varacağın. Mehmet Demirkol’un da en büyük yeteneğinin bu olduğunu düşünüyorum.

GazeteBilkent: En son Tokyo’ya gittiniz maratonu takip etmek için. 2020 Olimpiyat Oyunları’nı düzenlemede en büyük rakibimiz aynı zamanda Tokyo. Ne söylemek istersiniz, Tokyo’yu nasıl buldunuz, İstanbul’un şansını nasıl görüyorsunuz iki şehri karşılaştırdığınızda?

Banu Yelkovan: Öncelikle benim için bilinmez bir dünyaya yolculuk gibiydi aslında çünkü Erzurum’un doğusuna hiç geçmemiştim daha önce. Aynı zamanda 12 saat uzun uçak yolculuğu da beni korkutuyordu. Zaten uzun yolculuklar gereken yerlere bu yüzden gitmedim hayatımda, Amerika gibi. Ama nefis bir şey olduğunu anladım. 3 film izle, hala gelmiyorsun :) Uyan,uyu,yemek ye,müzik dinle,internet yok, adeta kendine ayırdığın bir 12 saat, çok hoşuma gitti. Tokyo’ya indiğimde önce hiç beğenmedim aslında. İnsan fazla, okyanusu doldurarak bir çok mahalle yapmışlar, dikine bir şehir. Ben de Avrupa’yı çok sevdiğimden benim estetik zevkime uymadı açıkçası. Ancak sonra, Japonların çok iyi insanlar olması, kendilerinden önce seni düşünmesi, metrolardaki sessizlik, kimsenin telefonunun bile sesli çalmaması, sen de olmama ihtimalini düşünerek yememeleri ve su bile içmemeleri beni çok etkiledi. Kibarlık, düzen, saygı ve nezaketleri gerçekten etkileyiciydi. Geçen olimpiyatları şehir ya da tesis sorunlarından değil sadece insanların tam bilinçlenmemesinden kaybetmişler. Tokyo halkının olimpiyat düzenleneceğinden haberi bile çok yokmuş. Ancak bu sefer, baktığınız her yerde olimpiyatla ilgili reklamlar vardı. Bizim almamızı gerçekten çok isterim, bu işin üstesinden geliriz diye düşünüyorum, önümüzde 7 sene de olacağını hesaba katarsak. Ancak, Tokyo benim gözüme çok hazır gözüktü ve maalesef biraz daha şanslarının yüksek olduğunu düşünüyorum.

GazeteBilkent: Tabi sizi bulmuşken, Bağış Erten’le ilgili soru sormazsak olmaz. Futbol ekranlarının en sevimli ikililerinden birisiniz. Yıllardır bu kimyanın tutmasının sırrı nedir?  Neler söylemek isterseniz?

Banu Yelkovan: Bağış’ı ekrandan gördüğünüz zaman yanlış tanıyabilirsiniz aslında. Futbol romantiği, entel bir insan gibi görünüyor ama Cem Yılmaz ayarında komiklikte bir insan. Hep doğal olmaya çalışıyoruz. Çalışılmışlık, ezberlenmiş bir şey yok. Neysek oyuz. Çok iyi, kültürlü, sürekli okuyan bir insan. Okudukça okumamız, öğrendikçe öğrenme isteğimiz bakımından birbirimize çok benziyoruz. Merak ediyoruz, sürekli öğrenmeye çalışıyoruz. İkimiz de çok rahat insanlar olduğumuz için gereksiz yere birbirimizi germiyoruz. Tabi ki gerildiğimiz zamanlar oluyor ama artık çok iyi arkadaş olduğumuz için hemen çözebiliyoruz. Bir noktadan sonra artık gerilimli an olacaksa bile bunu anlayıp işi komikliğe vuruyoruz. Zaten öyle ağır bir tartışmamız da olmadı bugüne kadar.

GazeteBilkent:  Güncel konulara gelirsek, Galatasaray’ın Schalke, Fenerbahçe’nin Plzen önündeki şanslarını nasıl görüyorsunuz?

