Zeki Demirkubuz imzalı bir beyazperde başyapıtı Masumiyet. Masumiyet’e bir film demek gerçekten yetersiz kalıyor. Çünkü aslında filmden çok, bir tokat olarak düşünülürse hiç de tuhaf olmaz. Vazgeçilmişlikler, güçlenişler, kabullenişler ve boş verilmişliklerin hikâyesi… Masumiyetini bir şekilde kaybetmiş üç karakterin çevresinde dönüyor Zeki Demirkubuz… Hayattaki yenilgilere doymayan, daha çok ve daha iyi yenilmek üzere çabalayan insanları izliyoruz adeta. Kendi masumiyetlerine ulaşmak için suyun üstüne yüzmeye çalışan, ama her seferinde daha çok su yutup, daha derine batan insanlar… Derya Alabora, Haluk Bilginer ve Güven Kıraç üçlüsünün adeta oyunculuk dersi veren performansları, film boyu tuttuğunuz nefesi geri verdirmeyen finaliyle; karanlık, acıklı, hüzünlü ama asla duygu sömürüsü yapmayan, bir yenilme ve daha çok yenilme halini anlatıyor…
Olay aslında Yusuf adlı karakter etrafında örgülendiyse de hikâyemiz Uğur(Derya Alabora)’un yani bir hayat kadının hikâyesi. İlk bakışta yargılanabilen, fazla sert ve boşvermiş, oldukça profesyonel ve soğukkanlı, fazla sürünmesini kendine borçlu olan, toplumda namussuz olarak yaftalanabilecek bir karakter. Hayatta nasıl ki kişileri konumlandırmada bir takım şeyler insanoğluna tuzak oluyorsa, Uğur’u tanımlamak için tüm bu izlediklerimiz de öyle bir tuzak. Gerçek Uğur son derece bilge bir kadın aslına bakarsanız. Aşk için bu kadar eziyet çekip çektirdikten sonra, bilgeliği pisliğin tam ortasında ve kader çizgisinin üzerinde yürürken bulmuş bir kadın . Aynı şekilde bu hayat yorgunu hal Bekir (Haluk Bilginer) için de geçerli. Peşinden sürekli gittiği kadının niçin sürekli gittiğini bilmeden; o da sürükleniyor hayat çemberinde adeta. Aşık olduğu kadını başkalarıyla paylaşmaya razı olmaya yaklaşacak kadar “aşırı” bir sevginin peşinde bütün hayatını mahvetmiş. Sahiplenmemeyi tam olarak becerememiş; ama en azından bunu denemiş bir adam. Aşkın tüm dünyayı değiştirme olgusu kimilerine imkânsız, fazla mecnunca gelebilir. Bu film bize bunun gayet doğal ve romantizmden uzak olarak gerçekleşebileceğini çok iyi anlatıyor. Yusuf(Güven Kıraç), filmin başından sonuna kadar masum olarak tanımlansa da seyircinin gözünde, aralarındaki en büyük suçu işleyen o. Ruhunun deneyimsizliğinden dolayı ilk gördüğü yaralı ruha aşık olma hali var Yusuf’ta. “Abla, ben sana aşık oldum.” derken adeta ben niyeti bozdum diyen karakter gerçekten hayatta uzak durulması gereken bir tutarsızlık içerisinde.
Peki, filmin adı neden masumiyet, burada herkes suçlu demeyin. Çünkü asıl masumiyet, Çilem… Çilem Uğur’un sağır ve dilsiz minik yavrusu. Başkalarının hatalarından dolayı sessiz bir hayata mahkûm edilen bu ufak çocuk, aslında bir bakıma çok şanslı değil mi sizce de? Çevresinde olan biteni duymayışı ve bilmeyişi onu kötülüklerden korumaya yeterli sonuç olarak.
Son olarak belirtmeliyim ki Masumiyet sonunda “Kader,gördün mü?” dedirten bir başyapıt. Hayattan hiçbir beklentisi olmayan bu insanları bu kadar güzel betimleyen ve konuyu hiç sıkmadan bu kadar güzel işleyen başka bir film yok. Bir tane bile oyunculuk hatası bulamazsınız. Gerçekten çok başarılı, altında taşıdığı imzayı hak eden bir beyazperde harikası.