Dün başladığımız eski Anayasa Mahkemesi raportörü ve AK Parti Merkez Karar ve Yönetim Kurulu asli üyesi Doç. Dr. Osman Can röportajının ikinci ve son kısmıyla devam ediyoruz..

 

 

7-)Laiklik denildiğinde neler söylenebilir?

 

Laikliğin dünyada ortaya çıkış esprisiyle Türkiye’de uygulanışı arasında hiç bir ilişki yoktur. “Din özgürlüğünü korumaya yönelik laiklik” diye bir şey Türkiye’de olmadı. Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını Türkiye seçkinlerinin anlama biçimi trajiktir ve  bu tanıma göre birçok Avrupa ülkesi laik değildir. Yunanistan Türkiye formatına göre laik değildir. Yunanistan’da, İngiltere’de ve kuzey ülkelerinde devlet kiliseleri vardır. Polonya  ve Almanya anayasası Allah karşısında sorumluluk bilincinden söz eder. İrlanda anayasası kutsal üçleme adına söze başlar. Bunlar laik değil mi? Tartışmasız laikler ama, laiklik Türkiye’de laboratuvarda yaratılmaya çalışılan milletin, bir sanal Türklüğün kökleşmesi için gerekli bir ideolojik aygıttan öte bir şey değildir. Çünkü milleti yaratacaksanız onların Araplarla ve sair Müslümanlarla bağlantısını kopartacaksınız. Bunu laiklikle yapabilirsiniz. Düzenin işlemesi için bir maniveladır Türkiye’de. Gerçek anlamda inanç özgürlüğü konusunda din ve vicdan özgürlüğü konusunda batılı anlamda seküler bir toplumsal yapıyı reddeden hiç bir siyasal akım yoktur. 90 yıllık yanlış uygulamaya rağmen böyledir. Bundan dolayı ister laikliğe yer verilsin ister verilmesin Türkiye’de siyasal işleyiş sekülerdir. Osmanlı kamu yönetimi teokratiktir iddiası da geçersizdir Osmanlı Avrupa’daki çağdaşları ne kadar teokratikse ancak o kadar teokratiktir onlar sekülerse  Osmanlı hayli hayli sekülerdir.

 

8-) Laiklik ve zorunlu din dersleri ilişkisini nasıl açıklayabiliriz?

 

Sayın Can'a sorularımızı içtenlikle yanıtladığı için teşekkür ederiz..

Sayın Can’a sorularımızı içtenlikle yanıtladığı için teşekkür ederiz..

1982 anayasasındaki laiklik laiklik olmadığı için zorunlu din dersi laiklikle bağdaşır mı tartışması da çok anlamlı değildir. Diğer yandan batıda da laik olarak kabul edilen bir çok ülkede zorunlu din dersleri var ama ilke olarak baktığımda bu doğru değil çünkü bir devlet bir dinin eğitimini vermeye başlarsa içeriğini de belirleme hakkına sahip olur ve din devletin biçimlendirdiği şekilde anlaşılmaya başlar bu da dinin insanlar tarafından algılanma ve uygulanma biçiminde farklılıklara sebep olur. Diyanet işleri başkanlığı da aynı şekilde ilke olarak karşı olduğum bir şey ama ilke olarak karşı olduğumuz şeyler bir toplumsal talebe dayanıyorsa ve toplum böyle bir ihtiyacın olduğunu, devam etmesi gerektiğini söylüyorsa bunu kabullenmeliyiz.

