Futbol güzel oyun… Oynamak kadar izlemek, maçın atmosferine girip stres atmak, deşarj olmak da keyifli. Hele bir de ekranda dönen oyunda milli bir dava varsa oyun bir tık daha keyifli oluyor. Hemen hepimizin hafızalarında belki onlarca, yüzlerce bu tarz unutulmaz maç var. Tamam, aldığımız bu keyfin büyük bir parçası sahada ter döken futbolcunun, belki en az futbolcu kadar efor sarf eden, heyecan duyan teknik adamın sayesinde; ama hiç düşündük mü ekranda izlediğimiz maçın bizim için unutulmaz olmasında, maçı sunan spikerin payını? Ya da daha doğru tabirle: Hiç düşündük mü bir kurtarışı, atılan bir golü veya unutulmaz bir anı unutulmaz kılanın spikerin kullandığı cümleler olduğunu? Futbol tarihimizde öyle spiker anonsları var ki; iddia ediyorum bu anonslar olmasa, o anlar bizim için bu kadar değerli olmayacaktı. Peki hangileri bunlar? Gelin, benim hafızamda yer etmiş birkaç tanesini tekrar hatırlayalım ve o günlere dönüp aynı heyecanları yaşayalım.
[box_light]”Schmeichel Değil, Bütün Michael’lar Gelse …”[/box_light]
İlk durak Manchester, İngiltere… Stad Old Trafford… Yıl 1993. UEFA Avrupa’nın kulüpler düzeyindeki en prestijli organizasyonunda değişikliğe gitmiş ve ismini Şampiyonlar Ligi olarak değiştirmiş. Ön elemeler sonucunda 8 takım 2 gruba kalacak. Galatasaray’ınsa rakibi Cork City’den sonra yine bir İngiliz takımı; daha doğrusu bir İngiliz devi. Kırmızı Şeytanlar tam 37 yıldır evinde kaybetmemiş ve maça kendilerine has Anglosakson özgüvenle çıkıyor. Üstelik karşılarında adı sanı henüz duyulmamış bir Türk takımı.
Galibiyetten o kadar eminler ki, günler önceden gazetelerde “Hindiyi yiyeceğiz!” manşetleri atılmış, maçın devre arasında, bir üst turdaki maçın biletlerinin nereden alınacağının anonsu yapılıyor. Bu atmosferde sahaya çıkan Galatasaray üst üste 2 gol yiyor ve maçın spikeri Ümit Aktan dahil herkes acaba 6 veya 7-0’a mı gidecek diyor üzülerek. Sonra bir anda kaleyi karşıdan gören uzak bir noktada Arif topu ayağına alıyor, ve açıkçası çok da estetik durmayan bir vuruşla topu kaleye yolluyor. Süzülen top sağ eliyle topa uzanan, dönemin kült kalecilerinden Peter Schmeichel’ı geçiyor ve ‘doksan’ diye tabir edilen noktadan ağları görüyor. İşte bu golün heyecanıyla patlatıveriyor Ümit Aktan repliğini, bunun yıllarca akıllarda kalacağını bilmeden: “Bizim Arif de öyle bir vurdu ki, Schemeichel değil, bütün Michael’lar gelse o golü oradan alamazdı”.
Cantona’nın son dakikalarda attığı golle maç 3-3 bitiyor ve İstanbul’daki rövanşta 0-0’lık eşitlikte Galatasaray ismini gruplara yazdırıyor. Unutmadan ekleyelim: Maçtan sonra röportaj veren Arif, maçın başından gole kadar kaleyi ve Schmeichel’ı görmediğini söylüyor.
