Paul Tibbets, Enola Gay adı verilen o uçağa binmeden önce arkadaşlarına el sallıyordu. Uçağı kaldırmadan önceki heyecanı pilotlar iyi bilir. Yer çekiminin etkisine meydan okurcasına süzülürsünüz gökyüzünde. İnsanlar değil bulutlar arkadaşlık eder size, sohbetinize katılırlar. Özgürlüğü en iyi anlayabileceğiniz yerdir belki de gökler. Tabi başkasının özgürlüğünün elinden almadığınız takdirde…
Enola Gay’in, o gün Hiroşima semalarına bıraktığı, 13,000 ton gücündeki metal parçasını, insanoğlu o güne dek hiç görmemişti. Little Boy adı verilen o küçük dev, Hiroşimalıların özgürlüğünü ellerinden almakla kalmayacak, aynı zamanda onları tarihin en karanlık sayfalarından birine de yazmaktan keyif duyacaktı.
6 Ağustos 1945 insanoğlunun gelişiminin geriye yöneldiği ilk gün olmuştu. Kenneth Waltz’ın da belirttiği gibi, artık zekâmız ahlâkımızdan on kat daha hızlı ilerlemeye başlamış, vicdanımızın perdeleri dış dünyaya kapanmıştı. Robert Oppenheimer önderliğindeki atom bombasının yapım süreci, her ne kadar böyle bir amaç taşıdığı ileri sürülemese de, zekânın ahlâkı mağlup etme yarışında ilk kilometre taşı sayılabilir.
Peki atom bombası gibi büyük çapta ölümlere yol açan bir silahın kullanımından Adolf Hitler sorumlu olsaydı ne olurdu?
Sizce Hitler gibi bir otoritenin aklındaki planlar yanlızca Alman panzerleri ile mi sınırlı kalmıştı?
1932 yılı dünya tarihi için önemli bir gelişmeye ev sahipliği yapıyordu. Uranyumun reaktörlerde yakıt olarak kullanılmasını sağlayan bir şey vardı artık: Ağır su!
Norveç’in istilasının ardından ağır su üretiminde en ileri giden ülke olma ünvanını Almanya taşıyordu. Norsk Hidro-Elektrik Santrali bu iş için biçilmiş kaftandı adeta. Dağlarla çevrilmiş ve derin bir vadiye bakan bu santrale saldırı gerçekleşme olasılığı çok düşüktü. Ulaşımı sadece bir asma köprü sayesinde sağlanabilen bu santraldeki ağır su üretimi, Nazilerin ellerindeki en güçlü silah kozlarından birini oluşturuyordu. Tabi ki bu durum karşısında telaşa bürünen ülkenin Churchill yönetimindeki İngiltere olması hiç de şaşırtıcı değil. Parlamentoda yaptığı meydan okuyucu konuşmalar Nazilerle arasındaki gerilimi artırmada oldukça etkiliydi. Artık İngilizlerin öncelikli tek bir hedefi olmalıydı: santrali yok etmek!
Çalışmalara hemen başlayan İngiliz hükümeti genç Norveçlilerin katılımıyla bir ordu kurmaktaydı. Sabotaj ve istihbarat eğitiminden geçirilen bu gençlerin bir kısmı, Hitler’in bombasını imha etmek adına seçilmiş bir ekibi oluşturdular. 1948 yapımı Battle for Heavy Water filminin de konusunu oluşturan bu gençler, 18 Ekim 1942 günü istila edilmiş topraklarına havadan iniş yaptılar. Karla kaplı ülkelerinde İngilizler için bir hava sahası tespit etmeleri gerekmekteydi. Ancak şans pek onların yanında olmadı. Kötü havanın etkisinden kurtulamayınca, iniş yapacak uçaklar için de gerekli şartları sağlayamadılar. Sonuç tam bir felaketti: İlk uçak bir dağa çarparak düşmüş, diğeri ise dönüş yolunda düşüşünü gerçekleştirmişti. Sağ kurtulanlar Hitler’in gazabına uğradı ve idam edildiler. Artık Hitler tehlikenin farkına varmıştı. Ağır su daha sıkı korunmalıydı. Hemen santraldeki asker sayıları ve güvenlik önlemleri artırıldı.