9-)Başkanlık sistemiyle ilgili fikirleriniz…

Başkanlık sistemi en iyi örneğini Amerika’da yaşıyor ve erkler ayrılığı ilkesine, Montesquieu’nun ortaya koyduğu ilkelere, en uygun olan sistem başkanlık sistemidir. Bu teorik bir açıklama, peki başkanlık sistemi Türkiye’nin sorunlarını çözer mi normal vatandaş haklı olarak bu şekilde bakar. Türkiye bir parlamenter sistem deneyimine sahip değildir Türkiye’deki sistem parlamenter değil parlamentonun pek çok devlet organının yanındaki bir organ olduğu ve öteki organların vesayeti altında olduğu bir sistemdir. Buna parlamenter sistem demek bu sistemin özüne, işleyişine aykırıdır. Vesayet sistemidir bu. Buradan hareketle parlamenter sistem hakkında deneyimimiz var bundan vazgeçmeyelim iddiası geçersizdir çünkü yok ki vazgeçelim. Parlamenter sistem Türkiye’de bütün esaslarıyla uygulanırsa tabi ki şu an ki durumdan daha iyi olur. Eğer parlamentoyu bütün sisteme hakim kılacaksanız tabii ki demokratiktir ve Avrupa’nın da büyük bir kısmı parlamenter sistemle yönetiliyor. Başkanlık sistemini Türkiye’ye getirsek o da iyi olur çünkü o da demokratik bir sistemdir. Birinci olarak Avrupa’daki ülkeler sanayileşme devriminden beri ulus devlet niteliklerini tamamlamış ve göreceli olarak daha homojenler yani çok fazla çatışma yok bundan dolayı siyasal haklar pragmatik tartışmalara göre biçimlenir ve bu nedenle de genellikle istikrarlı hükümetler oluşturulabilir. Türkiye’de her zaman istikrarlı hükümetler çıkmamıştır. Menderes hükümeti döneminde çıkmıştır; onu da üreten tarihsel koşullar vardır. 25-26 yıllık tek parti diktatörlüğü karşısında millet bu tek partiye rakip çıkanı iktidara taşıyacaktı. Yani 1950 seçimleri Demokrat Parti’nin siyasal başarısı değildi ama iktidardan sonra da başarı sağladı ve 2. seçimlerde %57’lik bir oranı yakaladı tek başına iktidar oldu. Sonraki dönemlerde 1965 seçimlerinde Adalet Partisi ve 1983’de tek başına iktidar olan ANAP ve sonrasında koalisyonlar… Türkiye’de ideolojik yapıya baktığımızda, demografik, etnik, kültürel yapıya  baktığımızda çok parçalı bir yapı görüyoruz. Türkiye homojen değildir 90 yıl boyunca uğraşsalar da toplumu tekleştiremediler. Mümkün değildi; iyi ki de olmadı. Devleti kamusal ihtiyaçlara cevap versin, özgürlükleri gerçekleştirsin ve güvenliği sağlasın diye oluşturulur ve bunu istikrarlı ve güçlü bir hükümet yapabilir. Hangi siyasi parti % 50’lerde oy alabilir? Ak Parti 28 Şubat sonrasında olağanüstü bir durumda oluşmuştur bu her zaman olmayabilir. İstikrarı sağlamak için barajı arttıracaksınız. Böyle olunca da halkın %10’u hatta bazen %45’i meclise yansımıyor bu da temsilin olmamasına neden oluyor. Parlamento toplumu temsil etmez hale geliyor örneğin 2002 seçimlerinde toplumun %45’i meclis dışındaydı. Herkesin meclise yansıması çok önemli ama bu kez de hükümet kurulamıyor. Türkiye bu dilemmayla karşılaşılacak ve çözemeyecek. Başkanlık sisteminde böyle bir sorun yok ilk turda olmasa da ikinci turda birisi seçilir ve meclis içerisindeki farklılıklar yürütmeyi etkilemez. Meclis kanun yaparken orada herkes temsil ediliyor % 1 alan bile temsil edildiği için meclis toplumun aynası halini alıyor. Yürütme tek bir kişiye bırakılıyor ve bu kişi yanındaki danışmanlarıyla çok hızlı karar alabiliyor. Ekonomi konusunda, uluslararası ilişkiler konusunda başka ülkelerin parlamenter sisteminde dünyanın tartışması yapılırken başkan hızlı bir şekilde karar verip ötekilerin önüne geçebiliyor. Türkiye bulunduğu coğrafya itibariyle böyle bir yapıda olursa daha başarılı olacaktır bundan dolayı başkanlık sistemi Türkiye açısından daha tercihe şayan bir şey ama bunu yapamazsa da Türkiye’de parlamenter sistem de kurulabilir eğer ikisi de kurulabilecekse başkanlık sistemi tercih edilmelidir.