[box_light]“Kim Attı? Kral Attı…”[/box_light]
Yıl 2000. Yine Galatasaray… Bu kez UEFA kupası ve rakip yarı finalde dönemin adını duyurmuş İngiliz takımlarından Leeds United. İstanbul’daki ilk maçta iki İngiliz taraftarın ölümü üzerine İngiliz basını Galatasaray’ı ve Türkleri topa koymuş, bu baskıyla sahaya çıkıyor Galatasaray. Galatasaray’a gollü beraberlik yetecek. Karşılaşma 1-1 devam ederken gole ihtiyacı olan Leeds savunmada az adamla yakalanıyor ve Hagi’nin başlattığı hücumda Hakan Şükür sol çaprazdan dar bir açıyla kaleyi görüyor. İki Leeds’li savunmacıya çalımını atıp açısını düzelttikten sonra hiç de beklenmeyecek bir sağ ayakla kaleci Nigel Martyn’in uzanamayacağı köşeye topu gönderiyor.
Stadın içindeki baskıyla daralmış olacak ki, spiker Ercan Taner sevinçten çıldırıyor ve ağzından dökülen şu cümleler bir futbolcuyu onore edebilecek belki de en güzel sözler olarak tarihe geçiyor: “Kim attı? Kral attı. Hem de Leeds’te, Elland Road’ta. İngiltere’de kralın imzası bu!”
[box_light]“İlhan… İlhan… Ve goool!”[/box_light]
2002 yılına geldik. Dünya Kupası’ndayız. Bu kez milli takımlar düzeyindeki en prestijli ve eşsiz organizasyondayız. Şenol Güneş yönetimindeki Türk Milli Takımı 48 yıl sonra ilk defa katıldığı Dünya Kupası’nda fırtına gibi esiyor ve sanki uzun yıllar boyunca hiç katılamayacağını biliyormuşçasına hırsla ve azimle kupaya doğru emin adımlarla ilerliyor.
Grup maçlarını Kosta Rika ve Çin’in önünde 2. sırada bitirdikten sonra 2. turda ev sahibi Japonya’yı da eliyor ve karşısında Afrika’nın yükselen yıldızı Senegal. 90 dakikalık maç boyunca saç baş yoldurmuş, ‘Elland Road Kralı’ Hakan Şükür uzatma dakikalarında yerini İlhan Mansız’a bırakıyor ki o İlhan Mansız başta Beşiktaş taraftarı olmak üzere, Japonya’ya kadar hayran kitlesine sahip ve dönemin en yetenekli hücum oyuncuları arasında geçiyor. Taraftar her maç Şenol Güneş’e adeta yalvarıyor İlhan Mansız’ın ilk 11’de başlaması için ve İlhan yarım saatlik uzatma dakikalarının 4. dakikasında tüm bu beklentileri boşa çıkartmayacak cinsten bir iş yapıyor. Sağ kanattan Ümit Davala’nın yaptığı ortaya öyle bir vuruyor ki topa vuruş şekli, topun gittiği nokta İlhan’ın klâsını net bir şekilde ortaya koyuyor. Türkiye, İlhan’ın attığı altın golle tarihinde ilk defa yarı finale çıkıyor. Bizler de küçük yaşlarımıza rağmen ekran başında sevinçten çıldırırken, TRT spikeri Yalçın Çetin’in sevinç nidalarını duyuyoruz ve hiçbir zaman o sevinci ve sesleri unutmuyoruz: “İlhan… İlhan… Ve goool… Yarı finaldeyiz! Dünya’nın 4 büyük takımının arasındayız…”
[box_light]“Sergen Attı Şampiyonluk Geldi”[/box_light]
2002 Dünya Kupası’ndan yaklaşık bir yıl sonra. Yıl 2003. Beşiktaş ligde fırtına gibi esiyor, hem de hiç olmadığı kadar. Kimler yok ki kadrosunda? Cordoba, Zago-Ronaldo, Sergen, İlhan Mansız, Nouma… Bir Beşiktaşlı olarak bu kadroyu ve o yılı ne kadar özlediğimi anlatsam azdır herhalde. O kadar başarılı ki Siyah-Beyazlılar, 33. haftaya kadar sadece tek bir yenilgiyle gelmişler. Galatasaray ve Ersun Yanal’lı Gençlerbirliği enselerinde. 33. hafta maçıysa ligin kaderini belirleyecek. Yer İnönü… Rakip Galatasaray… Beraberlik Beşiktaş’ın şampiyonluğunu ilan etmesi için yeterli.
