Ammar bin Yasir, Peygamber’in dünyayı değiştiren mesajını ilk kabul eden gruptan biriydi. Çocukluğu ve gençliği Allah’ın Elçisi ile birlikte geçti. Mekkeli müşrikler tarafından annesi Sümeyye ve babası Yasir şehit edildi. İslam’ın ilk şehitleri ile olmakla şereflenen anneye ve babaya sahip bir evlattı. Müşriklerin acımasız işkencelerine maruz kalan sadık mü’minlerden biriydi. Ali bin Ebu Talib’e, şeytanın ihtilaf silahını en becerikli haliyle kullandığı o zor günlerde muhteşem bir bağlılık ile yardım etti. Bedir’de, Uhud’da, Hendek’te, Taif’te, Hevazin’de Rasulullah’ın yanında bulundu, onunla omuz omuza çarpıştı. Şeref dolu, aksiyon dolu 93 yıl yaşadı.
Bu şeref dolu hayat, aynen yaşandığı gibi son buldu. Ammar bin Yasir, Sıffin Savaşı’nda 93 yaşında bir delikanlı iken, Muaviye’nin askerleri tarafından şehit edildi.
Ammar, Rabb’in kitabında övgüyle bahsettiği bir mevkiye ulaştı. Adn Cenneti’nde annesiyle babasıyla, arkadaşı, peygamberi Muhammed ile birlikte geçireceği harika günlere yelken açtı. İğreti dünya hayatını, ahiret hayatı karşılığında sattı, Allah yolunda çarpıştı, öldü ve Allah’ın vaad ettiği ödülüne mazhar oldu. (4:74)
Ammar bin Yasir bize her yönü ile örnek olabilecek bir karakter abidesiydi. Ammar’ı, 93 yaşında, müslüman olduğunu söyleyen bir gruba karşı kılıç kuşandıran şey neydi? Sıffin Ovası’nda o yaşlı, yorgun ve güzide insanı savaşacak hale getiren şey neydi? O’nun şahsiyetine, geçmişine, annesinin, babasının hatırasına, karakterine, imanına bakmaksızın karşısında durabilecek, ona kılıç çekebilecek hırsı, kini veren şey neydi?
Allah’ın kendi katından, kendi ilminden indirdiği, muhkem kıldığı, sonra da ayetlerini uzun uzun açıkladığı yüce kitap Kur’an, Şûrâ Suresi’nin 13. Ayetinde şöyle der:
Dini dosdoğru tutun; onda bölünüp fırkalara ayrılmayın.
Peygamber’in ölümünden sonra müslümanlar arasında oluşan kaos ortamı, yüce insanlar Ebu Bekir ve Ömer
dönemlerinde etkisini tam olarak gösteremese de, üçüncü halife Osman’ın öldürülmesinden sonra oluşan siyasi ayrılıklar ciddi çizgilerle belirmeye başladı. Çok sıkıntılı bir dönemde, çözülmesi gereken onlarca sorunun bütün yükünü Peygamber’in amcaoğlu, Esedullah olarak bilinen Ali üstlendi.
Yukarıda zikrettiğim ayette ifade edilen dinin parça parça edilip fırkalara, hizblere bölünmesi olayı ilk olarak Ali’nin iktidarı döneminde önü alınamaz bir şekilde başladı. Osman’ın öldürülmesinden sonra, onun katillerinin bulunması ve cezalandırılması sorunu, Ali’nin başını büyük derde soktu. Bu konudaki sabır ve zaman isteyen tavrından ötürü, Ali’yi halife olarak kabul etmeyen bir grup ortaya çıktı ve Peygamber’in ölümünden sadece 24 yıl sonra, bir arada olan ve birbirine derin muhabbet besleyen müslüman toplumu iç savaşa sürüklenecek kadar şiddetli bir şekilde ayrılığa düştü. Bu ayrılık ilk zamanlardaki bütün çabalara rağmen onarılamadı ve müslümanlar, süregelen tarih boyunca ayete aykırı bir şekilde yaşadılar. Yaşamaya da devam etmekteler.
Bu derin ayrılığın temellerini Muaviye bin Ebu Süfyan attı. Muaviye, Ömer bin Hattab’ın Suriye valisiydi. Suriye, İslam Devleti’nin Bizans ile olan sınırını teşkil ediyordu ve tehlikesi, savaşı, saldırısı eksik olmayan bir yerdi. Muaviye burada kendisine bağlı olan askerlerden oluşan güçlü bir ordu kurdu ve Suriye’yi, Şam’ı, devletin kuzey sınırlarını başarıyla korudu. Bizans’a karşı büyük galibiyetler elde etti. Askeri yönden bir dehaydı ve nüfuzunu her daim artırabilen bir adamdı. Fakat Muaviye nüfuzunu, başarısını, zekâsını, en açık ifadesiyle, şerde kullandı. Bugünkü İslam âleminin, acınacak, kahrolunacak halindeki en büyük pay ona ve kurduğu saltanata aitti.
