Ünlü gazeteci ve yazar Taha AKYOL, politika editörümüz Ümran ŞATANA’nın sorularını yanıtladı.
ŞATANA: “Arap Baharı” nın Türkiye’ye iyi ve kötü etkileri sizce nelerdir? Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yapmış olduğu konuşmalar Türkiye’nin Ortadoğu’da ki rolünü sizce nasıl etkiler?
AKYOL: Arap Baharına yol açan sebepler; onlar hür ve serbest seçim istiyor 1950’den sonra Türkiye’de demokraside, kadın haklarında, insan hakları konusunda bugüne kadar birçok gelişimler oldu. Bunlar Arap ülkelerinde yok. Bu yüzdende Arap baharını doğuran baskı potansiyeli, Türkiye mevzu olmadığı için Onun için Türkiye Arap Baharı’na benzer hareketler olacak. Ancak BDP kitleleri benzeri, başkaldırma hareketi yapmak için örnek davranışlar gösteriyorlar fakat Arap Baharından önce ne kadar yapabiliyorlarsa şimdi de o kadar yapabiliyorlar.
ŞATANA: Geçmiş yıllarda Azerbaycan ve Irak’ta meydana gelen ayaklanmalara neden “Arap Baharı” kadar karışmadık?
AKYOL: Azerbaycan da ki ve Irak’ta ki olaylar halkın çok büyük bir kısmının mevcut otoriter rejimi devirip demokrasi getirmek üzere yapılmış hareketler değildi. Biz bu kadar karışmadığımız gibi dünya da o hareketlere o kadar karışmadı. Azerbaycan da ki olay muhalefetin gösterileriydi, seçimlerde yolsuzluk yapıldığına dairdi iki gün devam etti ve bitti. Ama Tahrir öyle olmadı, Tahrir siyaset bilimi literatürüne girdi, otoriter rejimlere karşı artık kitlelerin demokrasi talebiyle baş kaldırının simgesi haline geldi. Bir kavram haline geldi. Azerbaycan’dan böyle bir kavram oluşmadı ve bu denli olmadığı için Türkiye o zaman ihtiyatlı davrandı şimdi Türkiye bu konuda daha aktif.
ŞATANA: Ramazan ayında başbakan bıçak kemiğe dayandı diye açıklamada bulunmuştu. Ramazandan sonra teröre yine net bir çözüm bulunamadı. AK Parti hükümeti her türlü probleme çözüm bulurken bu konuda yetersiz mi kaldı?
AKYOL: terör konusunda bir yerde dosya arasında kalmış, bulup çıkarılarak ertesi gün uygulama geçirilip üçüncü gün de sonuç alınacak bir formül yoktur. Bıçak kemiğe dayandı sözüyle, başbakanın kastettiği polisi, orduyu takviye etmekti. Teröre karşı fazla kuvvet kullanarak mücadele etmektir. Dünyanın hiçbir yerinde teröre reçete bulduk ve uyguladık üçüncü gününde sonuç alındı olmaz.
ŞATANA: MHP’nin yönetiminde bulunmuş biri olarak, kuruluşunda hedeflenen noktalara sizce MHP ulaştı mı? Ulaşamadıysa, buna sebep olan faktörler nelerdir?
AKYOL: MHP’nin kuruluşunda ki hedefleri, Türkeş’in MHP’sinin kuruluşu 1964’tür. 45 sene önce Türkiye köylüydü, MHP’nin dokuz ışığından biri köycülüktü, Ecevit köylü kasketi giyiyordu, Süleyman Demirel’in sloganı “çoban Sülüydü” bugün bu sloganı Türkiye’ye komik gelir. O zaman Türkiye’de sağ sol kavgası vardı. Sağ komünizm tehlikesinden korkuyordu, bugün Türkiye böyle bir mesele yok. Dolayısıyla MHP’nin o günkü kuruluş amaçlarıyla, bugünkü durduğu konumların zeminleri fevkalade farklıdır.
ŞATANA: “Babam Adnan Menderes” kitabınızı yazma amacınız, idamının 50.yılında merhum başbakanımızı ve o günleri yeniden hatırlatmak mıydı? Yoksa kendisine yapılan zulümlerin tahminlerden çok daha kötü olduğunu mu vurgulamaktı?
AKYOL: İkisini anlatmaktı ve birkaç mesaj birden vermekti. Birincisi darbeler kötüdür, ikincisi 1950-60 arasında gördüğümüz şekilde iktidar muhalefet ilişkilerinin bu kadar sertleşmesi kötüdür. Üçüncüsü Adnan Menderes resmi ideolojinin kendisine yönelttiğinin aksine hem namuslu adamdı hem de ülkeye çok büyük kalkınma hizmetleri yapmıştır. Atatürk ve İnönü devrinde cumhuriyet 27 yıl içerinde bir tane üniversite açılmıştır o da Ankara Üniversitesi’dir. Adnan Menderes on yılda dört tane üniversite açmıştır, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Erzurum Atatürk Üniversitesi, İzmir 9 Eylül Üniversitesi bunlar gecekondu üniversiteler değildir, ciddi üniversitelerdir. Tek parti devrini 27 yılda ne yapıldıysa çimento, yol, fabrika, ihracat, hastane, okul, öğretmen, üniversite Menderes döneminde onun en az iki katı bazen de dört beş katı yapılmıştır.
