Günümüzde, futbolun endüstriyelleştiği ve piyasanın bir nesnesi konumunda olduğu su götürmez bir gerçek. Bu endüstriyelleşme sürecinin en çok evirdiği unsur ise taraftarlık ve tribün kültürü. Bunun, tribünlerin, özellikle endüstriyelleşme sürecinde, temel unsur olmasından kaynaklandığı savunulabilir. Evrim ya da dönüşüm süreci taraftardan seyirciye, oradan da müşteriye doğru seyretmekte. Genel olarak bir futbol maçı için olayın şöyle işlemesi bekleniyor: İnsanlar takımlarının maçına arabalarıyla gelip stadyum otoparkına park ediyorlar, ardından kulübün lisanslı ürünlerini satan mağazadan alışverişlerini yapıp çok önceden belirlenmiş koltuklarını oturup maçı seyrediyorlar. Özetle, belirli statüye yahut ekonomik güce sahip insanların maça gelebilmesi ve kulübün onlara paraları karşılığında yıldız oyuncular ve güzel futbol sunması gerekiyor. Yani, bu bir nevi müşteri profiline doğru geçiş yoluyla taraftarın kendisine yabancılaşma süreci. Aslında yabancılaşma kapitalist üretim biçiminin bir zorunluluğu. Özet olarak yabancılaşma, işçi sınıfının kendi ürettiği malı alamayışı veya kendi ürettiği ürünlerin, karşısına para olarak çıkışını ifade eder. Kulübün geçmişte kültürünü oluşturan, yapısını belirleyen taraftarın bir süre sonra sosyoekonomik durumu yüzünden stadyuma girememesi durumu da kapitalist yabancılaşmaya bir örnek.
Tabii ki, bu evrilme süreci, sadece yükselen bilet ya da kombine fiyatlarıyla sağlanmıyor. Bunun dışında, tribündeki pankart setlerine kâr amaçlı reklam panolarının yerleştirilmesi ve stadyuma sadece belirli pankartların sokulabilmesi, davul, meşale, konfeti gibi tribün kültürünün temel argümanlarının yasaklanarak, müşteri profilindeki taraftarın rahatsız edilmesinin önüne geçilmesi ve onların önünün açılmaya çalışılması ve elbette formalarda her sezon renk, model, tasarım olarak yeni arayışlara girilerek müşteri profilinin daha geniş bir alışveriş portföyüne sahip olabilmesini sağlayabilmek, bir de pankart mevzusunda olduğu gibi formalara reklam alınması -bugün formaların göğüs, kol, sırt ve bazen şort olmak üzere 3 ya da 4 bölgesinde reklam bulunmakta- gibi çok çeşitli yollarla süreç sağlanabilmekte.
Forma özeline gelecek olursak, forma takımları sahada temsil eden unsur ve taraftarın kutsalıdır. Öyle ki, ‘formayı serip beraberlik almak, futbolcuların değil; formanın kazanması, formanın hakkını vermek’ gibi birçok futbol klişesi formalar üzerinden doğmuştur. Fakat, formaların büyük bir gelir kapısı olarak görülmesi yoluyla formaların rengi, modeli, tasarımı günden güne değişmekte. Tabii ki bu durum formaların günlük yaşamda giyilebilir bir üretim olması zorunluluğunu da beraberinde getiriyor. Bu durum kimilerine göre anlaşılabilir olsa da, formaların özündeki duyguyu, yaşanmışlığını yitirdiği bir gerçek. Bunun yanında, bir de bu üretimlerin hayal kırıklığı yaratması ihtimali de var.
Fenerbahçe’nin bu sezonki formalarına bakacak olursak genel itibariyle büyük bir hayal kırıklığı söz konusu. Özellikle son yıllarda, Fenerbahçe’nin simgesi olan çubuklu formanın yeni tasarım denemeleriyle anlamsızlaştırılıyor olması rahatsız edici bir durum. Bunun dışında Galatasaray’ın geçtiğimiz sezonlarda formalarında kullandığı turuncu, mor, pembe renkleri de kulüp içinde birçok soruna yol açarken, Barcelona’nın geçen sezon kullandığı sarı kırmızı forma da hayal kırıklığına sebep olmuştu. Elbette, ustaca işler de çıkabiliyor. Manchester City’nin bu sezonki siyah forması buna güzel bir örnek. Sonuç olarak, zaten alınan forma ne kadar tatmin ederse etsin, 3 yakada reklamla dolaşmak ne kadar akıl kârı, düşünmek gerek.
Formalar mazinin, yaşanmışlığın ve kökünü aldığımız kültürün izleridir. En azından onları endüstriyelleşmenin azgınlığından kurtaralım.