Muaviye bin bir türlü yeminlerinden, oyunlarından ve cinayetlerinden sonra nihayet makamına ulaştı ve Ali bin Ebu Talib’den sonraki halife oldu. Halifeliğini tanımayanları, bugün birçok diktatöre örnek olacak bir biçimde, sertçe bastırdı ve iç karışıklıklara son verdi. Ölümünden kısa bir süre önce, yine verdiği bir sözden cayarak, oğlu Yezid’i halife ilan etti ve kendisiyle beraber herkesin ona biat etmesini istedi. Çok geçmeden de öldü.
Muaviye, İslam’ın ana mesajını değiştirdi, ilim ve kalem ile mücadeleyi, cehalet ve kılıç ile mücadeleye çevirdi. Sıffin Savaşı’nda, yenilmek üzereyken yaptığı hamle ile dinin siyasete ucuzca alet edilmesine ortam hazırladı. Binlerce insanın kanından sorumlu oldu ve İslam düşmanlarının büyük içtenlikle teşekkür edeceği bir iş yaptı; İslam dünyasını bir daha asla birleşemeyecek şekilde ikiye ayırdı.
Demokratik bir yöntem olan Şûrâ ile seçilmeyi ortadan kaldırıp, oğlunu iktidara getiren, halifeliği, hanedanlığa çeviren Muaviye, Emevi Devleti’ni bu hanedana dayandırarak kurdu. Emeviler gözardı edilemeyecek başarılar elde ettiler. Hindistan sınırına ulaştılar, Kuzey Afrika’da fethedilmeyen yer bırakmadılar ve Güney İspanya’ya dahi vardılar. İslam’ın ana mesajını oralara ulaştırıp ulaştırmadıkları, kendi geleneklerini mi yoksa Rabb’in kitabı ile hak din ilan edilen İslam’ın ilkelerini mi götürdüler, tabii ki tartışmalıdır fakat bugün oralarda Müslüman bir kitlenin olmasını sağlamışlardır.
93 yaşında gençlik günlerine nazire yaparcasına, yiğitçe kılıç kuşanan Ammar, Kur’an indirildiğinde Müşrik Muaviye ile savaştı, o yorumlanırken, hükümleri hayata geçirilirken de Müslüman Muaviye ile savaştı.
Emeviler Kur’an’da açıkça nehyedilen bir meseleyi görmezden geliyor, Arap milliyetini yüceltiyor, diğer milliyetlerden olanları mevali görerek aşağılıyorlardı. Kendi geleneklerini, insanlara “din” diye baskı ile empoze ederek kültürlerinin kalıcı bir şekilde nesilden nesile aktarılmasını sağlıyorlardı. Bu İslam’ın yozlaştırılması, ona eklemelerin yapılması, değiştirilmesi demekti ve Emeviler’in bu asimilasyon ve bid’at politikaları başarıya ulaştı. Din, bambaşka bir hal aldı.
Aşırı milliyetçilikleri, bugün olduğu gibi o zaman da kendilerinden nefret eden bir kitlenin oluşmasını sağladı ve bu onların sonunu getirdi. Fakat Emeviler, milliyetçi duygularıyla dine ekledikleri uygulamaları öylesine özümsetmişlerdi ki, Emevi gelenekleri halâ dinimizde yerini korumaktadır. Bugün, Şii’nin, Sünni’ye, Sünni’nin Şii’ye duyduğu nefret duygusunun, müslüman olduğunu söyleyen bireylerin birbirlerini şirke varacak kadar ciddi ithamlarla suçlamalarının altında, Emevilerin kılıç zoruyla dayattığı Arap öğretileri vardır. Irak’ta, Afganistan’da, Pakistan’da hemen her hafta duyduğumuz mezhep temelli intihar eylemlerinde kanı dökülen, öldürülen her masum insanın, Muaviye üstünde, Yezid üstünde hakları vardır. Dini bölüp, fırkalara ayırmanın sonuçları, Allah’ın emrine, saltanat, makam, mansıp sevgisinden ötürü uymamanın sonuçları bütün İslam Tarihi’ni değiştirebilecek kadar büyük boyuttadır.
Günümüzde İslam Dünyası’nın onlarca kanayan yarasından sadece biri olan Suriye’de de Emevi kültürünün getirdiği ayrımcılığın izlerini görmek mümkündür. Şii, Nusayrî kökenli yönetimin Sunnî çoğunluktaki halkın demokrasi ve özgürlük isteğini görmezden gelişi, provoke edişi, onları küçük, basit, “mevali” görüşü orada, “La ilahe illallah” diyen insanların birbirlerini kâfir olarak görüp, vahşice öldürmelerine sebep olmaktadır. Alemlerin Rabbi’nin, bütün dünyaya barışı getirecek potansiyeldeki “cihad” emrini, mezhep çatışmalarına kaynak oluşturanlar bugün ah u zar ettiğimiz İslam Alemi’ni oluşturmaktalar.