10-) Gençlerin korunmasıyla ilgili madde 58.madde?

 

Devlet teşkilat yapısıdır. Onu da koyalım ne zararı var mantığı yanlıştır. İkinci olarak bu tür kurallar koysak da bunlar program kurallarıdır ve bunun gereğinin yerine getirilmemesinin hiç bir yaptırımı yoktur, olması da mümkün değildir. Devleti yönetenler gençliğin korunmasıyla ilgili bir irade sahibi değilse, ülkenin ekonomik yapısı buna müsait değilse 20 tane madde koysanız da hiç bir anlam ifade etmez. Ancak daha demokratik ve toplum eksenli bir siyasetin devlete egemen olması durumunda, toplumsal talep ve oy alma ihtiyacı, ekonomi de müsaitse bu tür programları hayata geçirmeye katkı sağlar. Ama gençlerin korunması şeklinde bir maddenin var olmasının bu sonuçta bir katkısının olmadığını da unutmayalım.

 

11-) Röportajı gerçekleştirdiğimiz tarih olan 28 Şubat’la ilgili de görüşlerinizi almak isterim.

 

Ben Avrupa’daydım o süreçte olayları oradan izleyip saçımı başımı yoluyordum. Oradaki insanlara anlatamazdım onlar da anlayamazdı. 28 Şubat, 100 yıla yakın devletin yapısına egemen olan kişilerin göstermek zorunda olduğu bir refleksti. Her bir darbe kurulu düzenin raydan çıkması ihtimaline karşı bir tedbir olarak ortaya çıkmıştır. Türkiye’de darbeler demokrasiye müdahale değildir çünkü demokrasi yoktur. Darbeler o sistemi kuranlar tarafından yapılır ve sistemi kuranlar bu sistemde bir aksaklık, bir risk gördükleri zaman bir darbe yaparlar ve sistemi masaya yatırır yeniden yüklerler. Yoksa rejim kesintiye uğradı, demokrasiye müdahale edildi gibi söylemler doğru değildir çünkü ortada bir demokrasi yok. 28 Şubat darbenin dönemin koşulları içerisinde yapılabilecek halidir. Daha yumuşak güçler yani sivil toplum kuruluşları denilen aslında STK olmayan kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, sendikalar faşizmin taşıyıcı unsurlarıydılar ve bunlara ek olarak  basın ve  üniversiteler… Bütün darbelerin içinde üniversite vardır. Üniversitelerin son birkaç yıl hariç  demokrasiye hiç bir katkısı olmamıştır. 28 Şubat doğrudan darbe yapmaksızın ama darbe yapılmasıyla arzulanan hedeflerin elde edilmesi için yapılan bir harekettir. Kanunlar değiştirilmiştir, atamalar yapılmış; tasfiyeler gerçekleştirilmiştir. 1000 yıl devam edeceği söylenmiştir. Güncelleyeceğiz yolumuza devam edeceğiz diye planlanmıştır ama toplum değişiyor toplumun ekonomik, kültürel yapısı değişiyor. Toplum dünyayı görüyor, dolaşıyor kısacası altyapı değiştiği için artık güncellemeler çok da etkili olmuyor nitekim 28 Şubat’tan 5 yıl sonra  28 Şubat sürecinde iktidarda olan ve bu süreci devam ettiren siyasi oluşumlar toplum tarafından tasfiye edildi. bu bir paradigma değişimiydi. 2007 yılında da müdahaleler yapılmaya çalışıldı, toplum harekete geçirilmeye çalışıldı ama gittikçe etkileri azaldı ve bugün itibariyle artık tarihe karışmak üzeredir bu zihniyet.

Leave a Reply