96 Mayıs’ında şampiyonluğu aldığında, henüz 2 yaşındaydım. Ne şampiyonluktan ne de Aykut Kocaman’dan haberim vardı. Fener’in onun golüyle şampiyon olduğunu, maçtan sonra “Keşke Trabzonsporlu taraftar ölmeseydi de biz şampiyon olmasaydık” dediğini ve Oğuz’la birlikte dönemin takım elbiselisi, Ali Şen, tarafından uzaklaştırıldıklarını çok sonra öğrendim. Sonra, benim gibi 90’ların ortasında dünyaya gelen çocuklar hızla Galatasaraylı olmaya başladı. Çünkü neredeyse gözlerimizi Galatasaray’ın UEFA şampiyonluğuna açmıştık. Neyse ki o furya beni es geçti.
Sonra, Oğuz’u kulübede gördüm, Lorant’ın yanındaydı. Lorant gitti, o kaldı. İmparator diyorlardı ama o da çok durmadı, gitti. Almanya’dan Daum geldi sonra. Beşiktaş’ı da çalıştırmıştı. 2 sene üst üste şampiyon yaptı bizi. Üçüncü sene son maçta Denizli’de bıraktı şampiyonluğu. Hafızama hep o maçla kazındı. Bir de göğsündeki Gazi reklamıyla… Ardından Zico geldi. Beyaz Pele diyorlardı onun için. Brezilya’nın görkemli günlerinin en güzel adamlarındanmış zamanında. Biz görememişiz tabi. 100. yılda şampiyon yaptı bizi. Ardından Şampiyonlar Ligi çeyrek finali… Cümbür cemaat sevmiştik onu. Futbolun akiliydi. Görmüş geçirmiş mahallenin en güzel ağabeylerindendi. Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final oynattığı sene şampiyon yapamadığı için gönderdiler onu da. Keşke kalsaydı dedik, sevmiştik. Ardından, ‘dede’ lakaplı Aragones geldi. Lakabının hakkını veriyordu. Yazın, İspanya’ya Euro 2008’i kazandırmıştı ama kışın Fener’e çok çektirdi. Sonra, Daum yine geldi yanına da Aykut Kocaman sportif direktör olarak geldi. Sevindim, Aykut’un dönüşüne. 96’yı biliyordum artık. Sezona, giderken şampiyonluğu bıraktığı Denizli’de başladı. Ligde 6’da 6 yaptığı İBB maçı ardından oyun hakkında kötü eleştirilere “Siz hiç 6’da 6 mı gördünüz?” diye cevap verdi. Sinirlendim. Sezon sonu şampiyonluğu bu defa Kadıköy’de bıraktı, yine gitti. Artık Aykut tastamam gelmişti Fener’e. Bundan gayrı başarı, şampiyonluk gelmese de olurdu. Onun sayesinde öğrenmiştik zaten hayatın içinde başarıdan daha önemli şeyler olduğunu. İlk sene 9 puan geriden gelip şampiyon yaptı. Şampiyon olduğu gün ‘Buna artık dayanamayacağım.’ diye koridorda koştuğu anları hayatımızın en güzel anları listesine, belleğimize kazımışken ‘3 temmuz’ geldi. Yine sırtımızı ona verdik, saçlarını ağarttık. O da yılmadı hiç. Her daim emeğinin, alın terinin arkasında durdu. ‘Alex’in 27 golü ne olacak?’ derken de, ‘Biz kanırta kanırta şampiyon olduk.’ derken de bizim adımıza konuşuyordu. Kolay olmadı atlatmak ama becerdik bir şekilde. Ertesi sezon, kolu kanadı kırık mücadeleye devam etti yine. Şampiyonluğu son maça kadar kovaladı. 30 sene beklediğimiz Türkiye Kupası’nı getirdi bize. Bir de ceketini ilikleyip önümüzde eğildi. Bu sezon da üç kupa için daima umutlarımızı taze tuttu. Avrupa’da yarı final gördük ilk defa. Türkiye Kupasını da aldık yine.
Sonra, 28 Mayıs günü Kulüp internet sitesinden “Biz sana git diyemiyoruz ama artık gitmelisin” minvalinde bir açıklama yayınladı Aykut Kocaman için. Artık isteseniz de durmazdı zaten bu adam. Ardından bir giyim mağazası sahibi olan bir bey ‘Fenerbahçe’yi temizliyoruz’ diye bir açıklamada bulundu. Kinlendim. 96’daki takım elbiseli güruh onu yine gönderiyordu. Belki de onun kaderi böyleydi ama o giderken bizi Fenerbahçe’ye bağlayan temeller ciddi şekilde sarsılıyordu. Başarının her şey olmadığını bize öğreten bu adam gidiyordu. Mağrur, gururlu…
Bir basın toplantısında, muhabirin ‘sizce maçın seyircisiz olması bir avantaj mı?’ sorusuna şöyle cevap verdi: “Fenerbahçe’nin taraftarsız olması hiçbir şekilde avantaj olamaz. Çünkü Fenerbahçe tarihteki en büyük gücünü taraftarından almıştır.” İşte biz bu adamı sevmiştik.
Şimdi Fenerbahçe yönetimine/kulübüne müşterileriyle mutluluklar… Bu yazı da bozuk çark düzelene kadar Fenerbahçe ile ilgili son yazımdır.
Sana Saygılar Hocam! Elbet bir gün buluşacağız!