İki takım da temkinli. Maç 0-0 sürerken son dakikalara doğru Galatasaray bir korner kazanıyor ve neredeyse tüm hatlarıyla Beşiktaş ceza alanında. Geride sadece kaptan Bülent var. Kullanılan korneri Beşiktaş savunması savuşturuyor ve göbekte Sergen uzun bir driplinge kalkıyor; karşısında Bülent, sağında Tümer. Tüm İnönü ayakta… Sergen, sırtı kendisine dönük kalesine koşan Bülent’in bir boşluğunu denk getirip atıyor topu Tümer’e. Tümer’in pasıyla tekrar topla buluşan Sergen Mondragon’un sağından topu ağlara gönderdiğinde Beşiktaş taraftarı kendini kaybediyor. Maç bitmeden bitiyor… Lig bitmeden bitiyor ve aynı anda emektar spiker Ercan Taner’in sesini ve unutulmaz anonsunu duyuyoruz yine: “Sergen attı şampiyonluk geldi! Sergen’le Beşiktaş şampiyonluğa koşuyor!”
[box_light]“Semih… Semih… Semih…”[/box_light]
2008 yılının Haziran ayındayız. Son güzel yaz. Milli takımımız son kez büyük bir organizasyonda boy gösteriyor. Bundan sonra uzun yıllar elini eteğini büyük organizasyonlardan çekiyor. Başta Fatih Terim… EURO 2008 grup maçlarında ancak mucizelerle gerçekleşebilecek iki galibiyet alıyor Ay-Yıldızlılar İsviçre ve Çek Cumhuriyeti karşısında. Çeyrek finalde Hırvatistan çıkıyor karşısına.
Maçın 90 dakikası, hatta yaklaşık 115 dakikası sıkıcı olmasa da futbol açısından o kadar verimsiz geçiyor ki; bir önceki Türkiye-Çek Cumhuriyeti maçını Avrupa Şampiyonaları tarihinin en keyifli maçı seçen UEFA bu maçıysa en sıkıcı maç olarak seçiyor.
118. dakikaya gelindiğinde genç yetenek Modric çizgide topla buluşuyor. Topu rahatça almak için kaleyi terk eden Rüştü bir anda dönüp kaleye doğru depara kalkıyor ama top ondan hızlı. Modric’in ortasına iyi yükselen Klasnic, Rüştü’nün henüz gelemediği boş kaleye gönderiyor topu. Dile kolay; 118 dakika. 118 dakika heyecanla bekliyorsunuz ve o dakika bütün umutlar yok oluyor. Televizyonlar kapatılıyor, kanallar değiştiriliyor. Kimileri stattan ayrılmaya kalkıyor.
Ama maç 90 dakika. Daha doğrusu bu maç 120 dakika. Golden sadece 2 dakika sonra orta sahaya yakın bir noktada serbest vuruş kazanıyor milliler. Rüştü uzun bir top şişiriyor Hırvat ceza sahası içine. Emre Aşık amaçsızca yükselip savunmanın tüm dengesini bozuyor. Ezkaza önüne düşen topu gören Semih sol ayağıyla rastgele bir şut çekiyor, ‘yeter ki kaleye gitsin’ der gibi.
Savunmaya çarpıp yön değiştiren top rakip kaleci Pletikosa’yı yanıltıyor ve bir saniye! Top ağlarda. Herkes şaşkın, Hakan Balta ağlıyor, taraftar çıldırıyor. Tüm futbolcular Semih’e koşuyor ve tabi ki olmazsa olmaz; spikerimiz Yalçın Çetin’in sesi. Ama bu kez anlamsız, gol bile diyemiyor. “Semih” diyebiliyor sadece, defalarca: “Semiiih, Semiiih, Semiiih!..”