Ancak Londra vazgeçmemişti. Bölgeye yollanan ilk timle birleşmek üzere yeni bir komando timi hazırlandı. Yaklaşık dört aylık bir aranın ardından yeni ekip bölgeye gitti. Santrale ilk kez bu derece yaklaşan bir ekip vardı artık. Köprüyü geçmek imkânsızdı. Yeni bir yol bulmalıydılar. O anda aralarından birinin aklına bir fikir gelmişti. Karşıdaki dik vadiden iniş yapma imkânı olabilirdi. Düşündüğü gibi de oldu. Buzla kaplı vadiden sessizce iniş yaptılar. Henüz fark edilmemişlerdi. Bomba ekibi sessizce içeri girdi ve ağır su tanklarına bombaları yerleştirdi. Alman askerleri gâfil avlanmıştı. Gecenin sessizliğini yaran bu büyük patlama, Nazilerin sinir krizleri geçirmesine sebep olabileceği gibi büyük bir adımın da sonlanması anlamına gelecekti.
Hitler çalışmaları Nisan ayında yeniden başlattı. Hiç vazgeçmeye niyetli gibi durmuyordu. Faşizmin yükselişinin en önemli aktörünün karşısında ise Güneş Batmayan İmparatorluk’un lideri duruyordu. (Bu cümlenin arkasında herhangi bir taraftarlık aramak doğru olmaz. Çünkü dönemin anlatılmasında yapılacak kıyasların önemi büyüktür.)
100’den fazla bombardıman uçağının Norveç semalarında görüldüğü gün, Norsk’un belki de sonunun geldiği gün olmuştu. Atılan 700’ü aşkın bomba santrali yerle bir etmiş, içerisindeki çalışanların hayatlarına mâl olmuştu. Ancak, şans Hitler’in yanındaydı. Santralin bodrumunda saklanan ağır su, enkazın içinden sağ kurtulmayı başarmış, küllerden doğarcasına Hitler’in yükselişine önayak oluyordu. Hemen kalan suyun transfer edilmesi için çalışmalar başlatıldı. Tinnsjo Gölü üzerinden aktarma yapılacak, kıyıya yanaşan feribot aktarımı sağlayacaktı. Kıyıya aktarımı esnasında güvenlik önlemleri altında taşınan Ağır su, sivil yolcularla beraber yol alacaktı. Fakat, Knut Haukelid, o dönemin en iyi eğitim almış komandolarından biri, feribota rahatça girip bombayı yerleştirmiş ve feribotun kıyıdan ayrılışını yüzüne takındığı zafer gülümsemesiyle izlemişti. Sivillerin de ölümüne yol açan patlamayla birlikte Churchill’in planları galip gelmişti. Hitler atom bombasını hayata geçirememişti.
‘Yapsaydı dünya yok olurdu’ tarzında ithamlara maruz kalan Hitler’in yerine bayrağı devralan Truman olacaktı. Yok olmak kaçınılmaz bir sondu.
Peki, Hitler onca yıl boyunca çalışmalarını sürdürttüğü atom bombasını neden yapamadı?
İşte bu noktada, müttefiklerin algı yönetiminde ne kadar başarılı olduğunu görüyoruz. Çünkü savaş sonrasındaki araştırmalar gösterdi ki, Hitler bir bombanın yapım aşamasına dahi gelememişti. Santraldeki çalışmalar sadece temel atma çalışmalarından ibaret kalmıştı. Sonuç olarak ise cezayı çeken Norveçli siviller olmuştu. Feribotla birlikte gölün karanlık sularında hayatlarını teslim ettiler.
Yukarıdaki çekişmenin galibi ya da mağlubu var mı bilinmez. Ancak kazanma arzusunun insanların benliğini yönettiği o günlerde, mağlup olabilecek kitlenin sivillerden başka kimsenin olamayacağı da bir gerçek. Dünya tarihi kudret arzusunun fetih mi istila mı olarak ortaya çıktığını kanıtlamaya çalışsa da, kelime oyunlarının arkasındaki kayıplar, gerilemenin başladığı 6 Ağustos gününden beri sürüyor.