Banu Yelkovan: Fenerbahçe ilk maçtaki skorla büyük bir avantaj yakaladı bence. Ligle Avrupa Kupasında bambaşka iki rota çiziyor. Belki futbol açısından değil ama, kafa ve motivasyon açısından fark olduğu bir gerçek. Aykut Hoca’ya sene başında maç kazanamıyor demiştik. Daha sonra deplasmanda maç kazanamıyor demiştik. Bu sene ne desek tersi çıkıyor :) Bir de büyük takımların çoğunun elenmesi avantaj. Fenerbahçe’nin çeyrek final ve ötesi için büyük bir avantajı olduğunu düşünüyorum. Galatasaray içinse, bu sezonun en önemli maçı bence Schalke karşılaşması. Bu turu atlayıp bir sonraki tur elense yine büyük bir başarıyla elde etmiş olacak, o yüzden çok önemli bir maç. Galatasaray’ın avantajı özellikle Şampiyonlar Ligi’nde deplasmanda şu ana kadar gerçekten iyi futbollar sergilemiş olması. Tabi özellikle bizim takımlarımızın nasıl oynayacaklarını önceden tahmin etmek güç oluyor. Bence futbolumuzdaki sorunlardan bahsedilecekse en büyük sorunlardan biri bu. Bir Manchester, bir Barcelona, bir Madrid hakkında konuştuğumuz rahatlıkta takımlarımızı bir türlü konuşamıyoruz. Kötü futbol oynarken bir anda iyi sonuç alabildikleri gibi, iyi giderken, kötü sonuç alınan çok maçlar oluyor.

GazeteBilkent: Peki biraz da saha dışından konuşursak, evlisiniz, çocuğunuz var, ekranlardasınız ve aynı zamanda köşe yazarlığı yapıyorsunuz. Bu yoğun hayatı idare etme süreci hakkında neler söylemek istersiniz?

Banu Yelkovan: Tabi, bütün dünyadaki kadın spor gazetecilerinin birinci sorunlarına bakarsan aile hayatıyla iş hayatını dengelemek olarak görünüyor. İş hayatı seyehatli bir hayat, maçlı bir hayat. Eskiden maç yazısı da yazıyordum ve tabi o zaman haftasonu evde olmuyordum.  Kocanız da normal bir işte çalışıyorsa, garip bir hayat oluyor bir kadın olarak. Anne olunca 2 kat daha zorlaştı tabi ama deplasmanlara eskisi gibi gitmemem ve artık maç yazısı yazmamam bu hayatı daha alışılabilir hale getirdi. Evdeyken ev, işteyken iş prensibini benimseyen biriyim. Sokakta da bir Bağış gibi ya da Rıdvan hoca gibi anında tanınmamam açısından rahatım. Bir de; sırf bu işi yaparak geçinmek çok zor bir kadın için. O yüzden uzun süre 2 iş yaptım ama son 1-2 senedir sadece bu işi yaptığım için biraz daha rahat olduğumu söyleyebilirim. Çocuğum ve medya içinse, şu an çok farkında değil aslında. Çevresindekilerin çoğu ekrana çıktığı için daha normal karşılıyor. Daha ünlüler içinse, İbrahim Kutluay, Rıdvan Dilmen gibi insanların çocuğu olmak daha zor olsa gerek, çünkü herkes tanıyor onları.

GazeteBilkent: Peki, yıllardır çekimler yapıyorsunuz, yurtiçinde, yurtdışında. Paylaşabileceğiniz, unutamadığınız bir anınız var mı? 

Banu Yelkovan: Eric Cantona’yla tanışmamı söyleyebilirim bu sorunun cevabı olarak. Kariyer olarak gerçekten en tepeye koyduğum insanlardan biri. Belgeseli için 1 ay boyuca yoğun bir şekilde çalıştım. 1 ayın yalnızca 1,5 günü İstanbul’daydı Cantona. Çok farklı bir insan. Geldiğinde  öğleden sonra Galatasaray Lisesi’nde çekimimiz vardı, her şey planlanmıştı. Yolda yürürken birden Ara Güler’in fotoğraflarını gördü ve ben bu adamı tanıyorum dedi. Bir anda program değişti ve Ara Güler’in kafesine girdik. Ara Güler’de kafenin üst katında oturduğu için hemen çağırdık geldi. Fakat Eric Cantona’yı tanımıyordu. Ama Cantona onun büyük bir hayranıydı. Burada ünlü ve hayran olunan kişi Ara Güler’di. Daha sonra Ara Güler de Fransızca bildiği için çok güzel bir sohbet ettiler. Zencefilli-limonlu çaydan içtiler ve çok beğendi Cantona. Belgesel bittikten sonra asıl bilinmeyen, yılbaşını eşi ve yakın arkadaşlarıyla İstanbul’da geçirdi. Şehirden gerçekten çok etkilendiğini söyledi. “Bu şehrin enerjisi bana iyi geliyor” dedi hatta. Oğlumu da tanıştırdım Cantona’yla. Zaman zaman söylüyor, Eric’le uzun zamandır görüşemiyoruz diye :) Koskoca Cantona’yı Eric’e indirgemiş durumda :)

GazeteBilkent: Çok teşekkürler Banu Hanım bu keyifli röportaj için ve bize zamanınızı ayırdığınız için.

Banu Yelkovan: Ben teşekkür ederim

Leave a Reply

1 comment

  1. Mehmet Seyhan

    Kadınlarımızın başımızın üstünde yeri var.