Doğuşu öncelikli olarak kadın işçilerinin emeğini içerse de giderek kadını ve kadının toplumdan topluma değişen sorununu kuşatan 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, bu coğrafya kadını için süren emek sömürüsünün yanında ve hatta üstünde ataerkilde yok edilen kimliğini ve kadınlığını arayışını ifade etmektedir. Politik olarak kendini bir şekilde var eden kadınlarımız (örn. Cumartesi Anneleri) politik kimliklerine -bilinçsizce- kenetledikleri kadınlıklarını gerçek kimliklerinin bir parçası haline getirebilmişler midir? Şehirdeki, köydeki ve hatta dağdaki kadınlar kadınlıklarının neresindedir? Sorulan sorularda “hatta” yakıştırmasını alan kadından bahsediyor Reha Erdem bizlere. Dağdan başlıyor söze…
[box_light]Jîn[/box_light]
Eşsiz doğa manzaraları ile başlar başlamaz dalıyoruz gerçekliğin masalsı anlatımına. Bir ağıt ve dağdan ayrılan 17 yaşında bir kız… Sebebi verilmiyor ayrılığın, örgütün adı, dağın adı da keza… Tüm film boyunca İzmir, Mersin ve Çanakkale’nin ötesinde de şehir ismine rastlamıyoruz çünkü yarım bırakılsa da bütün filme yayılmak istenen bir metafor söz konusu. Film asıl metaforunu en başta ismi ile anlatacağı konunun altını çizerek gösteriyor : Jîn.
Kürtçe’de kadın ve hayat anlamına gelen bu kelime gerilla kıyafetlerine rağmen başında bir kırmızı eşarp olan ve Erdem’in de belirttiği üzere Kırmızı Başlıklı Kız’a göndermede bulunan karakterin adı. Kırmızı Başlıklı Kız genel anlatımı destekleme açısından önemli bir tavır zira tabandaki politik tavır da yine bu gerçeküstücü anlatımdan besleniyor. Politik tavrın tabanda oluşuna rağmen merkezde adında belirtildiği gibi kadın ve aslında hayat var. Burada kadının doğası ile hayatın var olmasına yapılan vurgunun ötesinde; bütüncül bir doğa ile Jîn arasında kurulan güçlü bağ üzerinden hayatın kim olduğuna dair net bir sorgulama karşımıza çıkıyor.
[box_light]Jîn’in Kimlik Arayışı[/box_light]
Dağdan ayrılışını bilmesek de doğa içerisinde ustalıkla gizlenen Jîn’in öncelikli amacı bir köy bulup üzerindeki gerilla kimliğinden sıyrılmaktır. ‘Kimliğine saygı duyan’ bir çobanın yönlendirmesi ile köye ulaşan Jîn girdiği evden, masanın üzerinde fotoğrafını gördüğümüz kızın sadece kıyafetlerini değil kimliğini de çalar ve başı her sıkıştığında bu adı (Leyla) bir kalkan olarak kullanır. Jîn’in Leyla oluşu aynı zamanda kadının toplumdaki kimlik arayışını anlatmaktadır. Filmin devamında Leyla’nın şehirde 3 taciz girişimi yaşaması ise yine bu kimlik ve hatta varlık arayışını şekillendirmektedir. Bu üç tacizden biri, en başta karşılaştığımız ‘saygılı’ çoban tarafından gerçekleştirilse de; çobanın, yüzünü yıkayan Leyla’nın aslında Jîn olduğunu fark etmesiyle tavrındaki değişim yine kimlik ve Jîn ’in bu arayışını şekillendiren bir sahnedir.
[box_light]Yabancılaşma[/box_light]
Jîn’in üç taciz girişimi ile altını doldurduğu bir diğer sorun ise yabancılaşma. Toplumun Jîn’e doğa ile kurduğundan daha vahşi ve yabancı oluşu iki farklı taciz girişiminin karşılaştırılması ile ortaya çıkıyor. Bilet parası biriktirmek üzere çalışmaya başladığı tarlada yaşadığı taciz sahnesinde tarlanın ortasında bağlı atın verdiği tepkinin büyüklüğüne ve samimiyetine rağmen ikinci taciz girişiminin yaşandığı karakol hücresindeki yaşlı adamın tepkisinin bir “tövbe tövbe” ile sınırlandırılması; Jîn’in kimlik arayışının insana yabancılaşması ile zedelenişini anlatıyor.