ŞATANA: “Ama Hangi Atatürk” kitabınızda Atatürk’ün siyasi bir dahi olduğunu vurguluyorsunuz. Günümüz siyasetçilerinde Atatürk’ten esinleniyor dediğiniz hiç kimse oldu mu?
AKYOL: Atatürk’ten esinlenmek için, Atatürk’ün karşılaştığı problemlerle karşılaşmak lazımdır. Ülke işgal altında değil, Türkiye kuvvetler birliğine bağlı tek parti rejimi kuracaksınız. Atatürk’ün siyasi dahi olarak, incelenmesini “case study” anlamında çok faydalı buluyorum. Atatürk Osmanlı dönemini yaşamıştır, Libya ülkesini savunmak için Enver Bey’le birlikte gerilla mücadelesi uygulamıştır. Onun arkasından Mustafa Kemal, 1. Dünya savaşında komutanlık yapmıştır sonra Anadolu’ya geçmiştir. Milli Mücadele’de ki politikası İslam’ı birinci plana çıkaran hemen yanında boljevizmi öven bir politikadır. Hatta Sovyet temsilcilerine “bende kominizim prensiplerini benimsiyorum, yeter ki şu zaferi kazanalım bunun için bize silah verin” demiştir. Bunları ne için dediği besbellidir. Politikada nelerin olduğu görülsün, bilinsin diye ben o kitabı yazdım. Ama milli mücadeleden sonra devrimler döneminde milli mücadelede uğruna savaşılan kavramlar bir suç haline geliyor. Siyasetin ne kadar esnek bir süreçten geçtiğini, Türkiye’nin hangi aşamalardan geçerek, demokratik laik bir cumhuriyet prensibine ulaştığını anlatmak için bunu yazdım yoksa Atatürk’ten ilham alarak bir problemi çözeceğim dediğiniz zaman, çözeceğiniz problemle Atatürk’ün ilham aldığınız arasında benzerlik olması lazımdır. Bugünkü Türkiye ile Atatürk Türkiye’si arasında hiçbir benzerlik yoktur.
Kürt meselesi o zaman da vardı bu zaman da var, Atatürk zamanında ayaklanmalar gerilla ayaklanması değil, aşiret ayaklanmasıydı, bastırılması kolaydı 2 ayda bastırıldı ondan sonra doğu ve güneydoğu anadoluda CHP 13 ilde teşkilatlarını kapattı. Siz bugün partilerin güney ve doğu anadoluda partilerin teşkilatlarını kapatıp orayı tamamen BDP ye bırakılmasını ister misiniz? Hayır, ama Atatürk bunu yaptı. Onun için Atatük’ün ülkeye yaptığı hizmetlere büyük saygı duymak, dönemine göre doğru bugün ise yapılırsa çok yanlış şeyler olacağını görmek ve kendi döneminde yaptığı hataları görmek, bizim siyasi kültürümüz genişletir. ufkumuzu geliştiriri. Bugünkü ve yarınki problemlere derin cevaplar bulmamızı sağlar. Türkiye bu ufuk darlığını maalesef epey yaşadı bilhassa askeri dönemde.
ŞATANA: 24. Dönemde mecliste CHP’nin yemin krizi, BDP’nin boykotu ve devamlı bir huzursuzluk ortamı oldu. Sizce bu anlaşmazlıklar daha da şiddetlenecek midir?
AKYOL: CHP ve AK Parti arasındaki ilişkileri fazla şiddetlenmiş buluyorum, tabiatına göre fazla gergin buluyorum. Ben bilhassa köşe yazılarımda da başbakanın biraz daha aşağıdan almasını gerektiğini yazıyorum. Ama bu bir büyük kriz doğuracak boyutlara çıkmaz. Anayasa konusunda da birbirleriyle en rahat şekilde anlaşacak partilerde yine AK Parti ve CHP’dir. Mesela Atatürk milliyetçiliğinde, her vatandaş Türk’tür maddesinin kaldırılmasını CHP’de istedi ve açıkladı. Bunu AK Parti’de istedi burada problem BDP’dir onların taleplerini anayasaya koymak mümkün değildir. Öyle bir anayasayı parlamentodan geçirmek mümkün değildir. Öyle bir anayasayı parti baskısıyla geçirseniz daha referandumla geçirmeniz mümkün değildir. BDP’nin talepleri zaten anayasa hukukun genel kavramları ile uyuşmuyor, onların istedikleri özerklikler Avrupa’da ki gibi özerklik değil. Orada totaliter bir sistem kurmayı, devletin bütün yasama, yürütme ve yargı erklerini kabul etmek mümkün değildir. Eğer BDP makul davranırsa yeni anayasa elbette Türkiye’de makul ölçüde Türkiye başarılı olur.
