Haziran Direnişi, devletin temel kurumlarının sorgulanmasına yol açmıştır. Kolluk kuvvetlerinin iktidar temelli şiddeti sonucunda yitirilen canlarla, kaybedilen gözler, kollar ve güven duygularıyla iktidar-özne ilişkisi politik söylemler çerçevesinde tartışılmaya başlanmıştır. Toplumsal düzenin temeline inilmemiş, polis teşkilatının altında yatan militarizm ve ötekileştirme arzusu modern devlet örgütlenmeleriyle birlikte değerlendirilmemiştir. İktidar anlayışı AKP ile sınırlı tutulmuş, muhalif düşünceler sadece Türkiye’yi ve zamanımızı merkez alan eleştiriler getirmiştir. İktidar-özne ilişkisinin militarizm ve şiddet müptelalığı çerçevesinde dünya konjonktüründe incelenmesinin farklılık yaratacağına ve bu incelemenin iktidarın araçlarının biz, özneler olduğunu ortaya çıkaracağına inanıyorum. Devlet yapılanmasını eleştirirken sadece onun teşkilatlanmaları üzerinden konuşmayı bırakmalıyız. Öncelikle, otorite ilişkilerinden özgürleşmemiş ve iktidarı meşru kılan önemli bir unsur olduğumuzu kabul etmemiz gerekmektedir.
Toplumsal varlıklar olarak bir yere, bir şeye, bir millete, etnik ya da dini gruba ait olmaya muhtacız. Bu aidiyet modern toplumda dışlayıcı ve yok edicidir. Ayırma, temizleme, sınır çizme ve cezalandırmanın esas işlevi ait olanların belirlenerek toplumsal düzen görüşünün yaratılmasıdır. Bu görüşün hakimiyeti dahili ve harici, üst ve alt, kadın ve erkek, yandaş ve muhalif ayrımının abartılmasıyla mümkündür. Dışarıda kalan ve karşıt olan, ait olmayan, bu sözde düzenliliğin inşa edilmesinin koşulu olan ötekidir. Tehdit edici ve kirletici olarak tanımlanır. Sınırları ihlal ettiği için öteki, BİZ’in dışında kalmalıdır.
Öteki, Avrupa’da toplumsal yığınları peşlerinden sürükleyen totaliter rejimlerde Yahudi imgesiyle tanımlanmıştır. Hitler, ‘Yahudi olmasaydı, onu icat etmemiz gerekecekti.’ sözüyle iktidarın içsel bir tehditle, öteki kavramıyla ayakta kalabileceğini gözler önüne sermiştir. Türkiye’de ise aidiyeti perçinleyerek kimlik krizi anlarında başvurulan ideoloji olarak milliyetçilik işlev görmekte, kendi ötekilerini yaratmaktadır. Kıbrıs sorunu, Ermeni sorunu ve Kürt sorunu geçmişten günümüze değin iktidarların başkalaştırma politikaları çerçevesinde yaratılan ‘içerideki ötekiler’in sonuçlarıdır.
Öteki olma korkusu, militarizmi besleyen önemli bir kaynaktır. Var olan otoriteyi defetme düşüncesi bireyi sararken, iktidarı reddettiğinde toplumsal olma imkanını yitirme tehdidiyle karşı karşıya ve tek başına kalma düşüncesi onu korkutmaktadır. Bu korku, bireyi iktidar tarafından üretilmiş bir özne konumuna getirmektedir. Özneler iktidarın kendi koşullarını yeniden üretmesinin ve yinelemesinin mekanına dönüşmektedir.
Orhan Kemal’in ‘Murtaza’sı, iktidarın kendini güçlendirdiği bir mekan olarak karşımıza çıkar. ‘Yukarda Allah, Ankara’da devlet hem de hükümet burda da Murtaza!’ ifadesi bekçi Murtaza’nın toplumsal düzende kendine biçilen rolü abarttığını gözler önüne sermektedir. İktidara olan tutkusu, sokakta dolaşan kedilere kızmasına neden olacak kadar fazladır. Kendi doğrularını oluşturamamış, iktidarın kaynaklarının -yasaların, toplumsal kuralların ve kurumların- öngördüğü doğruları içselleştirmiştir. İnsanı anlamaktan uzaklaşıp salt ilkeleri savunan bir özneye dönüşen Murtaza iktidarın yılmaz bekçisidir.
İktidarın kişileri konumlandırdığı -bu konum muhalefet için de geçerlidir- öznelliğe uymayı minimal boyutlarda Murtaza’laşmak, iktidarı güçlendirmek olarak adlandıralım. Her boyun eğme ya da baştan çıkarılma, boyun eğdirilme ve baştan çıkarma ilişkisi bu şekilde farklı bir bakışla değerlendirilebilir. İktidarı, hükümet ya da politik örgütlenmenin dışında, emek ve yeni kutsal olan para arasında gerçekleşen ve herkesin herkese karşı savaşmasına yol açan bir otorite biçimi olarak tanımlayabiliriz.
Kameralar önünde fotoğraflar parçalamak, yakmak ve yıkmak gibi simgeleri karşıtlığımızı belli etmek amacıyla kullanırken onları sürüleşmiş benliğimizin ayrılmaz parçalarına dönüştürürüz. İktidar simgelerine karşı çıktığımızda dahi, otoritenin araçlarını, şiddeti ve nefreti tekrar tekrar kullanarak sağlamlaştırırız. Sokaklarda dolaşıyoruz, karşı çıktığımız iktidarın Murtazalarına, polislerine, yine Murtaza gibi boynumuzdan sarkan düdüklerimizi çalıyoruz. Bu sefer de karşı iktidarın Murtaza’sı oluyoruz. Önüm arkam, sağım solum, her tarafım Murtaza!
Yasaya karşı koyarken o yasanın bizi özne olarak çağırdığı yerde ‘olmamaya’ gönüllü olmak, özgürleşmenin muhalif ya da yandaş kutupların iktidarına kapılmadan, düz ya da zıt anlamıyla Murtaza’laşmadan, eleştirel bireyselleşme sürecine adım atabiliriz. Şiddet müptelalığına kapılmadan etnik ayrımcılığa bu ayrımcılığı oluşturan karşıtlıkları yok ederek, cinsiyet ayrımcılığına ‘BEN CİNSİYETSİZİM, CİNSİYETİM OLMASA DA OLUR’ diyerek karşı durabiliriz. Simgesel şiddet eylemleri ve şiddet yıkıcılığı bizi Murtazalaştırır, bütünsel özne konumlarımızın altını çizer.
Karşı düzen davaları ve talepleri şiddet uygulanarak gerçekleştirilmeye çalışıldığında verili egemen sistem yeniden üretilmektedir. Bu üretimi durdurmak, herhangi bir tarafla özdeş olmadan ulusal, siyasi, dini, etnik kimlikler altında var olmamayı seçmekten geçmektedir. Toplumsal düzeninin bize atfettiği kimliklerden sıyrılmak için gereken cesaret bizde var mı? Kolluk kuvvetlerinin karşısında dimdik dururken sivil- asker ayrımı temelli, yeni eşitsizlikler ve ötekiler yarattığımızın farkında mıyız?
Murtazaaaağ ordasın biliyorum! Düdüğünle marşlar dışında da bir şey çal artık!