[box_light]Dağa Dönüş[/box_light]
Yabancılaştığı ve içini adımlayamadığı toplumu bir yana bırakarak tekrar dağa yani esasen doğaya dönen Jîn’in, yolda görüp iyileşmesine yardım ettiği eşeğin ölü bedeni ile karşılaşması insanlarla yaşayıp doğaya dönemeyen eşek ile tam tersi yerden aynı sonucu veren bir çıkarıma götürüyor onu: hiçbir yer. Böylece mağarasına dönüp ağlamaya başlıyor Jîn. Gündelik çatışmanın ardından -ki Jîn burada hem örgütten hem de askerden saklanmaktadır- duyduğu insan sesi ile irkiliyor: yaralı bir asker. Silahı ile gelen Jîn askeri güvenli bir yere taşıdıktan sonra mağarasına gizlediği “peşmerge” kıyafetlerine geri dönerek Leyla’lığına son verir. Tedavi ettiği askerle de bu kıyafet ve kimlik üzerinden konuşur.
Jîn’e Dönüş
Askerin kendi hayat hikâyesini anlatma istemine inat Jîn hep susmuştur. Bir hikâye paylaşmak sizi de o hikâyenin bir yerine oturtacağından ‘düşman’ olması gereken bir kişinin hikâyesine eklemlenmemek gerekir. Ne var ki askerin “babamı hiç görmedim zaten…” cümlesi ile Jîn konuşmaya başlar: “Ben de hiç görmedim. İki yaşındayken ben, götürmüşler. Silahı bile yokmuş.” Bu Jîn’in bir gerilla olarak değil bir insan olarak savaşın neresinde durduğunun altını çizmektedir. Bu, gerçek Jîn’e ilk adımdır. Askerin ayrılış sahnesinde teşekkür edip “Seninle bir daha karşılaşalım, bir çay bahçesinde mesela… “ cümlesini kurması; Jîn’e ve izleyiciye ‘her şeye rağmen’i söyleten bir umutlu ifade olarak Erdem’in politik tavrını yüzeye çıkartmaktadır. Bu cümleden sonra da susan Jîn, askerin bir kırık heves sorduğu adın ne sorusuna film boyunca cevapladığı kısık Leyla’yı bırakarak haykırır: “Adım Jîn!” Film boyunca ağzından adını işitemediğimiz Jîn’in, Jîn’e dönüşü de asıl burada tamamlanmaktadır.
[box_light]Dantel Eşittir Kadın[/box_light]
Jîn’in aradığı ama onun dahi fark etmediği en temel kimliği ise yine kıyafet üzerinden anlatılmakta: Dantelli tayt. Leyla’nın evinden yiyecek ve kıyafet alırken Jîn’in gözüne ilişen ama elinin tersiyle ittiği bu dantelli taytı, çantasına tıkıştırması aslında içinde barınan ama yüzeyde bir yerde bastırmaya zorladığı kadınlığı ile alakalı. Yaşadığı her şeye rağmen henüz 17 yaşında bir kız çocuğunun kadınlığa ya da belki bireyliğe varamadan gerilla olmaya itilişi onun yine bireysel ve cinsiyetsel eksende kendini arayışını içeriyor. Başka bir detay ise dantelli taytın son sahneye kadar ortaya çıkmayışı… Son sahnede ağaca tırmanmış hava saldırısından saklanırken vurulup yere düşen Jîn’in peşmerge kıyafetleri ile Leyla’nın evinden aldığı beyaz spor ayakkabılarının arasından sıyrılıp beliriyor dantelli tayt. Dantelin ya da Jîn’in kadınlığının gerilla kimliğinin arkasına yerleştirmesi, her yerden ayrı ama bir şekilde kendisi olan bir Jîn’e işaret etmekle birlikte; kimliğinin temel taşını ararken yaşadığı engellere (tacizler) rağmen bulduğundan vazgeçmeyen Jîn’in kadınlığını saklama biçimi üzerinden yaşı ve eğitim durumuna bakılmaksızın Anadolu kadınına da bir cümle kurulmaktadır. Son sahnede yaralı Jîn’in ölüp ölmemediği belirgin değil sebebi de kuşkusuz Erdem’in politik tavrı: Jîn’in hayatı, akıp giden politik tavrımızdaki barışımıza bağlı, bir de kadınlığımıza!