ŞATANA: Makul ölçüden kastınız nedir?
AKYOL: Mesela anayasaya Türkiye cumhuriyeti Kürtlerin ve Türklerin olduğu iki halktır konulamaz. Mesela Atatürk milliyetçiliğinde herkes Türk’tür, herkes Türk’tür dediğinizde 1924 Anayasası’nda bu konu tartışıldı, vatandaşlık itibariyle Türkiye cumhuriyeti tabasına Türk denir sözüne ilk karşı çıkan oradaki Türk milliyetçileridir. Türk gibi yüksek bir unvanı Rum ve Ermenilere nasıl verirsiniz denildi ama Kürtleri düşünmediler. Hâlbuki ilerdeki büyük problem bu oldu. Bugün ise Türk milliyetçiliği değil herkes Türk’tür diyorlar. Dolayısıyla da milliyetçilik tavırıda zamana göre değişiyor. Hiçbir siyasi, sosyal ideolojiler şartlara göre pozisyon değiştirmemezlik yapamıyor. Askeriye geldi bunlar ne vatandaşı zaten Türk dediler ama askeriyenin bu tavrı bu madde Kürtçülüğü besleyen bir kaynak haline geldi onun için anayasa yaparken vatanseverliği, anayasanın mümkün olduğu kadar birleştirici olması lazımdır. Anayasanın içindeki kavramların olabildiğince birleştirici bir üslupla kullanılması, önemlidir. Anayasanın içine bir defa laiklik yazmanızla, bin defa yazmanız çok farklıdır, bin defa yazınca alerjik olur, itici durur. Onun için burada makul sözü toplumda itilaflı kavramlar varsa ona bir tanım getirerek, itilaflı değilse de makul ölçüde kullanarak ve uzlaşma olmuyorsa o kavramı çıkararak çözüm bulunabilinir. Bugün Türkiye de laiklik konusunda uzlaşmada odur. Laikliğin sadece din esasına dayanmaması değil, din ve vicdan özgürlüğü dediğiniz zaman laikliği birleştirir. Ama siz laiklik diye 28 Şubat’ın laikliğini anayasaya yazarsanız kıyamet kopar. Anayasalar birleştirici olduğu nispette ülkenin bütünlüğüne hizmet eder. İçindeki kavramların niteliğiyle ülkeye hizmet etmez.
ŞATANA: Oral Çalışlar, Yaşar Okuyan gibi isimler hapishane anılarını okuyucularla paylaştı. O anılardan bazıları tebessümle anlatıldı, sizin o yıllarınızdan aktarmak istediğiniz güzel bir anınız var mı?
AKYOL: Bugün o karanlıkları bile tebessümle hatırlıyorum o kadarını söyleyebilirim. İyi olmuş anlamında değil de, yaşanmış geçmiş bir hatıra. Absürt komiklik derecesinde saçmalıklar şeklinde hatırlıyorum.
ŞATANA: Hukuk Fakültesi mezunusunuz, 1980 ihtilaline yakın yıllarda basına ve yazarlığa adım atmışsınız. Sizi avukatlık mesleğinden ayırıp, yazarlığa çeken faktörler nelerdir?
AKYOL: Yazarlığa olan hevesim, ben hukuk fakültesinde politize bir öğrenciydim. Menderes çizgisinde 27 Mayıs karşıtı sonra ülkücü MHP çizgisinde bir öğrenciydim. Dolayısıyla politika yazarlığımı çok okuyarak etkilendiğim için mesela bir Peyami Safa olmak, hukuk sahasında yazacaksam Ali Fuat Baş gibi olmak benim öğrencilik yıllarımda başlayan hayalimdi. Davaya giren, savunma yazan avukat olmaktansa kitap yazan, gazetede köşe yazısı yazan biri olmak bana daha cazip geldi.
ŞATANA: Biz Bilkent Üniversitesi öğrencilerine, bu röportaj vesilesiyle iletmek istediğiniz mesaj var mıdır?
AKYOL: Çokça okusunlar! Hiçbir basamağı yeterli görmeden, en iyi notu alarak, mezun olduktan sonra mutlaka master, doktora yapsınlar. Şunları hatırlatmak isterim, öğrencilerin bilhassa dikkatini çekmek isterim yıl 1939 da İsmet Paşa milli şef iken, ilk defa maarif şurası, toplandığında Hitlerden kaçıp İstanbul Üniversitesi’nde ders veren bir hoca diyor ki, “Türkler üniversiteyi yüksek lise zannediyorlar, hâlbuki üniversitenin temelinde bilgi aktarmak değil, araştırma ruhu vardır. Bakıyorum öğrenciler sadece sınıf geçmek için kitaplarını defalarca okuyorlar.” Bu konu ile başka görüş nedir diye hiç merak etmiyorlar. Okuduğunuz derslere yetinmeyin, mutlaka ilgi duyduğunuz konularda farklı görüşler içeren, tarihi entelektüel, siyaset bilimi açısından değişik kitaplar okusunlar. Ezberci değil, araştırmacı olsunlar.